Aydınlattı

أشرق | أضاء | أنار

Müellif: İbrahim Yıldız
Yayınlanma Tarihi: 13.03.2022            

EŞRAḲA |  َأشْرَق

Sözlükte ş-r ḳ شرق “doğmak, parlamak, kırmızı olmak, boğazına su kaçmak, nefes alamamak, kesmek, yarmak” manalarına gelmektedir. İbn Fāris’e göre شرق “aydınlatma ve açma” şeklinde temel iki manaya delalet eder. Aydınlatma ve açma manaları arasında şöyle bir ilişki vardır: Aydınlatma ile görmeye engel olan karanlık perdesi açılır ve ortamda bulunan varlıklar görünür hale gelir. Bu nedenle güneş doğduğunda (ortaya çıktığında, açtığında) شرقت الشمس; ışığını etrafa yaydığında أشرقت الشمس, yeryüzü aydınlandığında أشرقت الارض denilir. Güneşin doğuşu anında ufkun önce kızıl bir renge bürünmesi nedeniyle bu fiil أشرق الثوبَ بالصبغ “Elbiseyi kırmızı renge boyadı.” manasında da kullanılmaktadır. Bir kişinin sevincinden ve güzelliğinden dolayı yüzü parladığında söylenen أشرق وجه فلان cümlesi “Filanın yüzü aydınlandı.” manasındadır. Kişinin yüzü hayâ ve mahcubiyetten dolayı kızardığında da شرق فلان denilmektedir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 2/326-327; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 8/318-321; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 2/731; İbn Fāris, Muʿcem, 3/264; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 5/234-235; İbn Sīde, el-Muḥkem, 6/162-163; Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 20/261; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 259; Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 3/311).

Kur’an’da bir ayette geçmektedir: وَاَشْرَقَتِ الْاَرْضُ بِنُورِ رَبِّهَا (ez-Zümer 39/69). Süddī ve Ḫalīl b. Aḥmed, bu ayette geçen أشرق fiilini أضاء ile açıklamıştır. Zemaḫşerī ise Kur’an’ın birçok yerinde nûr lafzının istiare yoluyla hak, Kur’an ve burhan yerine kullanıldığını ifade ettikten sonra bu ayeti Allah’ın insanları hak ve insaf ile hesaba çekmesi, iyilik ve kötülüklerin tartılmasında ortaya koyduğu adalet ile yeryüzünü aydınlatması şeklinde tefsir eder. Bu yoruma Arapların adil yöneticiye أشرقت الآفاق بعدلك “Dünyanın ufukları (her yeri) senin adaletin ile aydınlandı” demelerini delil gösterir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 2/326; Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 20/262; Zemaḫşerī, el-Keşşāf, 5/323-324).

EḌĀE | َأضَاء

Sözlükte eḍāe أضاء fiili, ضاءت النار وأضاءت cümlesinde olduğu gibi “aydınlattı” demektir. ضَوْءٌ mastar olarak “parlak cisimlerden etrafa yayılan ışık”, ضِيَاءٌ  ise “aydınlatan şey” manasındadır. el-Ḳaṣaṣ 28/71. ayetinde geçen ضِيَاءٌ  kelimesi ile “güneşin etrafına yaydığı ışık” kast edilmiştir. İbn ʿĀşūr, ضِيَاءٌ lafzının ضَوْءٌ’dan daha kuvvetli bir ışığı ifade ettiğini söylemektedir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 3/29; İbn Fāris, Muʿcem, 3/375; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 8/64; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 300; Zemaḫşerī, el-Keşşāf, 4/521; İbn ʿĀşūr, et-Taḥrīr, 11/94).

Kur’an’da أضاء türevleriyle birlikte altı kez geçmektedir. Bu yerlerde aydınlatma ve ışık manalarında kullanılmıştır (el-Baḳara 2/17, 20; Yūnus 10/5; el-Enbiyā 21/48; en-Nūr 24/35; el-Ḳaṣaṣ 28/71). Zemaḫşerī, إِضَاءَةٌ  sözcüğünü “aşırı kuvvetli aydınlatma, ışığın çok fazla olması durumu” olarak anlamlandırır. Bu bağlamda o, فَلَمَّا اَضَاءَتْ مَا حَوْلَهُ ذَهَبَ اللّٰهُ بِنُورِهِمْ  (el-Baḳara 2/17) ayetine dikkat çeker. Ona göre bu ayette önce أضاء, sonra نور lafzının zikredilmesi ضياء kelimesindeki “aşırı aydınlık” manasına işaret eder. Bu durumda ayette نور ifadesinin kullanılması bütün ışıkları söndürmek suretiyle kâfirlerin tamamen karanlığa gömüldüğü vurgusunu taşımaktadır. Böylece ضياء ortamda az da olsa ışık kalmış olabileceği gibi bir ihtimali de ortadan kaldırmaktadır (Zemaḫşerī, el-Keşşāf, 1/193; Rāzī, Mefātīḥu’l-Ġayb, 2/83).

