At

اَلْجَوَادُ | اَلْخَيْلُ | اَلصَّافِنَةُ | اَلْعَادِيَةُ

Müellif: Mustafa Ergin
Yayınlanma Tarihi: 22.09.2022            

EL-CEVĀD | الْجَوَادُ 

Sözlükte el-cevād الجَوَادُ kelimesi “eli açık, cömert ve hızlı at” manalarına gelir. “İyi olmak, güzel olmak, kaliteli olmak, cömert olmak, elindeki az şeyin tamamını harcamak, bol olmak, susamak, acıkmak, sürüklemek ve müsamaha göstermek” anlamlarındaki c-v-d جَوَدَ  kökünden türemiştir. Açlık (الْجُودُ), susuzluk (الجُوَادُ); bol yağış (الجَوْدُ) ve hızlı at (الجَوَادُ) bu kökten türeyen kelimelerle ifade edilmektedir. Bu bağlamda bol yağış alan araziye عَرْضٌ مَجُودَةٌ, cömert bir adama رَجُلٌ جَوَادٌ, yanında güzel bir atı olan adama da أَجَادَ الرَّجُلُ denir. Hızlı koşan at anlamına gelen el-cevād sözcüğünün çoğulu الجِيَادُ şeklindedir. Asil at için فَرَسٌ جَوَادٌ denmesi atın koşarken var gücünü kullanmasından dolayıdır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/272; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 11/156-158; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 7/156-157; İbn Fāris, Muʿcem, 1/493; İbn Fāris, Mucmelu’l-Luġa, 1/202; el-Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 2/461; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/154; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 103; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 2/160-161).

Kur’ân’da bir defa geçmektedir. Geçtiği yerde “hızlı atlar” anlamında atların çekici ve alımlı hallerini ifade eden ve atın tek ayağını kaldırarak üç ayağı üzerinde duruşunu anlatan eṣ-ṣāfinetu الصَّافِنَةُ kelimesiyle beraber kullanılmıştır (Ṣād 38/31; Muḳātil, Tefsīr, 3/643; Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 20/82-83).

EL-ḪAYL | الْخَيْلُ

Sözlükte “at, atlı asker ve at birlikleri” manalarına gelen el-ḫayl الخَيْلُ kelimesi “hayal görmek, rüya görmek, bereketlenmek, kibirlenmek, zannetmek, tahmin etmek ve vehmetmek” anlamlarına gelen ḫ-y-l خَيَلَ kökünden türemiş bir isimdir. Atların sahipleri (الخَيَّالَةُ); bulut (الخَالُ); kuşları ve diğer hayvanları korkutmak için üzerine elbise giydirilerek insan şekline sokulan korkuluk (الخَيَالُ) bu kökten türeyen kelimelerle ifade edilmektedir. Bu bağlamda bereketli toprağa عَرْضٌ مُتَخَيِّلَةٌ, gökyüzünün yağmura hazırlandığını gösteren renk değişikliği yaşandığında da تَخَيَّلَتِ السَّمَاءُ denir. el-Ḫayl kelimesi, yapı olarak tekil kullanılmakla birlikte çoğul anlam ifade eder ve çoğulu الخُيُولُ’dur. Dolayısıyla el-ḫayl, tek bir atı değil bir at topluluğunu belirtmek için kullanılır. Atların el-ḫayl olarak isimlendirilmesi, kökte yer alan kibirlenmek ve böbürlenmek anlamlarıyla ilişkilendirilmiştir. Nitekim atın yürürken kendini beğenmiş, kibirli bir görüntü vermesi veya ona binen kişinin bir gururlanma ve böbürlenmeye kapılması, söz konusu ilişkilendirmenin gerekçeleri olarak zikredilmiştir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/458; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 4/412; İbn Fāris, Muʿcem, 2/235; İbn Fāris, Mucmelu’l-Luġa, 2/310; el-Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 4/1691; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 162;  Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz; Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 2/580-581; 1/550-551; Ṣaʿīdī, el-İfṣāḥ, 322; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 3/179-180). 

Kur’ân’da türevleriyle dokuz yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu anlamlardadır: 1. At (Ālu ʿİmrān 3/14; el-Enfāl 8/60; en-Naḥl 16/8; el-Ḥaşr 59/6). Bu ayetlerin ikisinde “soylu” ve “savaş” kelimeleriyle sıfatlanarak zikredilmiştir. 2. Atlı birlik  (el-İsrā 17/64). 3. Kibirli ve kendini beğenen (مُخْتَالٌ) (en-Nisā 4/36; Luḳmān 31/60; el-Ḥadīd 57/23). 4. Bir şey gibi görünmek ve vehmetmek (يُخَيَّلُ) (Ṭā-Hā 20/66). 

