Delil

اَلْبُرْهَانُ | اَلْبَصِيرَةُ | اَلْبَيِّىَةُ | اَلْحُجَّةُ | اَلدَّلِيلُ | اَلسُّلْطَانُ

Müellif: Mehmet Emin GÜZEL
Yayınlanma Tarihi: 26.12.2023            

EL-BURHĀN | اَلْبُرْهَانُ 

Sözlükte el-burhân اَلْبُرْهَانُ “kesin delil, delil için ileri sürülen açıklama” demek olup “beyazlamak” manasındaki بَرَِهَ fiilinin sonuna nûn harfinin eklenmesiyle türetilmiştir. Kökünün بَرْهَنَ olduğu; kendisinin de sonradan بُرْهَانٌ şekline dönüştüğü belirtilir. Nitekim وَقَدْ بَرْهَنَ عَلَيْهِ “Aleyhine delil getirdi.”; أَبْرَهَ “Açık delil getirdi.”; هَاتِ بُرْهَانَكَ “Delilini getir.”; زَيَّفَ بُرْهَانَهُ “Delilini çürüttü.” manasındadır. Bembeyaz tenli erkek için أبْرَهُ; kadın içinse بَرْهَاءُ kullanılır. Kesin delile el-burhân denilmesi açık ve her zaman kaçınılmaz olarak doğru olmasındandır. بَرِهَ الرَّجُلُ birisinin hastalıktan dolayı bozulan teninin iyileşip eski haline dönmesini ve أَبْرَهَ الرَّجُلُ harikulade şeyler ortaya koymasını anlatır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/135; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 3/1238; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 6/294-295; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 5/2078; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 45; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/58; Curcānī, Taʿrīfāt, 45; Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 2/242;  Lubnānī, Necʿatu’r-Rāʾid, 2/49).

Kur’an’da türevleriyle sekiz yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Delil, hüccet (el-Baḳara 2/11; el-Enbiyā 21/24). 2. Açıklama, Kur’ân, nübüvvet (en-Nisā 4/174). 3. Mucize (el-Ḳaṣaṣ 28/32; Yūsuf 12/24). Yūsuf 12/24. ِِayetteki el-burhân ilham olarak da açıklanmıştır (Muḳātil, el-Vucūh ve’n-Neẓāʾir, 172-173; ʿAskerī, el-Vucūh ve’n-Neẓāʾir, 134-135; Kubeysī, Mevsūʿa, 1/621-626).

EL-BAṢÎRA | اَلْبَصِيرَةُ 

Sözlükte el-baṣîra ُاَلْبَصِيرَة “delil, bilgi, bilinç, ibret, yuvarlanan kan damlası, zırh” anlamında olup “bilmek, görmek” manasındaki بَصُرَ fiilinden türemiştir. Nitekim بَصُرْتُ بِالشَّيْئِ “Bir şey hakkında bilgi sahibi oldum.”; بَصَّرَالشَّيْئَ “Bir şeyi öğretti.”; أَبْصَرَ الشَّيْئَ “Bir şeyi gördü.” demektir. Eniğin gözünü tam açtığını anlatmak için بَصَّرَ الْجَرْوُ تَبْصِيراً; emin olmak maksadıyla araştırmak için اِسْتَبْصَرَ; dininde ve dünyevi işlerinde bilinçlendiğini belirtmek için de  اِسْتَبْصَرَ فِي دِينِهِ وَأَمْرِهِ ifadesi kullanılır. فُلَانٌ ضَعِيفُ البَصِيرَةِ birisinin delilin zayıflığını ve فُلَانٌ حَسَنُ البَصِيرَةِ din konusunda bilgi sahibi olduğunu belirtir. بَصِيرَةٌ aklın/kalbin idrak yetisi, بَصَرٌ ise görme yetisidir. Bu kökten türeyen sözcüklerin ortak anlamı belirgin ve net olmaktır. Zira bir şeyi tarif etmek اَلتَّبْصِيرُ; düşünmek اَلتَّبَصُّرُ; aydınlık saçan nesne اَلْمُبْصِرَةُ; eşyanın görünen dış yüzeyi اَلْبُصْرُ; apaçık ve belirgin olan durum اَلْبَاصِرُ; bilinçli kişi اَلْبَصِيرُ; açık renkli kireç taşı اَلْبَصْرَةُ diye isimlendirilir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/141-142; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 1/312; İbn Fāris, Muʿcem, 1/253-254; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 2/591-592; İbn Sīde, el-Muḥkem, 8/315-318; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/62; Lubnānī, Necʿatu’r-Rāʾid, 2/51).

