Birleştirmek - Toplamak

أَلَّفَ | أوْعَى | جَبَى | جَمَعَ | حَشَرَ| خَزَنَ | ذَخَرَ| رَكَمَ | صَفَّ | ضَمَّ | قَرَنَ | كَنَزَ| لَمَّ | وَسَقَ | وَصَلَ | وَفَّقَ

Müellif: Mahmut Sami Çöllüoğlu
Yayınlanma Tarihi: 03.10.2023            

ELLEFE | أَلَّفَ 

Sözlükte ellefe َأَلَّف “arasını bulmak ve kaynaştırmak” manasındadır. “Birine veya bir şeye alışmak; hayvanın uysallaşması; bağlı kalmak, ayrılmamak; birleşmek” anlamlarına gelen َأَلِف kökünden türemiştir. Çoğunlukla بَيْنَ edatı ile “birbiriyle birleştirilen, yakınlaştırılan” şeyler için kullanılır. Nitekim أَلِفْتُ اْلمَكَانَ إِِلْفاً bir mekâna alışmayı, أَلّفْتُ بَيْنَ القَوْمِ تَأْلِيفاً ise bir topluluğun arasını bulmayı ve onları kaynaştırmayı bildirir. أَلْأُلْفَةُ “uyumlu olmak, samimiyet, kaynaşma, bir arada olma”; مُؤَلَّفٌ ise “birleştirilmiş, kaynaştırılmış” demektir. ألَّفَ الكِتاَبَ والشِّعْرَ birisinin kitap ve şiir yazmasını;  آلفْتُ فلاناً الشيءَ إِيلاَفاً birisini bir şeye alıştırmayı anlatır. Çoğulu آلاَفٌ  ve أُلوُفٌ şeklindeki أَلْفٌ sözcüğü “bin” sayısını ifade eder. Bu ismi almasının nedeni sayıların onda kaynaşmış olmasıdır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/79-80; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 2/1091; Ezherī, Tehību’l-Luġa, 15/378-380; İbn Fāris, Muʿcem, 1/131-132; İbn Sīde, el-Muḥkem, 10/403-404; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 20-21; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 1/117-118). 

Kur’an’da türevleriyle 22 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Yakınlaştırmak, birbirinin arasını bulmak, birleştirmek (Ālu ʿİmrān 3/103; el-ʾEnfāl 8/63; en-Nūr 24/43). 2. Isındırılmış, birleştirilmiş (et-Tevbe 9/60). 3. “Bin” sayısı (el-Baḳara 2/96; Ālu ʿİmrān 3/124). 3. Alıştırma, alışma (Ḳurayş 106/1-2). (Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 5/649-650; Ebū Ḥayyān, el-Baḥru’l-Muḥīṭ, 6/426; Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz, 1/100-101).  

EVʿĀ | أَوْعَى 

Sözlükte evʿā أَوْعَى “bir şeyi kapta toplamak, birleştirmek, tamamını içine almak” manasındadır. “Kemiğin kırıldıktan sonra kaynaması, iyileşmesi; bir sözü ezberlemek; bir şeyin birleşmesi; anlamak, kavramak ” anlamlarına gelen وَعَى kökünden türemiştir.  وَعَتِ الْمِدَّةُ فِي الْجُرْحِ yaranın irin toplamasını; وَعَيْتَهُ فِي نَفْسِهِ bir kişinin bir şeyi kavrayıp anlamasını; أَوْعَى اَلشَّيْءَ فِي الْوِعَاءِ ise bir şeyi kapta toplayıp muhafaza etmeyi bildirir. وِعَاءٌ içinde bir şeyin toplandığı ve korunduğu kaptır. وَاعِيَةٌ/وَاعٍ sözcüğü ses, gürültü, ölünün ardından bağrışma, feryat etme anlamının yanı sıra gözetme, koruma manasını da taşır. Nitekim ِسَمِعْتُ وَاعِيَةَ الْقَوْم cümlesi “Topluluğun feryadını işittim.”; نِعْمَ وَاعِي الْيَتِيمِ  ise “Yetimin velisi, ne iyidir!” demektir. ٌٌأُذُنٌ وَاعِيَة tabiri kulağın duyduğunu anlayıp idrak etmesini anlatır (Ḫalîl b. Aḥmed, Kitâbu’l-ʿAyn, 4/385; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luğa, 1/243; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 3/259-260; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 2/185; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 6/2525).

