Büyük(lük) - Yüce(lik)

اَلْجَدُّ|اَلْجَلَالُ|اَلْعَزِيزُ|اَلْعَظِيمُ|اَلْعَلِيُّ|اَلْكَبِيرُ|اَلْمَجِيدُ|اَلْوَجِيهُ

Müellif: Nurullah Denizer
Yayınlanma Tarihi: 11.06.2023            

 EL-CEDD | اَلْجَدُّ

Sözlükte el-cedd اَلْجَدُّ “büyük olmak; kesmek, parçalamak; pay/nasip” şeklinde üç aslî anlama sahiptir. جَدَّ الرَّجُلُ فِي عَيْنِي “O kimse gözümde büyüdü, büyük oldu.” cümlesinde جَدَّ fiil olarak “büyük olmak” demektir. Bir kimsenin işini ciddi yapması ve yürüyüşünde hızlı olması جَدَّ فُلاَنٌ فِي أَمْرِهِ وَسَيْرِهِ, işinde gayretli olması ve çabalaması ise أَجَدَّ الرَّجُلُ فِي أَمْرِهِ şeklinde ifade edilir. “Araziyi parçalara ayırdım.” anlamındaki جَدَدْتُ الْأَرْضَ ifadesinden hareketle bu kökün mutlak olarak kesmek manasında olduğu da kabul edilmiştir. Bu bakımdan جَدَدْتُ الثَّوْبَ elbiseyi düzeltmek için kesmeyi belirtir. ثَوْبٌ جَدِيدٌ yeni kesilmiş elbiseyi anlatır. Buradan hareketle جَدِيدٌ yeni olan her şey için kullanılagelmiştir. Kara parçası o noktada kesildiği için nehir kenarına ve araziyi keserek parçalara ayırdığı için dağlardaki yollara اَلْجُدَّةُ denilmiştir. Dedeye اَلْجَدُّ, eğlence ve mizahın zıddına اَلْجِدُّ ve rızık bakımından nasipli kimseye رَجُلُ جَدِيدٌ denilir (Ḫalīl b. ʾAḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/222-223; Ezherī, Tehību’l-Luġa, 10/456-459; İbn Fāris, Muʿcem, 1/406; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 88; Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 2/370; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 2/71).

Kur’an’da türevleriyle birlikte 10 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Büyüklük, azamet, kudret, celâl (el-Cinn 72/3). Bu ayette Allah’ın yüceliği ifade edildikten sonra onun hiçbir dost ve evlat edinmediği açıklanmıştır. 2. Yol (Fāṭır 35/27). 3. Yeni (er-Raʿd 13/5). (Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 13/432, 23/312-313; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 88-89; Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz, 309-310; Muḥammed Vāʿiẓ Zāde v.dğr., el-Muʿcem fī Fıḳhi Luġati’l-Ḳurʾān, 9/131-133; Kubeysī, Mevsūʿa, 2/477-479).

EL-CELĀL | اَلْجَلَالُ

Sözlükte el-celāl اَلْجَلَالُ bir şeyin “yüce, ulu ve büyük” olmasını ifade eden جَلَّ fiilinden türemiştir. Nitekim جَلَّ فُلاَنٌ فِي عَيْنِي “Falan kimse nazarımda yücedir.”, أَجْلَلْتُهُ ise “Onu azametli ve asil gördüm.” anlamında kullanılır. Her şeyin büyüğüne جُلٌّ denilir. Hayvanların üzerine örtülen örtü جُلُّ الدَّابَّةِ, gemi yelkeni ise جَلٌّ olarak adlandırılır. Bununla beraber جَلٌّ katı ve büyük cisimler için “taneleri ufak, narin, ince yapılı olan” anlamındaki دَقِيقٌ kelimesinin zıddı olarak da kullanılır. Bu nedenle deveye جَلِيلٌ, koyuna دَقِيقٌ denilir. Lafzen “Onun küçük olsun büyük olsun hiçbir şeyi yok.” şeklinde tercüme edilen مَا لَهُ دَقِيقَةٌ وَلَا جَلِيلَةٌ ifadesi, söz konusu kimsenin koyununun da devesinin de olmadığını belirtir. جَلاَلَةٌ kadri yüksek olmayı, جَلاَلٌ ise yücelik bakımından zirve noktasını ifade eder. Bundan dolayı sıfat olarak Allah’tan başkası için kullanılmaz (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/254; Ezherī, Tehību’l-Luġa, 10/486; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 6/405; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 94-95).