Kur’an’da türevleriyle 148 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Göz (el-Baḳara 2/7; el-Enbiyā 21/97). 2. Görmek (el-Baḳara 2/17; el-Aʿrāf 7/179, 195). 3. Allah’ın bir sıfatı olarak el-Baṣīr: “Gören” (el-İsrā 17/1). 4. Şuur, inanç (el-Aʿrāf  7/198; Ṣād 38/45). 5. Mucize (el-İsrā 17/59). 6. Aydınlık (en-Neml 27/86). 7. Apaçık (en-Neml 27/13). 8. Şahit (el-Ḳıyāme 75/14). 9. Öğüt, ibret (Ḳāf 50/8). 10. Kanıt, delil (el-Cāsiye 45/20). 11. Gözetlemek, izlemek (el-Ḳaṣaṣ 28/11; eṣ-Ṣāffāt 37/175). 12. Bilgi (Yūsuf 12/108) 13. Öğüt almak (el-Enʿām 6/104; el-Ḳaṣaṣ 28/72). (Ḥīrī, Vucūhu’l-Ḳurʾān, 69; Berīdī - Ḍāliʿ, Mevsūʿatu’l-Vucūh ve’n-Neẓāʾir, 162-164; Kubeysī, Mevsūʿa, 1/673-679).

EL-BEYYİNE | اَلْبَيِّىَةُ 

Sözlükte beyyine اَلْبَيِّىَةُ “delil, alamet/fark, apaçık şey” anlamında olup بَوَنَ/بَيَنَ kökünden türemiştir. Bu kökten türeyen sözcüklerde “açıklık, açık olma, açıklamak, fark ve netlik” anlamları öne çıkar. Nitekim بَانَ الشَّيْئُ “Açığa çıktı.”; اَبَانَ الشَّيْئَ “Bir şeyi ayırdı, açıkladı.”; بَيَّنَ “Açıkladı.”; تَبَيَّنَ الْاَمْرَ “Bir konuyu doğruluğundan emin olmak için araştırdı.” ve إِسْتَبَانَ “İyice kavrayana kadar bir konu hakkında düşündü.” manasındadır. مِنْ بَيِّنَاتِ الْكِرَامِ اَلتَّوَاضُعُ “Tevazu, asil insanların alameti farikalarındandır”; جَاءَ بِبَيِّنَتِهِ “O, delilini getirdi.” demektir. Meramı açığa çıkarttığından söz اَلْبَيَانُ; fasih sözlü kişi اَلْبَيِّنُ; ayrılık اَلْبَيْنُونَةُ; ayrım veya fark اَلْبَيْنَ/اَلْبُونُ; iki yer arasındaki sınır bölgesi اَلْبِينُ; iki şeyin arasında بَيْنَ; diğerlerinden farklı olduğu için gagası ve ayakları kırmızı renkli karga غُرَابُ الْبَيْنِ  ve kocasından dönüşü olmayan bir talakla boşanmış kadın اَلْبَائِنَةُ olarak isimlendirilir. Kelime kökü bir şeyin belirmesi veya apaçık ortaya çıkmasını da belirtir. Zira قَدْ بَيَّنَ الصُّبْحُ لِذِي عَيْنَيْنِ sabahın gözü olan herkes için ayan beyan ortada olduğunu anlatır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/176; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 1/382; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 15/495-503; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 5/2082-2084; İbn Sīde, el-Muḥkem, 10/503-508; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/88; Tehānevī, Keşşāfu ʾIṣṭılāḥāti’l-Funūn, 1/357).