Kur’an’da türevleriyle yedi yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Bir şeyi toplamak/biriktirmek, birleştirmek (el-Meʿāric 70/18; el-ʾİnşiḳāḳ 84/23). 2. Bir şeyin/eşyanın içinde toplandığı kap (Yūsuf 12/76). 3. Kavramak, anlamak (el-Ḥāḳḳa 69/12). (Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 23/222; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 527-528; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 13/166-167; Kubeysī, Mevsūʿa, 12/436-437).   

CEBĀ | جَبَى 

Sözlükte cebā جَبَى “bir şeyi toplamak” anlamındadır. Nitekim جَبَيْتُ الْمَاءَ في الحَوْضِ cümlesi “Suyu havuzda topladım.”; جَبَيْتُ الْمَالَ ise “Malı topladım.” manasına gelir. جَبَىيْتُ/جَبَوْتُ الْخَرَاجَ جِبَايَةً/جِبَاوَةً istiâre yoluyla “Vergiyi tahsil ettim.” demektir.  اَلْجَبَا/ اَلْجَبَى, suyun içinde toplandığı havuz; uzaktan bakıldığında görünen kuyunun kazıldığı yer; kuyudan çıkarılan, kuyu etrafında (biriken, toplanan) toprak gibi anlamlar taşır. اَلْجِبَا/ اَلْجِبَى kuyudan çekilip havuzda biriktirilen ya da develerin içmesi için toplanan su; ٌجَابِيَةٌ ise geniş hacimli, büyük havuzdur. اِجْتَبَى mecâzen seçerek toplamayı bildirir (İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 2/1016-1017; İbn Sīde, el-Muḥkem, 7/510-512, 566; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 87; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/122; Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz, 1/305).   

Kur’an’da türevleriyle 12 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Toplamak (el-Ḳaṣaṣ 28/57). 2. Suyun toplandığı havuz (Sebeʾ 34/13). 3. Seçmek (el-ʾEnʿām 6/87). (Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 9/386, 18/289, 19/232; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 87-88; Kubeysī, Mevsūʿa, 2/439-444). 

CEMEʿA | َجَمَع

Sözlükte cemeʿa جَمَعَ “ayırmak, dağıtmak” anlamındaki فَرَّقَ fiilinin zıddı olup “bir araya getirmek/toplamak, birleştirmek, birlik oluşturmak” demektir. Nitekim جَمَعْتُ الشَّيْءَ المُتَفَرِّقَ فَاجْتَمَعَ “Dağınık olan şeyi bir araya getirdim ve o da toplandı.” manasındadır. Kazanılan, bir araya getirilen mal vb. şeyler için َجَمَعْتُ/جَمَّعْتُ الْمَال kullanılır.  اِجْتَمَعَ القَوْمُ اِجْتِماَعًا لِفَرَحٍ أَوْخُصُومَةٍ sevinç veya düşmanlık sebebiyle insanların bir araya gelmesini;  ًأَجْمَعْتُ عَلىَ الأَمْرِ إِجْمَاعا ise bir konuda karar kılmayı ve anlaşmaya varmayı anlatır. جَمْعٌ cemaat, insan topluluğu; ٌجَامِع ise birleştiren anlamında olup أَمْرٌ جَامِعٌ tabiri insanları bir araya getiren durumu belirtir. مُجْتَمِعٌ ve جَمِيعٌ toplanan, topluluk, ordu, kalabalık gibi manalara gelir. اَلْجُمُعُةُ/اَلْجُمْعَةُ  ise insanların kendisinde toplandığı günün özel ismidir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/259; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 1/396-398; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 3/1198-1200; İbn Sīde, el-Muḥkem, 1/347, 350).

Kur’an’da türevleriyle 129 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1.Toplamak, bir araya getirmek, birleştirmek (el-Kehf 18/99; et-T󠄡eġābūn 64/9). 2. Topluluk, ordu (Ālu ʿİmrān 3/155; el-Ḳamer 54/45). 3. Toplanmak (el-ʾİsrā 17/88; el-Ḥacc 22/73). 4. Cuma günü (el-Cumuʿa 62/9). 5. Birleşme ve toplanma yeri  (el-Kehf 18/60, 61). 6. Kararlaştırmak, görüş birliğine varmak (Yūsuf 12/15, 102). 7. Bütün, topyekün, hep birlikte (el-Baḳara 2/29, 161). (Muḳātil, Tefsīr, 1/96, 153, 308, 2/548-549, 3/138; Ebu’s-Suʿūd, İrşād, 3/116, 191, 535-536, 557-558, 5/330, 339; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 2/126-127).

