Bol - Çok

اَلْجَمُّ | اَلرَّغَدُ | اَلْغَدَقُ | اَلْكَثِيرُ | اَلْكَرِيمُ | اَللُّبَدُ

Müellif: Hatice Derebaşı
Yayınlanma Tarihi: 01.06.2023            

EL-CEMM | اَلْجَمُّ 

Sözlükte el-cemm اَلْجَمُّ “bol, çok; bir şeyin çoğunluğu; fazla, kalabalık” demektir. “Çok olmak, toplanmak ve birikmek” anlamına gelen جَمَّ fiilinden türemiştir. Herhangi bir şeyin bir mekânda toplanmasını ifade etmektedir. Nitekim kuyuda su çoğaldığında جَمَّ المَاءُ, suyu çok olan kuyu için de بِئرٌ جَمَّةٌ denilmektedir. أَجَمَّ الْمَاءُ ise suyu boşaltıldıktan sonra kuyunun, su birikmesi için bırakılmasıdır. Bu anlamla bağlantılı olarak جَمَّ / أَجَمَّ الْفَرَسُ atın yorgunluğunun gidip tekrar güç toplaması amacıyla dinlendirilmesidir. Aynı şekilde اِسْتَجَامَ de insanın yorulduğunda bir yerde hareketsiz kalarak istirahat etmesini anlatır. Bitki çok olup da tamamen yeri kapladığında فِي الْأَرْضِ جَمِيمٌ; ilmin içinde toplandığı düşünülen göğüs ve suyun toplandığı yer için de اَلْمَجَمُّ kullanılır. Kafa kemiğini bir araya toplaması itibariyle insanın kafatası جُمْجُمَةُ الْإِنْسَانِ diye isimlendirilir. Savaşta mızrak kullanmayan kimseye رَجُلٌ أَجَمُّ denmesi ise güç ve özgüveninin “çok” olmasıyla ilişkilidir (İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 1/91; İbn Fāris, Muʿcem, 1/419-421; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 5/1889-1891; İbn Sīde, el-Muḥkem, 7/228-230; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/149; Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz,1/342; Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 2/389; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 2/132-133; Muḥammed Vāʿiẓ Zāde v.dğr., el-Muʿcem, 10/14, 23; Kubeysī, Mevsūʿa, 2/690).

Kur’an’da bir yerde geçmektedir. Bu yerde “çok ve aşırı” manasındadır (el-Fecr 89/20). Ayette insanın mal ve mülkü aşırı derecede çok sevmesi ve ona düşkün olması şeklindeki zaafiyeti söz konusu edilmektedir . 

ER-RAĠAD | اَلرَّغَدُ

Sözlükte er-raġad اَلرَّغَدُ “bolluk, çokluk; rahatlık ve müreffeh hayat” demektir. “Müreffeh ve rahat bir yaşam sürmek” anlamına gelen رَغَدَ fiilinden türemiştir. Nitekim topluluk; bolluk, bereket ve rahata kavuştuğunda قَدْ أَرْغَدَ القَومُ ifadesi kullanılır. Bununla ilişkili olarak yaşam şartlarındaki rahatlık ve zenginliğe işaret etmek için عَيشٌ رَغَدٌ denilir. أرْغَدَ الرَّجُلُ مَاشِيَتَهُ cümlesi bir kişinin hayvanlarını diledikleri gibi otlamaları için salmasını anlatır. اَلرَّغِيدَةُ de “tereyağı” anlamına gelmektedir (Ḫalīl b. ʾAḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 2/133; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 8/71; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 5/39; İbn Fāris, Muʿcem, 2/417; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 2/475; İbn Sīde, el-Muḥkem, 5/464; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/365; Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz, 2/100).

Kur’an’da üç yerde geçmektedir. Bu yerlerde “bolluk, rahatlık” manasındadır. el-Baḳara 2/35 ve 58 ayetlerinde  yaşanan yerin nimetlerinden bol bol yemek; en-Naḥl 16/112 ayetinde ise Allah’ın örnek olarak zikrettiği bir topluluğa her taraftan bolca rızık göndermesi anlatılır.

EL- ĠADEḲ | اَلْغَدَقُ

Sözlükte el-ġadeḳ اَلْغَدَقُ “bolluk ve bereket içindeki yaşam; bol su” demektir. “Yağmurun sağanak hâlinde yağması; rahat bir yaşam sürmek; hacmi büyük olmak” manasındaki غَدِقَ fiilinden türemiştir. Nitekim هُمْ فِي غَدَقٍ مِنَ الْعَيشِ cümlesinde kişilerin bolluk ve bereket içinde yaşadıkları belirtilmektedir. غَدِقَتِ الْعَينُ غَدَقًا sözü ise su kaynağında suyun miktarının çok olmasını anlatmaktadır. Sağanak yağmura غَيْثٌ غَيْدَاقٌ; çok sulu araziye َأَرْضٌ غَدِقَةٌ; iyice sulanmış ve nemlendirilmiş bitkiye عُشْبٌ غَدِقٌ denilir. Bol yağışlı sene عَامٌ غَيْدَاقٌ; müreffeh hayat عَيْشٌ غَيْدَاقٌ; cömert kişi اَلْغَيْدَاقُ kelimeleriyle ifade edilir (İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 2/670; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 4/528; İbn Fāris, Muʿcem, 4/415; ʿAskerī, et-Telḫīṣ, 107; İbn Sīde, el-Muḥkem, 5/382-383; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/695; Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz, 3/154). 