Kur’ân’da iki yerde geçmektedir. Bu yerlerde Allah’ın yüceliği ve kudreti anlamındadır (er-Raḥmān 55/27, 78). (Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 22/278; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 94-95; Zemaḫşerī, el-Keşşāf, 6/9; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 2/120-121).

EL-ʿAZĪZ | اَلْعِزّيزُ

Sözlükte el-ʿazīz اَلْعِزِيزُ “büyük ve yüce” demektir. “Kıymetli, saygın ve şerefli olmak” anlamındaki عَزَّ fiilinden türemiştir. Nitekim عَزَّ الرَّجُلُ cümlesi bu manadadır. “Düşkün, alçak ve hakir olma” anlamındaki ذَلَّ kelimesinin zıddıdır. عَزَّ فُلاَنٌ إِذَا قَوِيَ بَعْدَ ذِلَّةٍ cümlesi bir kimsenin düşkünlükten sonra güç ve kudret kazanmasını belirtir. عَزَزْتُ عَلَيْهِ birisinin kerem ve şeref bakımından başkasından üstün olmasını, عَزَّ عَلَيَّ ise bir işin zor ve ağır gelmesini bildirir. Kuvvetli yağmur مَطَرٌعِزٌّ ile ifade edilir. عَزَّ الشَّيْءُ bir şeyin kolaylıkla bulunamayacak kadar az ve ender olması durumunu anlatır ki bu şeye el-ʿazīz denir. el-ʿAzīz aynı zamanda Allah’ın sıfatlarından biri olarak O’nun hiçbir surette mağlup olmadığını ve hiçbir şeyin kendisine galip gelemeyeceğini beyan eder (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 3/145-146; Ezherī, Tehẕību’l-Luġa, 1/82; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 1/82-83; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 3/885-886; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 332-333).

Kur’ân’da türevleriyle birlikte 119 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Büyük, azametli, kudretli, yenilmez (el-Baḳara 2/129; el-ʿAnkebūt 29/26). 2. Gurur, hamiyet (el-Baḳara 2/206; Ṣād 38/2). 3. Üstün gelme, galip olma (Ṣād 38/23). 4. Zor, güç (et-Tevbe 9/128; İbrāhīm 14/20). 5. Destekleme, takviye etme (Yā-Sīn 36/14), (Ḥīrī, Vucūhu’l-Ḳurʾān, 235-236; Dāmeġānī, el-Vucūh ve’n-Neẓāʾir, 2/64-65; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 333; Kubeysī, Mevsūʿa, 8/302-303).

EL-ʿAẒĪM | اَلْعَظِيمُ

Sözlükte el-ʿaẓīm اَلْعَظِيمُ “büyük ve kuvvetli” demektir. “Büyük ve kuvvetli olmak” manasındaki عَظُمَ fiilinden türemiştir. عَظُمَ الشَّيْءُ “Bir şeyin kemiği büyük oldu.” anlamındadır. Nitekim عَظْمٌ “kemik”, ِعَظَمَةُ الذِّرَاع ise kolun kalın kısmı anlamındadır. Buradan istiâreyle gerek maddî gerekse manevî her şeyin büyük olanı için kullanılır. Zira عَظُمَ الرّجُلُ عَظَامَةً sözü bir kimsenin görüş ve anlayışının, şeref ve asaletinin yüceliğini ifade eder. Bir şeyin en büyük tarafı ve başlıca kısmı مُعْظَمُ الشَّيْءِ ile dile getirilir. Bir kimseyi yüceltmek ve büyüklemek anlamında ُعَظَّمَه ifadesi kullanılır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 3/186; İbn Fāris, Muʿcem, 4/355; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 5/1987-1988; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 339).

Kur’ân’da türevleri ile birlikte 128 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Kemik (el-ʾEnʿām 6/146; el-ʾİsrāʾ 17/49). 2. Saygı gösterme (el-Ḥacc 22/30, 32). 3. Büyük (el-Ḳaṣaṣ 28/79). Bu anlamdaki kullanımı Allah’ın azabının büyüklüğünü (el-Baḳara 2/7), haşir gününün dehşet ve azametini (el-Muṭaffifīn 83/5), bir beldenin önde gelen kişisini/reisini (ez-Zuḫruf 43/31) ve ahlakın en güzelini (el-Ḳalem 68/4) ifade eder. 4. Allah’ın ismi olarak “Büyük” ve “Yüce” (el-Baḳara 2/255). (Dāmeġānī, Ḳāmūs, 326-328; Kubeysī, Mevsūʿa, 8/433-434).