ḤAŞERA | حَشَرَ

Sözlükte ḥaşera حَشَرَ “sevk etmek, bir yerden sürmek; diriltmek, dirilmek; toplamak, bir araya getirmek; ucunu keskin hale getirmek” manalarına gelir. Nitekim حَشَرْتُ النَّاسَ insanları toplayıp bir araya getirmeyi, حَشَرَ الإِبِلَ ise develeri toplamayı anlatır. İnsanların mallarını, hayvanlarını yok eden ve onların kenar bölgelerden şehirlere inmesine ve oralarda toplanmasına neden olan sıkıntıların yaşandığı şiddetli sene mecazî bir anlatımla حشَرَتْهُمُ السَّنَةُ ile ifade edilir. حَشَرْتُ السِّكِّينَ والسِّنَانَ حَشْرًا bıçağın ve mızrağın ucunun sivriltildiğini belirtir. سَهْمٌ حَشْرٌ “ucu keskin ok”, حَرْبَةٌ حَشْرَة “keskin mızrak” demektir. الْحَشْرُ bir topluluğu yerinden çıkarmak ve onları savaş vb. şeylerle sürmek manasında olup sadece topluluklar için kullanılır. Bu yüzden kıyamet günü يَوْمُ الْحَشْرِ, insanların toplandığı yer ise الْمَحْشَرُ olarak isimlendirilmiştir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/319; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 4/177-178; İbn Fāris, Muʿcem, 2/66; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 2/630).   

Kur’an’da türevleriyle 43 yerde geçmektedir. Bu yerlerde manalardadır: 1.Toplamak, bir araya getirmek (en-Neml 27/83). 2. Sevk etmek, sürüklemek/çekmek (el-ʾEnfāl 8/36; el-Furḳān, 25/34). 3. Toplama, sürme (Ḳāf 50/44; el-Ḥaşr 59/2).  4. Diriltmek (Ṭā-Hā 20/124). (Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 16/200; Ḥakīm et-Tirmizī, Taḥṣīlu Neẓāʾiri’l-Ḳurʾān, 145; Beġavī, Meʿālimu’t-Tenzīl, 6/83; Kubeysī, Mevsūʿa, 3/299-301).

AZENE | خَزَنَ 

ٍٍSözlükte azene خَزَنَ “bir şeyi korumak, korunaklı bir yerde saklamak; depolamak/toplamak, yığmak” anlamına gelmektedir. Nitekim خَزَنْتُ الدِّرْهَمَ وغَيْرَهُ خَزْناً cümlesi para vb. maddi değeri olan bir şeyi saklayıp korumayı, خَزَنْتُ السِّرَّ فِي قَلْبِي ise sırrı kalpte gizlemeyi anlatır. خِزَانَةٌ  bir şeyin içinde saklandığı mekan ve mecazen de sırrın muhafaza edildiği yer olması bakımından kalp için kullanılır. Etin (bir yerde) depolanması nedeniyle kokup çürümesi/çürütülmesi kinâye yoluyla خَزَنَ اللَّحْمَ/خَزَنَ اللَّحْمُ şeklinde ifade edilir. Bir görüşe göre kelimenin bu manada kullanılması خَنِزَ fiilinden taklib yoluyladır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/406; el-Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 5/2108; İbn Fāris, Muʿcem, 2/179; İbn Sīde, el-Muḥkem, 5/99; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/245).     

Kur’an’da türevleriyle 13 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Depolayan (el-Ḥicr 15/22). 2. Hazine (el-Ḥicr 15/21).  3. Bekçi/koruyucu (ez-Zümer 39/71). (Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 14/47, 20/264; Māturīdī, Teʾvīlāt, 8/21, 23; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 3/54; Badawi - Haleem, Arabic-English Dictionary of Qur’anic Usage, 261).