Kur’an’da bir yerde geçmektedir. Bu yerde “bol ve çok” anlamındadır (el-Cinn 72/16). Ayetteki “bol su” ibaresiyle bol rızık veya zenginlikten kinaye yapılmıştır. Zira su; bereket, menfaat, zenginlik ve rızkın kaynağıdır (Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 23/336; Ebū Ḥayyān, el-Baḥru’l-Muḥīṭ, 8/345; Ālūsī, Rūḥu’l-Meʿānī, 15/100). 

EL-KESĪR | اَلْكَثِيرُ

Sözlükte el-kesīr اَلْكَثِيرُ “çok, fazla; bir şeyin çoğu” demektir. “Çok olmak” anlamındaki كَثُرَ fiilinden türemiştir. Nitekim bir kimse malını artırdığında أكْثَرَ الرَّجُلُ مَالَ şeklinde söylenir. اِسْتَكْثَرَ مِنَ الشَّيْءِ ise bir şeyin fazlasını talep etmektir. كَاثَرَ ve تَكَاثَرَ mal ve evlat gibi insanların fazladan sahip olma arzusu taşıdığı nimetleri artırmak için yarışmaktır. رَجُلٌ مُكْثِرٌ malı çok olan adamı; اِمْرَأَةٌ مِكْثَارٌ  ise çok konuşan, geveze kadını anlatır. Bu kökten gelen كَوْثَرٌ her şeyde bolluğu ve bereketi ifade etmektedir. Çok iyilik yapan ve cömert kişiye de رَجُلٌ كَوْثَرٌ denilir. Cennette diğer nehirlerin kendisinden kollara ayrıldığı nehir de “Kevser” diye isimlendirilmiştir (Ḫalīl b. ʾAḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 4/12; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 1/422; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 10/176; İbn Fāris, Muʿcem, 5/160-161; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 2/802; İbn Sīde, el-Muḥkem, 6/792-793; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 426; Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 4/336; İbn ʿĀşūr, et-Taḥrīr, 30/519). 

Kur’an’da türevleriyle birlikte 167 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Çok, fazla (el-Vāḳıʿa 56/32; el-Ḥucurāt 49/7, 12). 2. Daha çok (el-Mücādele 58/7; Sebeʾ 34/35)  3. Çok istemek (el-Müddessir 74/6). 4. Mal ve evlat sayısını çoğaltma yarışı (el-Ḥadīd 57/20; et-Tekāsur 102/1) 5. Kevser, bolluk, çok hayır ve iyilik (el-Kevser 108/1).

EL-KERĪM | اَلْكَرِيمُ 

Sözlükte el-kerīm اَلْكَرِيمُ “cömert; asil, değerli; faydalı, güzel” anlamlarına gelmektedir. “Cömert ve asil olmak; kıymetli olmak” manasındaki كَرُمَ fiilinden türemiştir. Nitekim bu bağlamda bulutlardan bolca yağmur yağması كَرُمَ السَحَابُ ve كَرَّمَ المَطَرُ ifadeleriyle anlatılır. el-Kerīm sıfatı ile genel anlamda asil ve değerli olan her şey nitelenmektedir. el-Kerīm, Allah’a nispet edildiğinde lütuf ve ikramda bulunma manasına; insana nispet edildiğinde ise övgüye layık davranış ve vasıflara işaret eder. تَكَرَّمَ فلانٌ عَمَّا يَشِينُهُ sözü kişinin saygınlığını zedeleyecek tutum ve davranışlardan uzak durmasını ifade eder. Bol ürün vermesi sebebiyle üzüm asması اَلْكَرْمُ; taşlardan arındırıldıktan sonra gübrelenerek ekilmiş arazi de اَلْكَرَمُ olarak adlandırılır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 4/24; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 10/233-236; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 6/262; İbn Fāris, Muʿcem, 5/171-172; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 5/2019; İbn Sīde, el-Muḥkem, 7/29; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 428-429). 

Kur’an’da türevleriyle birlikte 47 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Bol, çok (el-ʾEnfāl 8/74; el-Ḥacc 22/50). 2. Faydalı, değerli (en-Nisāʾ 4/31; eş-Şuʿarā 26/7). 3. Değer vermek, ikram etmek (Yūsuf 12/21; el-ʾİsrāʾ 17/70). 4. Güzel, hoş (el-ʾİsrāʾ 17/23; en-Nisāʾ 4/31).