Kur’an’da türevleriyle 523 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Apaçık delil (el-Baḳara 2/87; el-Enfāl 8/42). 2. Apaçık, açıklayıcı  (el-Baḳara 2/211; Ālu ʿİmrān 3/97). 3. Apaçık, hakkı batıldan ayıran (en-Nisā 4/101; ez-Zuḫrūf 43/2). 3. Açıklayıcı (eṭ-Ṭalāḳ 65/1). 4. Açıklama (Ālu ʿİmrān 3/138). 5. Önünde, birlikte, arasında anlamında zarf (el-Baḳara 2/66; el-Cinn 72/27). 6. Göstermek, ortaya koymak, açıklamak (el-Ḥadīd 57/17; el-Ḥacc 22/5). 7. Belli olmak, ortaya çıkmak (İbrāhīm 14/45; el-Ḥucurāt 49/6). (İbn Sīde, el-Muḥkem, 10/503-506; Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz, 1/251-252; Kubeysī, Mevsūʿa, 2/71-78).

EL-ḤÜCCE | اَلْحُجَّةُ 

Sözlükte el-ḥücce اَلْحُجَّةُ “tartışmada hasmı yenmeye yarayan ve maksadı açıklayan delil” demektir. “Yönelmek; delil getirmek, kanıt sunmak” anlamındaki حَجَّ fiilinden türemiştir. Kök olarak “yönelmek” anlamının delille ilişkisi delilin, istenen ve talep edilen gerçek olması ve amaca ulaştırmasındandır. Nitekim حَجَجْتُهُ “Ona karşı delil getirdim.”; حَاجَجْتُهُ “Delillerimle onu alt ettim.”; لَجَّ فَحَجَّ “Mücadelede direndi ve hasmını alt etti.”; إِحْتَجَّ بِالشَّيْئِ “Bir şeyi delil edindi.” manasındadır. اَلتَّحَاجُّ “mücadele etmek” ve رَجُلٌ مِحْجَاجٌ “mücadeleci adam” için kullanılır. Kelime yönelmeyle ilişkili olarak ziyaret etme, saygı gösterme ve baş eğmeyi de belirtir. Bu bağlamda حَجَّ عَلَيْنَا فُلاَنٌ “Falanca bizi ziyarete geldi.”; حَجُّوا عِمَامَتَهُ “Onun sarığına saygı gösterdiler”; َحَمَلُوا ثُمّ حَجْحَجُوا “Saldırdılar, sonra baş eğdiler.” anlamını ifade eden cümlelerdir. Kutsal bir varlığa veya ibadet amaçlı Beytullah’a yönelme ve ziyaret اَلْحَجُّ; ziyaretçi اَلْحَاجُّ; kafa travmalarında beyne zarar verecek kanama veya kemik parçası olup olmadığını anlamak maksadıyla yaranın açılıp incelenme اَلْحَجُّ; yarayı incelemek için kullanılan sonda alet اَلْمِحْجَاجٌ ve menzile ulaştırdığından dolayı ana yol اَلْمَحَجَّةُ olarak isimlendirilir. اَلْحَجَاجُ göz çukuru; اَلْحِجَّةُ kulak memesi ve yıl; اَلْحَجْحَجَةُ geri çekilme; اَلْحُجَجُ çukurlu yol; اَلتَّحَجْحُجُ bir yere temelli yerleşmedir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/286-287; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 1/86-87; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 3/387-390; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 2/291-292; İbn Fāris, Muʿcem, 2/29-31; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 1/303-304; İbn Sīde, el-Muḥkem, 2/480-484; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 107-108; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/169; Curcānī, Taʿrīfāt, 85-86; Lubnānī, Nucʿatu’r-Rāʾid, 2/49; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 2/196-200).

Kur’an’da türevleriyle 33 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Mücadele etmek, tartışmak (el-Baḳara 2/139; Ālu ʿİmrān 3/20). 2. Delil (el-Baḳara 2/150). 3. Hasmı susturan kesin delil (el-Enʿām 6/149). 4. Bahane (en-Nisā 4/165). 5. Kabeyi ziyaret etmek (el-Baḳara 2/196) 6. Yıl, sene (el-Ḳaṣaṣ 28/27). (Dāmeġānī, el-Vucūh ve’n-Neẓāʾir, 1/292; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 107-108; Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 2/431-432; Berīdī - Ḍāliʿ, Mevsūʿatu’l-Vucūh ve’n-Neẓāʾir, 300; Kubeysī, Mevsūʿa, 3/67-75; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 2/198-200).