EL-ʿALİYY | اَلْعَلِيُّ

Sözlükte “büyük ve yüce” anlamındaki el-ʿaliyy kelimesinin aslı عَلَيَ şeklindedir. İllet harfi bazı kullanımlarda و olabilmektedir. عَلاَ يَعْلُو عُلُوًّا her şey için, عَلِيَ يَعْلَى عَلَاءً ise şeref ve mertebe olarak yüksekliği ifade etmek için kullanılır. اَلْعُلُوُّ büyük olmak, büyüklenmek ve mekân olarak yukarıda, yüksekte olmak anlamlarına gelir. ِAşağıda ve alçak olmayı ifade eden سُفْلٌ sözcüğünün zıddıdır. Iṣfehānī عَلَا formunun hem iyi hem kötü işler için عَلِيَ formunun ise yalnızca iyi işler için kullanıldığını aktarmıştır. Kralın yeryüzünde büyüklük taslaması ve zorbalık etmesi عَلَا مَلِكٌ فِي الْأَرْضِ şeklinde ifade edilir. تَعَالَى النَّهَارُ Güneş’in yükselmesini, فُلَانٌ مِنْ عِلْيَةِ النَّاسِ birisin şerefli ve üstün mertebeli kimselerden olmasını belirtir. At yarışta birinci geldiğinde onun bu galibiyeti اِسْتَعْلَى عَلَى الْغَايَةِ وَاسْتَوْلَى cümlesi ile dile getirilir. تَعَالَ emir kipinde muhatabın yüksek bir yere/makama çağırılması anlamını taşırken zamanla her türlü çağırma için kullanılır olmuştur. Yukarıda olması ve üzerinde bulunduğu nesneleri kapatması nedeniyle çardağa اَلْعِلِّيَّةُ, şan ve şeref sahibi kimselere اَلْعِلْيَةُ denilir. عَلْيَاءُ dağın tepesini, عِلَاوَةٌ “bir şeyin üst tarafı” anlamıyla ilişkili olarak baş ve boynu ifade eder. ٌعَلِيّ ve تَعاَلَي Allah için kullanıldığında O’nun, insanların ilminin ihata edip vasıflayabileceğinden daha yüce olmasını anlatır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 3/224-225; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 2/950; İbn Fāris, Muʿcem, 4/112-113, 118; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 6/2434; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 345-346).

Kur’an’da türevleriyle birlikte 70 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Allah’ın ismi olarak “Yüce” ve “Ulu” (el-Enʿām 6/100; el-Ḥacc 22/62). 2. Yüksek, yüce, üst taraf (Ṭā-Hā 20/4; 75; el-Ġāşiye 88/10). 3. Büyüklenmek, kibirlenmek, zorbalık yapmak (Yūnus 10/83; el-Ḳaṣaṣ 28/4, 83). 4. Üstün ve galip gelmek (Ṭā-Hā 20/64; el-Müʾminūn 23/91). 5. Emir kipinde “gel” (Ālu ʿİmrān 3/61). (Iṣfehānī, el-Mufredāt, 345-346; Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 4/96-97; Kubeysī, Mevsūʿa, 8/509-515).   

EL-KEBĪR | اَلْكَبِيرُ 

Sözlükte el-kebīr اَلْكَبِيرُ “büyük” demektir. “Büyük olmak, büyümek” anlamındaki كَبُرَ/كَبِرَ fiilinden türemiştir.  Nitekim كَبِرَ الرَّجُلُ bir kimsenin yaş olarak büyük olmasını ve كَبُرَ عَلَيَّ ذَالِكَ bir işin meşakkatli ve tahammül edilemez olduğunu ifade eder. “Küçük” anlamındaki صَغِيرٌ kelimesinin zıddıdır. Büyük ve küçük olmak birbirine itibarla değerlendirilir. Zira bir şeye nispetle büyük olan, başka bir şeye göre küçük kalabilir. Kimi zaman, cisimler gibi, bir bütünlük arz eden varlıkların kimi zaman da birbirinden ayrı varlıklar olarak değerlendirilen sayıların büyüklüğünü ve çokluğunu anlatmak için kullanılmaktadır. Büyüklük esasen somut varlıklar için kullanılıyorsa da istiare yoluyla soyut şeyler için de söz konusu olabilir. تَكَبُّرٌ ve اِسْتِكْبَارٌ “kibirlenmek ve büyüklenmek”, تَكْبِيرٌ ise “büyükleme ve ululama” anlamındadır. اَلْمَكْبِرُ ihtiyarlık, اَلْكِبْرِيَاءُ ise büyüklük ve azamet bildiren bir isimdir. اَلْكِبْرُ mecazen hata ve günah anlamında kullanılır. Bu doğrultuda büyük günah كَبِيرَةٌ diye isimlendirilir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 4/5-6; Ezherī, Tehību’l-Luġa, 10/209; İbn Fāris, Muʿcem, 5/153; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 2/801-802; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 420; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 2/119).