ZEARA | ذَخَرَ

Sözlükte zeḫara ذَخَرَ “bir şeyi ihtiyaç zamanı için ayırmak, saklamak/gizlemek, muhafaza etmek, biriktirmek/toplamak” manasındadır. ذَخَرَ ile aynı anlamdaki اِذْتَخَرَ ‘ilâl kuralları gereği اِدَّخَرَ olmuştur. Nitekim ذخَرَ الشَّيْءَ ذَخْرََا وَذُخْراً وَادَّخَرَهُ ادِّخَارًا  “Bir şeyi sakladı, biriktirdi, topladı.” demektir. اَلذُّخْرُ saklanan ve biriktirilen şeyler için kullanılır. Bir mesel olan ذَخَرَ لِنَفْسِهِ حَديِثاً حَسَناً sonrası için bir kenara bir şey konulup saklandığında mecazen “Kendisi için güzel bir söz biriktirdi.” anlamına delalet eder. وَفُلاَنٌ ماَ يَذْخَرُ مِنْكَ نُصْحاً “Falan kimse senden (gelen) tavsiyeyi tutmaz (kulak ardı eder).” anlamına gelir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 2/67; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 7/321; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 177; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/310).      

Kur’an’da bir yerde geçmektedir. Bu yerde “toplamak/biriktirmek, saklamak” anlamında olup Hz. İsa’nın Allah’ın izni ile insanların evlerinde toplayıp sakladıkları şeyleri onlara haber vermesi anlatılır (Ālu ʿİmrān 3/49). (İbn ʿĀşūr, et-Taḥrīr, 3/252; Aḥmed Muḫtār, el-Muʿcemu’l-Mevsuʿī, 190; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 3/323-325). 

RAKEME | رَكَمَ 

Sözlükte rakeme رَكَمَ “bir şeyi birbiri üzerine yığmak, üst üste koymak/dizmek, yığın oluşturacak şekilde biriktirmek, bir araya toplamak” manasındadır. Nitekim  رَكَمَ المَتاَعَ  فارْتَكَمَ وتَرَاكَمَ cümlesi “Eşyayı üst üste topladı, yığdı. (Eşya) yığıldı, birikti.” anlamına gelir. Bulutun yoğun olduğu َتَرَاكَمَ السَّحَابُ ile ifade edilir. تَرَاكَمَتِ الأَشْغاَلُ وَارْتَكَمَتْ “İşler yığıldı, birikti.” demektir. ِتَرَاكَمَ لَحْمُ النَّاقَة  mecazen devenin etli-butlu ve besili olmasını, ٌنَاقَةٌ مَرْكُومَة ise besili deveyi anlatır. رُكَامٌ birbiri üzerine toplanıp küme oluşturan, yığılan kum, bulut, ordu vb. şeyler, ُاَلرُّكْمَة ise toplanmış, yığılmış çamur ya da toprak için kullanılır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 2/147; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 2/798; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 10/242; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/383).      

Kur’an’da türevleriyle üç yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Üst üste yığmak (el-ʾEnfāl 8/37). 2. Yığın/küme, yığılmış/birikmiş (en-Nūr 24/43; eṭ-Ṭūr 52/55). (Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 11/176; Beġavī, Meʿālimu’t-Tenzīl, 3/356, 6/53-54; İbn ʿAṭiyye, el-Muḥarraru’l-Vecīz, 8/100). 

AFFE | صَفَّ 

Sözlükte affe صَفَّ “insan, ağaç ve benzeri şeyleri düz bir çizgide dizmek” demektir. Nitekim  صَفَّ القومُ صَفًّا insanların namazda veya savaşta aynı hizada durup toplanmasını, صَفَفْتُ القَوْمَ فَاصْطَفُّوا ise insanları sıraya koyup dizmeyi ve onların da sıra sıra dizilmesini anlatır. صَفَّ الطَّائِرُ kuşun iki kanadını açıp uzatmasını, صَفَفْتُ اللَّحْمَ صَفّاً de kızartmak ya da kurutmak üzere eti enine kesmeyi bildirir. ِتَصَافّوُا عَلىَ الْمَاء  cümlesi ise “Suyun üzerinde (etrafında) toplandılar.” anlamına gelir. صَافَّةٌ/صَوَافٌّ “kesim için sıralanmış ve dizilmiş hayvanlar”, ٌمَصْفوُفَة “yan yana dizilip sıralanan varlıklar”, ُُاَلصُّفَّة ise “gölgelik” manasında kullanılır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 2/401; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 12/118-119; İbn Fāris, Muʿcem, 3/275; el-Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 4/1387; İbn Sīde, el-Muḥkem, 8/272-273).      