ED-DELÎL | اَلدَّلِيلُ 

Sözlükte ed-delîl اَلدَّلِيلُ “rehber, işaret, kanıt” olup “göstermek” manasındaki دَلَّ fiilinden türemiştir. Nitekim دَلَلْتُ فُلانا عَلى الطَرِيقِ birisine yolu tarif etmeyi ifade eder. هُوَ دَلِيلُ الْمَفَازَةِ “O, sahra kılavuzudur.”; لِي عَلَى ذلِكَ دَلَائِلُ “Benim buna dair delillerim var.”; تَنَاصَرَتْ أَدِلَّةُ الْعَقْلِ وَأَدِلَّةُ السَّمْعِ “Aklî ve semʿî deliller birbirlerini destekledi.” anlamındadır. Herhangi bir işe öncülük edene اَلدَّالُّ; yol gösterdikleri için kılavuz işaretlere اَلدُلََالَةُ; alım satım akdine öncülük ettiğinden simsara اَلدَّلَّالُ; kılavuz veya simsar ücretine اَلدِّلَالَةُ; kibirli ve yaptığı iyiliği başa kakan kişiye اَلْأَدَلُّ; vakur ve ağırbaşlı duruşa اَلدَّلُّ; kadının kendisini eşine farklı göstermeye çalıştığından nazlanmasına اَلدَلُّ ve nazlı kadına اَلدَّالَّةُ denilir. مَا أحْسَنَ دَلَّهُ “Onun duruşu ne kadar da güzel!”; اَلدَّالُ عَلَى الْخَيْرِ كَفَاعِلِهِ “Hayra öncülük eden hayrı yapan gibidir.”; اَلْبَازِي يُدِلُّ عَلَى صَيْدِهِ “Şahin, avının tepesine çöker.”; اَلرَّجُلُ يُدِلُّ عَلَى اَقْرَانِهِ فِي الحَرْبِ “Adam savaşta akranlarını tepeler.”; أدَلَّ فَأَمَلَّ  “Nazlandı ve usandırdı.”;  تَدَللتِ المرأة على زوجها “Kadın kocasına karşı nazlandı.”;  َأَدْلَلْتُ الطَّرِيقُ “Yolu buldum.”;  ُاَدَلَّ  الذِئْب “Kurt göçsüzleşti.”  ve ُ تَدَلْدَلَ الشَّيْءُ “ Çalkantılı oldu.” anlamında kullanılan ifadelerdir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 2/42-43; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 1/114; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 9/259; İbn Fāris, Muʿcem, 2/259-260; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 4/1698-1699; İbn Sīde, el-Muḥkem, 9/269-271; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/295; Ebū’l-Beḳā, el-Kulliyyāt, 439).

Kur’an’da türevleriyle yedi yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Göstermek (el-Ḳaṣaṣ 28/12; Sebeʾ 34/14). 2. Kanıt (el-Furḳān 25/45). (Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 19/242-243; Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz, 1/515, 2/20-22; İbn ʿĀşūr, et-Taḥrīr, 19/42; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 3/257-258).

ES-SULṬĀN | اَلسُّلْطَانُ

Sözlükte es-sulṭān اَلسُّلْطَانُ “hüccet, hükümranlık, hükümran” anlamındadır. “Baskın olmak, üstün gelmek” manasındaki سَلَطَ fiilinden türemiştir. Nitekim سَلُطَتِ الْمَرْأَةُ “Kadın uzun dilli oldu.” ve  قد سَلَّطَهُ اللهُ فَتَسَلَّطَ عَلَيْهِمْ “Allah onu egemen kıldı, o da ona egemen oldu.” demektir. سُلْطَانٌ مُبِينٌ “Onun apaçık bir delili vardır.”; جَعَلْتُ لَهُ سُلْطَانًا عَلَى أَخْذِ حَقّيِ مِنْ فُلَانٍ “Ona falanca şahıstan hakkımı alma yetkisini verdim.”; كُنْ فِي مَجْلِسِ السُّلْطَانِ أَعْمَى “Sultanın meclisinde kör ol.”  manasındadır. Bu kökten türeyen sözcükler çoğunlukla güç, aşırılık, sivrilik ifade eder. Bu bağlamda birine musallat olma, kin ve nefret اَلسَّلِيطُ; keskinlik ve hiddet اَلسَّلَاطَةُ; sivri dilli yaygaracı kişi سِلِطّاَنَةٌ; ateşin harlanması سُلطَانُ النَّارِ; kanın kaynaması سُلطَانُ الدَّمِ; güçlü ve uzun toynaklar سَنَابِكٌ سَلِطَاتٌ; anahtar dişleri المَسَالِيطُ ve uzun ince ok  اَلسَّلَطَةُ şeklinde adlandırılır.  اَلسَّليِطُ aydınlanmak için kullanılan yağdır. es-Sulṭān lafzının kelime kökünde bulunan aydınlanma ile ilişkisi bulunmaktadır. Zira delil hem akla egemen olur hem de gerçeğin ortaya çıkmasına vesile olmak suretiyle aydınlanma sağlar (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 2/264; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 2/836; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 12/334-336; İbn Fāris, Muʿcem, 3/95; İbn Sīde, el-Muḥkem, 8/434-435; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/468).