Kur’an’da türevleriyle birlikte 161 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Allah’ın ismi olarak “Büyük” (en-Nisāʾ 4/34; er-Raʿd 13/9). 2. Bir yerin makam, ilim ve görüş bakımından ileri gelenleri (el-ʾEnʿām 6/123; eş-Şuʿarā 26/49) 3. Günah (el-Baḳara 2/217; en-Nisāʾ 4/31). 4. Büyük (el-Kehf 18/49; Sebeʾ 34/3). 5. Ağır, zor (el-Baḳara 2/45, 143; eş-Şūrā 42/53). 6. Çok (el-Baḳara 2/282; et-Tevbe 9/121). 7. İhtiyarlık, yaşlılık (İbrāhīm 14/39; el-Ḥicr 15/54). 8. Kibir, böbürlenme (el-Baḳara 2/87; el-ʾAʿrāf 7/133). (Hārūn b. Mūsā, el-Vucūh ve’n-Neẓāʾir, 180-181; Dāmeġānī, Ḳāmūs, 397-398; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 420-423; İbnu’l-Cevzī, Nuzhe, 519-520). 

EL-MECĪD | اَلْمَجِيدُ

Sözlükte el-mecīd اَلْمَجِيدُ “büyük, yüce” demektir. “Şeref ve saygınlık bakımından nihai noktaya ulaşmak” anlamındaki مَجَدَ fiilinden türemiştir. Nitekim مَجَدَ الرَّجُلُ bir kimsenin yaptığı iş sebebiyle saygın ve şerefli olmasını ifade eder. Otlayan develerin doymaya yaklaşması karınlarının şişkinliğinden anlaşıldığı için مَجَدَتِ الْإِبِلُ, ilkbaharda bol çayırda develerini otlatanlara da أَمْجَدَ القَوْمُ إبِلَهُمْ denilir. Buradan hareketle şeref ve izzetin geniş olması مَجْدٌ olarak isimlendirilir. مَاجِدٌ ve مَجِيدٌ kerem, izzet ve şeref bakımından en üstün mertebede olan kimse, تَمْجِيدٌ ise “büyüklemek ve ululamak” anlamında kullanılır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 4/119; Ezherī, Tehību’l-Luġa, 10/683; İbn Fāris, Mucmelu’l-Luġa, 823; ʿAskerī, el-Furūḳu’l-Luġaviyye, 185; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 463; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 2/194).

Kur’an’da dört yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Allah’ın ismi olarak onun yüceliği, övgüye layık olması ve ihsanının çokluğu (Hūd 11/73). 2. Arş’ın şanı ve mertebesinin yüksekliği (el-Burūc 85/15). 3. Kur’an’ın, beşerin mislini getirmekten aciz olduğu yüce manalar ve hikmetleri ihtiva etmesi bakımından değerinin yüksekliği; dünya ve ahiret nimetlerini kapsaması, şeref ve bereketinin sonsuz olması (Ḳāf 50/1; el-Burūc 85/21). (Muḳātil, Tefsīr, 2/291; Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 12/485; ʿAskerī, el-Furūḳu’l-Luġaviyye, 185; Vāḥidī, et-Tefsīru’l-Basīṭ, 23/398; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 463-464; Ḳurṭubī, el-Cāmiʿ, 22/198; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 11/34).