EṢ-ṢĀFİNETÜ | الصَّافِنَةُ

Sözlükte eṣ-ṣāfinetu الصَّافِنَة “sürmeli deve, tek ayağını kaldırarak üç ayağı üzerine duran at, vücuttaki bir damar, iki ayağı üzere duran canlı” manalarına gelmektedir. “Ayakta durmak, toplamak, yuva yapmak, paylaşmak, bölüşmek, hazırlanmak ve doğrulmak” anlamlarındaki ṣ-f-n صَفَنَ kökünden türemiştir. Haya torbası (الصَّافَنُ); bal peteğinin konulduğu küçük torba (الصَّفْنُ), çoban tarafından içerisine azık konulan çanta, ibrik ve cezve (الصُفْنُ); yemek sofrası (الصَّفْنَةُ/ الصُّفْنَةُ), iplikle örülen sofra (الصَّفْنَةُ), yaprak veya otlardan yapılan kuş yuvası (الصَّفْنُ/الصَّفَنُ), devenin boynudaki heybe (الصَّفْنَةُ) bu kökten türeyen kelimelerle ifade edilmektedir. Bu bağlamda atın tek ayağını kaldırıp üç ayak üzere durmasına صَفَنَ الْفَرَسُ, seferde olup yanlarında paylaşacak su veya başka bir şeyi bulunmayan topluluğa تَصَافَنَ الْقَوْمُ, süt veren memeye الضَّرْعُ الْمَصَفَّنُ, elbiseyi toplamaya صَفَنَ الثَّوْبَ denir. Atın fiziksel bir hareketinin eṣ-ṣāfinetu ile ifade edilmesi kökte yer alan “hazırlanmak” manasıyla ilişkilendirilmiştir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 2/402-403; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 2/892-893; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 12/206-208; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 8/157-158; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 283; Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz, 2/344-345; Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 3/426; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 6/309-310).

Kur’ân’da bir yerde çoğul olarak الصَّافِنَاتُ şeklinde geçmektedir. Bu yerde “hızlı atlar” anlamına gelen el-ciyād ile kullanılan bu ifade Hz. Süleyman’ın huzuruna getirilen atları nitelemektedir. Atların tek ayağı havada ve üç ayak üzerinde alımlı, etkileyici ve güçlü duruşları (الصَّافِنَاتُ) Hz. Süleyman’a Rabbinin yüceliğini hatırlatmıştır (Ṣād 38/31-32; Muḳātil, Tefsīr, 3/643; Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 20/82).

EL-ʿĀDİYETÜ | اَلْعَادِيَةُ

Sözlükte el-‘ādiyetu العَادِيَةُ “saldırgan at, asıl işlerden uzaklaştıran meşguliyet, kötülük ve problem” manalarına gelmektedir. “Saldırmak, sınırı aşmak, düşmanlık etmek, zulmetmek, haksızlık etmek, meşgul etmek, ilerlemek, karşı çıkmak, ayırt etmek, ihtilaf etmek, yardım etmek ve birine karşı yardım talep etmek” anlamlarındaki ‘a-d-v عَدَوَ kökünden türemiştir. Bulaşıcı hastalık (العَدْوَى), hırsız saldırısı (العِدْوَةُ), takip edilen hiza (العَدَاءُ), çok saldırgan at ve eşek (العَدَوَانُ), kabrin başına konulan kaya parçası (العِدَاءُ), ince geniş taş (العِدْوُ), uzak (العِدْوَةُ), düzensiz, eğri yer (مُتَعَادٍ) bu kökten türeyen kelimelerle ifade edilmektedir. Saldırgan bir atın el-‘ādiyetu şeklinde isimlendirilmesi, عَدَوَ kökündeki süratli ilerleyiş manası ile ilişkilendirilmiştir. Zira bu kullanımda saldırgan at, ilerleyişinde normal sınırları aşmış kabul edilir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 3/116; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 2/666, 1059, 3/1237; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 2/122-124; İbn Fāris, Muʿcem, 4/249-251; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 326; Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 4/31; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 8/75).

Kur’ân’da bir yerde çoğul olarak geçmektedir. Bu yerde (el-ʿĀdiyāt 100/1) hayvanın süratinden dolayı nefes nefese ilerleyişini ifade eden ضَبْحًا ile nitelenen bu kelime savaş sırasında düşmana saldıran atları tasvir etmektedir. Atların savaş esnasındaki saldırganlıklarını ve süratlerini ifade etmek için ayette diğer kelimeler yerine el-‘ādiyāt tercih edilmiştir.  (Muḳātil, Tefsīr, 4/801; Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 24/570-575).

KARŞILAŞTIRMA

el-Ḫayl, el-cevād, eṣ-ṣāfinetu ve el-‘ādiyetu  “at” manası bakımından yakın anlamlı olsalar da bu kelimelerin aralarında bazı farklardan bahsedilebilir. Buna göre el-ḫayl, herhangi bir vasıftan bağımsız bir at veya at cinsini ifade etme açısından diğerlerinden farklılaşmaktadır. el-Cevād, atın hızlılık vasfını vurgulaması açısından bir yönüyle el-‘ādiyetu kelimesiyle yakın anlamlı iken saldırganlığı bünyesinde barındırmaması sebebiyle ondan ayrılmaktadır. eṣ-Ṣāfinetu kelimesi, atın soylu ve alımlı oluşunu tasvir eden tek ayağı havada olmak üzere üç ayak üzere duruş pozisyonunu, el-‘ādiyetu ise daha çok saldırgan savaş atlarını karşılaması bakımından diğerlerinden farklılaşır. Kur’ân’da “at” manasının daha çok el-ḫayl ile karşılanması, ifade ettiği umumî mana sebebiyle olsa gerektir. Zira diğer kelimelerin, atların belli durumlardaki vasıflarını vurguladığı görülmektedir.