Kur’an’da türevleriyle 39 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Delil (Yūnus 10/68; el-Kehf 18/15). 2. Hükümranlık, egemenlik (İbrāhīm 14/22; eṣ-Ṣāffāt 37/30). (Muḳātil, el-Vucūh ve’n-Neẓāʾir, 98-99; Ḥīrī, Vucūhu’l-Ḳurʾān, 177; Dāmeġānī, el-Vucūh ve’n-Neẓāʾir, 1/412-413; Kubeysī,, Mevsūʿa, 6/195-201).

KARŞILAŞTIRMA

el-Burhân, el-baṣîre, el-beyyine, el-ḥücce, ed-delîl ve es-sulṭān “delil” bakımından yakın anlamlı olsa da bu kelimelerin arasında bazı farklar vardır. el-Burhân; bir şeyin doğruluğunu ispat etmeye, hakkı batıldan ayırmaya yarayan ve sonucu itibariyle kesin bilgi gerektiren, açık ve her durumda doğru olan en kuvvetli delildir. el-Burhân deliliyle bir hakikatin bilgisine ulaşmaktan ziyade o bilginin zihinde perçinlenmesi amaçlanır. Bu bağlamda Kur’ân’da mucizelere el-burhân denmiştir. el-Baṣîre, açık ve net olan delildir; başta görme yetisi olmak üzere bilgi vasıtaları aracılığıyla akılda işlenen bilginin kalpte damıtılması sonucu bilinç ve şuura dönüşmesi demektir. Diğer bir ifadeyle kalbin idrak yetisidir. Bu yönüyle kesin bilgiye götüren el-burhân ile aralarında sebep-müsebbep ilişkisi olduğu söylenebilir. el-Beyyine, bir iddianın ispatına yarayan soyut veya somut apaçık olan ve bu özelliği ile diğerlerinden ayrılan delildir. Kur’ânî bağlamda el-beyyine, münkirini cezaya dûçâr bırakan delil için de kullanılmıştır. el-Ḥücce, iki zıt görüşten birinin doğruluğunu ispata yarayan ve hasma galip gelmek maksadıyla öne sürülen delildir. Zihindeki tesiri açısından el-hücce de el-burhân gibi kati bir delildir ve genelde hüccette doğru maksat aranır. el-Delîl, bilinçli olsun veya olmasın bir şeyin bilgisine ulaştıran şeydir. Bilgiyi zihne ulaştırma vasıtalarından olan ed-delîl daha çok somut bir kanıt olup sonucu itibariyle zan ifade eder. es-Sulṭān, zihne ve kalbe egemen olan çürütülmesi imkânsız kuvvetli delildir. Bundan dolayı Kurânî bağlamda el-beyyine gibi münkirini cezaya dûçâr bırakan delili de ifade eder. Hasmı alt etmeye ve onda egemenlik kurmaya yarayan bu güçlü delil soyut veya somut bir şey olabilir. Ancak el-beyyine delilinde açıklık, sulṭān delilinde ise egemenlik vasfı ön plana çıkar (ʿAskerī, el-Furūḳu’l-Luġaviyye, 70-72; ʿAskerī, el-Vucūh ve’n-Neẓāʾir, 134-135, 255; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 45, 49, 68, 107, 171, 238; Yesūʿī, Ferāʾidu'l-Luġa, 30-31; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 5/216; Kubeysī,, Mevsūʿa, 1/621-622, 3/65, 6/193).