ENĀRA | َأنَار

Sözlükte enāra أنار fiili “aydınlattı” demektir. أنار المكان “Mekânı aydınlattı, mekânın karanlığını giderdi” anlamındadır. “Ay, yıldız veya aydınlatıcı cisimler gibi etrafa yayılmak suretiyle görmeye yardımcı olan ışık” manasındaki nûr نور bu kökten gelmektedir. Zemaḫşerī’ye göre, نار ışık saçan, yanıcı ve yakıcı latif bir cevher, نور ise ateş ve ışık kaynağı olan her şeydir. Bu manada نور “karanlık” anlamındaki ظلمة sözcüğünün zıddıdır. İbn Fāris, نَارَ fiilinin “aydınlatmaya, titremeye ve süreklilikteki azlığa” delalet ettiğine vurgu yaparak اَلنُّورُ  veاَلنَّارُ  kelimelerinin bu kökten gelmesinin, her ikisinin de aydınlatma özelliğine sahip olmasından ve titreyip hızlı hareket etmesinden kaynaklandığını söyler (İbn Fāris, Muʿcem, 5/368; İbn Sīde, el-Muḥkem, 10/319; Ebū’l-Beḳā, el-Kulliyyāt, 201; Zemaḫşerī, el-Keşşāf, 192; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 508; Zemaḫşerī, el-Keşşāf, 192; Rāzī, Mefātīḥu’l-Ġayb, 2/82; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 12/315).

أنار aynı zamanda أنار الشجر cümlesinde olduğu gibi “Ağaç çiçeklendi, çiçek açtı, tomurcuklandı, güzel göründü.” manasındadır. Kişi bir konuda güzel ve doyurucu açıklama yaptığında istiare yoluyla أنار فلان كلامه “Filan konuyu aydınlattı (güzelce açıklayıp izah etti” denilir (el-Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 2/839; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 2/308; İbnu’l-Cevzī, Nuzhe, 599).

Kur’an’da أنار fiili geçmemekle birlikte ism-i fâil formu olan منير kelimesi, “aydınlatan, ışık veren, aydınlatıcı, açıklığa kavuşturan, apaçık” manalarında altı kez kullanılmıştır (Ālu ʿİmrān 3/184; el-Ḥacc 22/8; el-Furḳān 25/61; Luḳmān 31/20; el-Aḥzāb 33/46; Fāṭır 35/25). Ālu ʿİmrān 3/184 ayetinde geçen منير kelimesini Muḳātil b. Suleymān, مضىء olarak açıklamış ve bu kelimeyi “emir ve yasakları açıklayıcı ve aydınlatıcı” şeklinde tefsir. Ḫalīl b. Aḥmed ise منير kelimesinin eş anlamlısının مشرق olduğunu belirtmiştir. Dolayısıyla bu üç kelime, aralarındaki basit mana farklılıkları göz ardı edilerek birbirlerinin yerine kullanılabilmektedir etmiştir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 2/326; Muḳātil, Tefsīr, 1/320).

KARŞILAŞTIRMA

Eḍāe, enāra ve eşraḳa kelimeleri “aydınlatma” manası bakımından  yakın anlamlı olsa da aralarında bazı farklardan bahsedilebilir. Eşraḳa aydınlatma ve açma, enāra aydınlatmada kesintili olma ve devamlı ışık saçmama, eḍāe ise parlak bir ışığın aydınlatması ile ilgilidir. Bazı âlimler Arapların ضياء النهار “gündüzün ışığı” dedikleri halde, نور النهار “gündüzün nuru” demediklerini belirtmiştir. Bunun gerekçesi olarak da Güneş’in, bizatihi ışık saçan bir kütle olması nedeniyle نور النهار tabirini sadece Güneş’i kastettikleri zaman kullandıklarını kaydetmişlerdir. Bu bağlamda gündüz aydınlığında kesinti olmadığından ضياء النهار denilir. Zemaḫşerī’ye göre aydınlatmanın fazla ve aşırı olmasına الإضاءة denilmektedir. Ayrıca نور kelimesi ضياء’dan daha genel bir ifade olup zayıf veya kuvvetli tüm ışıklar için kullanılır. Buna karşın ضياء’nın ışığı نور’dan çok daha kuvvetlidir. ضياء ışık kaynağı olduğu için Güneş’e, نور ise ışığını güneşten aldığı için Ay’a izafe edilir. Bunun delili şu ayettir: هُوَ الَّذٖى جَعَلَ الشَّمْسَ ضِيَاءً وَالْقَمَرَ نُورًا “O, Güneş’i bir ışık (kaynağı), Ay’ı da bir aydınlık (kaynağı) kılandır.” (Yūnus 10/5). Bu manalar, sözü edilen kelimelere verilen asıl anlamlar olmasına karşın Araplar her iki kelimeyi de birbirlerinin yerine kullanılmaktadır (ʿAskerī, el-Furūḳu’l-Luġaviyye, 311; Cezāirī, Furūḳu’l-Luġāt, 162; Zemaḫşerī, el-Keşşāf, 192; İbn ʿĀşūr, et-Taḥrīr, 11/94; Yesūʿī, Ferāʾidu'l-Luġa, 178; Ebū’l-Beḳā, el-Kulliyyāt, 578).