EL-LÜBED | اَللُّبَدُ

Sözlükte el-lübed  اَللُّبَدُ “yığılmış, toplanmış ve çok olan” demektir. “Bir şeyin üst üste gelerek birbirine yapışıp sıkışması; bir yere yapışmak ve bir yerde ikamet etmek” anlamlarını içeren لَبَدَ fiilinden türemiştir. Bu kelime yoğun biçimde toplanma ve birbirine sıkıca kenetlenmeyi ifade eder. Nitekim مَالٌ لُبَدٌ ibaresi yün gibi iç içe geçmiş bol miktardaki mala denir. Benzer şekilde تَلَبَّدَ التُّرَابُ وَالرَّمْلُ cümlesi yağmurun toprağı bir araya toplayıp sıkıştırması sonucunda zeminin keçeleşmesi anlamındadır. صَارَ النَّاسُ عَلَيهِ لُبَدًا sözü de insanların birinin üzerine hep birlikte üşüşmeleridir. Bir topluluğun aşırı kalabalık olmasına صَارَ الْقَوْمُ لِبْدَةً/لُبَدًا cümlesiyle işaret edilir. Bir kimsenin ömrünün uzun olması veya bir şeyin eskimeden ayakta kalması  طَالَ الْأَبَدُ عَلَى لُبَدٍ darb-ı meseliyle dile getirilir. تَلَبَّدَ yünün ve saçın birbirine geçip yapışarak keçe hâline gelmesini anlatır. Aslana kıllarının sık olması ve birbirine geçmesi sebebiyle لِبْدَةٍ  ذُو لَبَدٍ denilir. Bu kelime deve ve koyundan kinaye olarak da kullanılır. مَا لَهُ سَبَدٌ وَلَا لَبَدٌ deyimi ise bir kimsenin herhangi bir maddi varlığı olmadığını belirtir. Evinden ayrılmayan ve yolculuk yapmayan kimseye اَللُّبَدُ şeklinde söylenmesi kelimenin “yapışmak, bir yerde kalmak” anlamıyla ilişkilidir. Benzer durum كِسَاءٌ مُلَبَّدٌ “yamalı kıyafet” ifadesinde de söz konusudur. Nitekim لَبَّدَ الْحَاجُّ شَعْرَهُ ibaresi Cahiliye döneminde Arapların hacda saçlarını tıraş etmeyip bir maddeyle yapıştırmalarını açıklar (Ḫalīl b. ʾAḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 4/67; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 1/301; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 9/315-316; İbn Fāris, Muʿcem, 5/228-229; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 2/533 İbn Sīde, el-Muḥkem, 9/340-341; Vāḥidī, et-Tefsīru’l-Basīṭ, 24/19; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 2/155).

Kur’an’da türevleriyle birlikte iki yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Yığınla, pek çok (el-Beled 90/6). Ayette yığınla malın sahibine fayda sağlamayacak bir şekilde harcanmasının anlatıldığı bir bağlamda geçmektedir. 2. Üst üste yığılmak (el-Cinn 72/19). (Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 10/176).

KARŞILAŞTIRMA

el-Cemm, er-raġad, el-ġadeḳ, el-kesīr, el-kerīm ve el-lübed “bol ve çok olma” manası bakımından yakın anlamlı olsa da bu kelimelerin arasında bazı farklar vardır. el-Cemm; toplanıp bir araya gelerek çoğalma anlamı taşır. Yine gerek somut gerekse soyut olsun doluluk oranındaki çokluğu ifade eder. Kişinin malı, mülkü çok olduğunda veya kuyu son haddine kadar su ile dolduğunda bu kelime kullanılmıştır. Kur’an’da mal sevgisinin tamamen insanların kalplerini doldurarak onları Allah’ı anmaktan alıkoymasının ele alındığı bir bağlamda olumsuz bir çağrışıma sahiptir. er-Raġad kelimesinde bolluk, bereket, rahatlık, sıhhat, nimette genişlik ve afiyet içinde müreffeh bir yaşam sürme çerçevesinde olumlu bir muhtevaya işaret söz konusudur. el-Ġadeḳ, daha çok yağmur ve suyun bolluğu ve bollukla gelen bereket için kullanılmaktadır. el-Kesīr, sayı bakımından çokluğu ifade eder. Bu yüzden istiare ve kinayeli kullanımlar dışında sayılamayacak şeylerde kullanılması doğru değildir. Buna karşın el-lübed, ayrılamayacak şekilde birbirine bitişmiş unsurların oluşturduğu çokluğu ifade etmektedir. el-Kerīm övgüye layık olacak derecede lütuf, ikram ve iyiliklerin çokluğunu ifade etmede kullanılır (ʿAskerī, el-Furūḳu’l-Luġaviyye, 253; Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz, 1/342, 389; Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 4/343; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 132-133, 176-177, 179-181; Kubeysī, Mevsūʿa, 2/689-690, 9/427).