Kur’an’da türevleriyle 14 yerde geçmektedir. Bu yerlerde manalardadır: 1. Sıra sıra, saf saf dizilmiş  (eṭ-Ṭūr 52/20). 2. Saf tutmak, yan yana olmak (eṣ-Ṣaff 61/4). 3. Kuşların saf halinde uçup gitmesi (en-Nūr 24/41). (Māverdī, en-Nuket, 5/380-381; Beġavī, Meʿālimu’t-Tenzīl, 6/53, 8/108; Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz, 3/343-344).

AMME | ضَمَّ 

Sözlükte amme ضَمَّ “iki veya daha fazla şeyi bir arada toplamak; avucunu kapatmak; bir şeyi tutmak, kendine çekmek; kucaklamak/sarılmak” anlamlarına gelir. Nitekim ضَمَمْتُ الشَّيْءَ إِلَى الشَّيْءَ  “Bir şeyi, bir şeye kattım, birleştirdim, içine koydum.” ve وَاضْمُمْ مَتَاعَكَ فيِ وِعَائِكَ “Eşyanı, kabının içine koy.” demektir. ضَمَّ كَفَّهُ avucunu kapayıp elini yumruk yapmayı; ضَمَمْتُ فُلاَناً إِلَيَّ birisini yanına alıp çekmeyi; ضَمَمْتُهُ إِلَى صَدْرِي ضَمَّةً de kucaklayıp bağrına basmayı anlatır. الضِّمَامُ/الضُّمَامُ bir araya getirilen her şey, اَلْإِضْمَامَةُ  ise etnik kökeni aynı olmayan birbirine karışmış insan topluluğu manasındadır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 3/25; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 5/1972; İbn Sīde, el-Muḥkem, 8/166-167; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/587).         

Kur’an’da türevleriyle iki defa geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Kendine doğru çekmek (el-Ḳaṣaṣ 28/32). 2.  (Elinin koynuna) koymak, sokmak (Ṭā-Hā 20/22). Bu ayette Hz. Musa’nın elini koltuğunun altına  ve koynuna koyması, böylece bir mucize olarak alaca hastalığından kurtulmuş bir şekilde elinin bembeyaz çıkması anlatılmaktadır (Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 16/49; Ebū Ḥayyān, el-Baḥru’l-Muḥīṭ, 7/112; Ālūsī, Rūḥu’l-Meʿānī, 16/179; İbn ʿĀşūr, et-Taḥrīr, 16/208). 

ARANE | قَرَنَ 

Sözlükte ḳarane قَرَنَ “iki ve daha fazla şeyi birleştirmek, bağlamak, bir araya getirmek; bir cismin sert bir şekilde dışarı çıkması, tümsek/çıkıntı oluşturmak” anlamlarına gelir. Nitekim قَرَنْتُ الشَّيْءَ بِالشَّيْءِ iki şeyi birleştimeyi,  ِقَرَنْتُ البَعيِرَيْن (iki) deveyi ipe bağlamayı ve ِقُرِّنَتْ الأُسَارَى فِى الحِبَال esilerin iplere bağlanmasını anlatır. ُاَلاِقْتِرَان birleştirmek; الْقَرَنُ/الْقِرَانُ iki şeyi birbirine bağlayan ipe; اَلْقِرَانُ ise umre ile birleştirilen hac demektir. ٌقَرْن yaşça birbirinin akranı olan kimsedir. ٌقِرْن savaşta cesaret ve güç bakımından birbirinin dengi olan kimseyi, ٌقَرِين birbirinden ayrılmayan yakın arkadaşı, ِقَرِينَةُ الرَّجُل ise mecazen bir kimsenin hanımını belirtir. “Boynuz, tepecik/küçük dağ, saçın örgüsü/lülesi/perçemi” anlamına gelen ٌقَرْن, kelimenin kökündeki “dışarı çıkmak ve çıkıntı oluşturmak” manasıyla ilişkilidir  (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 3/382-384; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 2/793-794; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 401; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 2/73).         