EL-VECĪH | اَلْوَجِيهُ

Sözlükte el-vecīh اَلْوَجِيهُ “makam, şeref ve itibar sahibi” anlamına gelir. Bu sözcüğün kendisinden türediği وَجَهَ “bir şeyin önünde ve karşısında bulunmak; makam ve mevki sahibi olmak” manasındadır. Nitekim وَاجَهْتُ فُلاَنًا “Falan kimsenin karşısında durdum.” ve أوْجَهَهُ السُّلْطَانُ ise “Sultan onu şereflendirdi.” demektir. تَوَجَّهَ fiili ise bir tarafa dönmeyi ve yönelmeyi anlatır. Genel manada bir şeyin karşısında ve ön tarafında bulunmayı ifade eden ٌوَجْه insanın önünde bulunan, ilk göze çarpan ve vücudundaki en değerli uzuv olması hasebiyle yüz için kullanılır. وَجْهُ الْكَلَامِ sözden kastedilen anlamı, وَجْهُ الْقَوْمِ bir topluluğun itibar edilen ve önde gelen kimseleri, وَجْهُ النَّهَارِ günün başlangıcını ve ilk vakitlerini bildirir. جِهَةٌ “yan, yön, taraf”, جَاهٌ ise ”itibar, mertebe, kıymet” manasındadır. Bu iki sözcük ٌوَجْه kelimesinden taḳlīb yoluyla türemiştir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 4/349; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 1/498; Ezherī, Tehību’l-Luġa, 6/353; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 4/23; İbn Fāris, Mucmelu’l-Luġa, 3/917; İbn Sīde, el-Muḥkem, 4/397; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 513; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 2/322).

Kur’ân’da türevleriyle birlikte 78 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Şeref ve itibar sahibi, değerli (Ālu ʿİmrān 3/45; el-ʾAḥzāb 33/69). 2. Allah’ın rızası (el-ʾEnʿām 6/52; el-Kehf 18/28). 3. Yüz (Ālu ʿİmrān 3/106; el-Māʾide 5/6). 4. İlk, başlangıç (Ālu ʿİmrān 3/72). 5. Zat, benlik (el-Baḳara 2/112; el-ʾEnʿām 4/125). 6. Şeriat (el-Baḳara 2/148). (Dāmeġānī, Ḳāmūs, 482-483; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 514; Zemaḫşerī, el-Keşşāf, 1/569; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 13/49). 

KARŞILAŞTIRMA

el-Cedd, el-celāl, el-ʿaẕīm, el-ʿazīz, el-ʿaliyy, el-kebīr, el-mecīd ve el-vecīh  “büyük(lük) ve yüce(lik)” manası bakımından yakın anlamlı olsa da bu kelimelerin arasında bazı farklar vardır. el-Cedd kadir ve kıymet bakımından büyüklük ifade eder ve büyüklüğe gölge düşürecek hususlardan uzak olmayı anlatır.  el-Celāl sıfatların kemâline, el-kebīr zâtın kemâline, el-ʿaẕīm ise hem zâtın hem de sıfatların kemâline işaret eder. el-Celāl Allah’ın ismi olarak “şanı yüce, hamde layık olan” anlamına gelirken el-kebīr hamd sıfatını gerektiren şeylerle ilgilidir. el-ʿAzīz, güç ve kuvvetli oluşu sebebiyle kimsenin kendisini mağlup edemediği yüceliğe sahip olandır. el-ʿAẕīm, el-kebīrden üstün bir ifadedir. Zira el-ʿaẕīmin zıttı el-ḥaḳīr/düşkün, alçak; el-kebīrin zıttı ise eṣ-ṣaġīr/küçüktür. el-ʿAẕīm manalarındaki zıtlıktan ötürü el-ḥaḳīr olamaz. Bununla birlikte el-kebīr, el-ḥaḳīr olabilir. el-Kebīrden farklı olarak bir kimsenin el-ʿaẕīm şeklinde nitelendirilmesi için yöneticilik ve hükümdarlık vasfına sahip olması gerekir. Nitekim el-ʿaẕīm, kemâl bakımından kendisinden üstünü olmayanlar için kullanılır. el-ʿAẕīm yakınlığa, el-ʿaliyy ise uzaklığa delâlet eder. el-ʿAliyy ve el-kebīr hem maddî hem manevî büyüklük/yücelik için kullanılırken el-celāl yalnızca manevî bakımdan yücelik için kullanılır. el-Celāl, kudret ve kuvvet itibariyle diğer yöneticilerden daha üstün olan ve bu sebeple saygıyla anılan kimsedir. el-ʿAliyy, sıfatları münasebetiyle yüce olan; el-mecīd şanı yüce olan; el-vecīh ise makam ve mevkiye sahip olmayanlara nazaran büyük/yüce olan anlamına gelir (Ezherī, Tehību’l-Luġa, 10/455; ʿAskerī, el-Furūḳu’l-Luġaviyye, 183, 185; Bursevî, Furūḳ, 149, 152;  Yesūʿī, Ferāʾidu’l-Luġa, 209; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 8/213-214, 260; Necefī, et-Tuḥfetu’n-Niẓāmiyye, 78; Kubeysī, Mevsūʿa, 8/432).