Kur’an’da türevleriyle 36 defa geçmektedir. Bu yerlerde manalardadır: 1. Bağlamak/birleştirmek (zincirle) (İbrāhīm 14/49). 2. Birleşmek, birlikte/beraber olmak (ez-Zuḫrūf 43/53). 3. Dost, arkadaş (en-Nisā 4/38). 4. Nesil/Topluluk (el-Enʿām 6/6). 5. Güç yetirmek (ez-Zuḫrūf 43/13). 6. Zülkarneyn’in ismi ya da lakabı (el-Kehf 18/83). (Muḳātil, Tefsīr, 1/373, 550; Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 13/740; Māturīdī, Teʾvīlāt, 7/527; İbn ʿĀşūr, et-Taḥrīr, 16/18).

KENEZE | كَنَزَ

Sözlükte keneze كَنَزَ “mal biriktirmek, saklamak; malı toprağın içine gömmek; bir şeyi kabın içine bastırarak iyice doldurmak” anlamına gelir. Nitekim كنَزَ الْإِنْسَانُ مَالاً insanın mal biriktirmesini, كَنَزَ التَّمْرَ فِى الْوِعَاءِ hurmayı kaba, tıka basa doldurmayı ifade eder. ِكَنَزْتُ الْبُرَّ فِي الْجِرَابِ “Buğdayı çuvalda sakladım, muhafaza ettim.” anlamını taşır. Bir kabın içine doldurulan ya da toprağın içine elle veya ayakla iyice bastırmak suretiyle gömülen/dikilen her şey için كَنَزْتُ الشَّيْءَ كَنْزًا kullanılır. “Onlar mızrakları toprağa saplıyor, dikiyorlar.” manasındaki هُمْ يَكْنِزُونَ الرِّماحَ cümlesi buna delalet eder. “Gömülmüş mal ve hazine” anlamındaki اَلْكَنْزُ, aynı zamanda eşyanın içinde saklandığı kabın isimdir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 4/50; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 10/98; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 6/201; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 3/893).           

Kur’an’da türevleriyle dokuz kez geçmektedir Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Toplamak, biriktirmek (et-Tevbe 9/34, 35). 2. Hazine/define, gömülü değerli eşya (el-Kehf  18/83). (Ebū Ḥayyān, el-Baḥru’l-Muḥīṭ, 5/37; Ebu’s-Suʿūd, İrşād, 2/547; Ālūsī, Rūḥu’l-Meʿānī, 16/12-13; Badawi - Haleem, Arabic-English Dictionary of Qur’anic Usage, 821). 

LEMME | لَمَّ 

Sözlükte lemme لَمَّ “toplamak, birleştirmek, düzene koymak; hafif deli olmak” anlamındadır. Nitekim “Onun dağınık halini derleyip topladım.” manasında لَمَمْتُ شَعْثَهُ cümlesi kullanılır. Tirit (yemeğini) büyük lokmalar halinde yiyen obur kimseden bahsederken الْآكِلُ يَلُمُّ الثَّرِيدَ ya da يَأكُلُهُ أَكْلاً لَمّاً diye söylenir. لَمَمْتُهُ أَجْمَعَ حَتَّى أَتَيْتُ عَلىَ آخِرِهِ “Sonuna varıncaya kadar hepsini topladım (silip süpürdüm).” anlamını taşır.  اَللُّمَةُ insan topluluğu, مِلَمٌّ aşiretini bir araya getiren kimse, مَلْمُومَةٌ ise bir araya toplanmış düzenli askeri birlik için kullanılır. اللَّمَمُ arada bir işlenen eylemi veya küçük kabahati bildirir. فُلاَنٌ لاَ يَأتِينَا إِلَّا لَمَماً ile bir kimsenin birisinin yanına nadiren geldiği ifade edilir. Kendisinde hafif delilik bulunan kimse رَجُلٌ مَلْمُومٌ şeklinde isimlendirilir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 4/102; İbn Fāris, Muʿcem, 5/197; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 5/2031-2033; Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 4/442). 

Kur’an’da türevleriyle iki kez geçmektedir. Bu yerlerde manalardadır: 1. Birleştirme, birbirine katma (el-Fecr 89/19). Bu ayette kişinin hakka hukuka riayet etmeden başkalarının miras payını kendi payıyla birleştirmesi, mirasa konu olan ne varsa alması anlatılır. 2. Küçük kusur ve günah (en-Necm 53/32). Bu ayetteki günahlar dünyada ve ahirette had cezası gerektiren fiiller dışında arada sırada işlenen küçük kabahatler olarak değerlendirilmiştir (Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 26/68-69; Rāzī, Mefātīḥu’l-Ġayb, 29/9; Ālūsī, Rūḥu’l-Meʿānī, 30/127; el-Kubeysī, Mevsūʿa, 10/742-744).

VESEA | وَسَقَ 

Sözlükte veseḳa وَسَقَ “bir şeyi toplayıp taşımak/yüklenmek; kovmak” manasındadır. Nitekim وَسَقْتُ الشَّيْءَ bir şeyi toplayıp sevk etmeye, اَلرَّاعِي يَسِقُ الإِبِلَ حَتَّى اِسْتَوْسَقَتْ de bir araya toplanması için çobanın develeri sevk etmesine delalet eder. لاَ أَفْعَلُ كَذَا وَكَذَا مَا وَسََقَتْ عَيْنِي الْمَاءَ ise “Gözüm su taşıdığı (gördüğü) müddetçe böyle yapmam.” anlamını taşır. Bir araya getirilen, toplanan ve taşınan her şey için bu ifade kullanılabilmektedir. اَلْوَسْقُ asıl olarak ölçülen ve tartılan yiyeceklerin bir araya getirilmesi ve toplanması manasında iken sonradan herkesçe bilinen yük ve yükün taşınmasıyla ilişkilendirilmiştir. Zira وَسَقْتُ الْبَعِيرَ وَسْقاً cümlesi devenin üzerine yük yüklemeyi bildirir. الْاِتِّسَاقُ ise bir şeyin toplanmasına, tamamlanmasına ve dolmasına delalet eder. Mecazen birinin işlerinin yolunda olduğunu ifade etmek için ُاِتَّسَقَ أَمْرُه veya أُمُورُ فُلاَنٍ مُتَّسِقةٌ tabiri kullanılır. ُُاَلْوَسِيقَة sözcüğünün deve sürüsü anlamında kullanılması kökün kovmak anlamıyla irtibatlıdır. Çünkü develerin (barınacağı bir yerde) toplanması için sevk edilmesi ve (oraya doğru) kovalanması gerekir. Dolayısıyla وَسَقَ الإبِلَ ile develerin kovalanarak bir araya toplandığı anlaşılır. وسَقَتِ النَّاقَةُ deve ve dışındaki hayvanların hamile kalması, وَسَقَتِ النَّخْلَةُ ise hurma ağacının meyvalı olması demektir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 4/370; el-Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 4/1566; İbn Sīde, el-Muḥkem, 6/528-529; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 2/333-334).

Kur’an’da türevleriyle iki yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Toplamak, taşımak (el-ʾİnşiḳāḳ 84/17). 2. Toplanmak, ayın dolunay haline gelmesi (el-İnşiḳāḳ 84/18). (Iṣfehānī, el-Mufredāt, 523; Rāzī, Mefātīḥu’l-Ġayb, 31/110; Ḳurṭubī, el-Cāmiʿ, 22/171; Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 5/215-216).

VEALE | وَصَلَ 

Sözlükte veṣale وَصَلَ “bitiştirmek, eklemek, bağlamak; ulaşmak; mensup” anlamına gelir. Nitekim وَصَلْتُهُ بِهِ وَصْلاً “Onu, ona bitiştirdim, ekledim.”; وَصَلَ كِتَابُهُ إلَىَّ وبِرُّهُ وُصُولاً “Bana onun kitabı ve iyiliği ulaştı.”;  وَصَّلَ الْحِباَلَ تَوْصِيلاً ise “İpi sıkıca bağladım.” demektir. وَصَلَ إِلَى بَنِي فُلاَنٍ وَاتَّصَلَ mecazen bir gruba katılmayı ve mensup olmayı; وَصَلَ رَحِمَهُ ise akrabalarına sevgi, şefkat göstermeyi ve onlarla ilgilenmeyi ifade eder. خَيْطٌ مُوَصَّلٌ birbirine bağlanmış ip, sicimdir.   Uçsuz bucaksız geniş araziye وَصِيلَةٌ denmesi bu arazinin parça parça değil bütün halinde olması; yerleşime elverişli ve verimliliğinden dolayı insanları bir araya getirmesi sebebiyledir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 4/376; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 12/234-235; İbn Fāris, Muʿcem, 6/115-116; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 5/1842-1843).

Kur’an’da türevleriyle 12 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Birleştirmek, bitiştirmek (el-Ḳaṣaṣ 28/51). 2. Ulaşmak/ilişmek (el-ʾEnʿām 6/136). 3. Mensup olmak/ katılmak (en-Nisā 4/90). 4. Vasîle. Cahiliye döneminde belli sayıda doğumdan sonra dişi yavru dünyaya getiren ve bazı dinî hükümlere ve âdetlere konu olan deve ya da koyun (el-Māʾide 5/103). (Muḳātil, Tefsīr, 1/509-510; Beġavī, Meʿālimu’t-Tenzīl, 3/192; Ālūsī, Rūḥu’l-Meʿānī, 20/94; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 13/136-137).

VEFFEA | وَفَّقَ 

Sözlükte “uygun olmak ve uygun bulmak” anlamındaki وَفِقَ kökünden türeyen veffeḳa وَفَّقَ “uygun hale getirmek, uzlaştırmak, aralarını bulmak, birleştirmek” manasındadır. Nitekim  ِوفَّقْتُ بَيْنَ الأَشْيَاءِ الْمُخْتَلِفَة cümlesi birbiriyle uyuşmayan, zıt olan şeylerin uyumlu hale getirilerek birleştirilmesini anlatır. وَافَقْتُ فُلَاناً عَلَى أَمْرٍ كَذَا cümlesi “Falan kimseyle bir konuda hemfikir oldum.”; كُنَّا مِنْ أَمْرِنَا عَلَى وِفَاقٍ “İşlerimizde uyumlu idik.”; لاَ يَتَفَوَّقُ عَبْدٌ حَتَّى يُوَفِّقَهُ اللهُ ise “Allah başarılı kılmadığı sürece hiçbir kul başarılı olamaz.” demektir. إِنَّ فُلَانًا مُوَفَّقٌ birisinin başarılı olmasını, وفَّقْتُ بَيْنَهُمَا de iki kişinin arasını düzeltip uzlaştırmayı belirtir. يَهْوِينَ شتَّى وَيَقَعْنَ وَفْقاً beyiti koşu halindeki atların sıçrayıp aşağıya düşerken ayaklarının ayrı olmasını ve yere bastıklarında birbiriyle uyumlu oluşunu ifade eder. حَلُوبَتُهُ وَفْقَ عِيَالِهِ ibaresinden ineğin sütünün ailesine yeterli olduğu anlaşılır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 4/388; Ezherī, Tehẕību’l-Luġa, 9/342; İbn Fāris, Muʿcem, 6/128; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 2/347). 

Kur’an’da türevleriyle dört yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Birleştirmek, aralarını bulmak, uzlaştırmak (en-Nisā 2/35, 62). 2. Başarı (Hūd 11/88). 3. Uygun olmak/uygun, uyumlu (en-Nebeʾ 78/26). (Ḳurṭubī, el-Cāmiʿ, 22/21-22; Ebū Ḥayyān, el-Baḥru’l-Muḥīṭ, 3/254; Ebu’s-Suʿūd, İrşād, 3/82; İbn ʿĀşūr, et-Taḥrīr, 5/107).

KARŞILAŞTIRMA

Ellefe, evʿā, cebā, cemeʿa, ḥaşera, ḫazene, eḫara, rakeme, ṣaffe, ḍamme, ḳarane, keneze, lemme, veseḳa, veṣale, veffeḳa “birleştirmek - toplamak” manası bakımından yakın anlamlı olsa da bu kelimelerin arasında bazı farklar vardır. Ellefe, bir şeyi birbirine kaynaştırmak, yapıştırmak suretiyle birleştirmektir. Ev‘ā, maddi olan şeyleri bir kapta veya bir mahalde; bilgi ya da fikir gibi manevî olan şeyleri ise zihinde, kalpte birleştirmek, toplayıp bir araya getirmektir. Cebā, daha çok (kendisi için) ayırmak, seçmek kaydıyla bir şeyi bir araya getirmek ve toplamaktır. Nitekim cebā kökü kendine yakınlaştırmak, özel kılmak bağlamında istiare yoluyla seçmek ve tercih etmek manasına delalet eder. Ceme‘a, maddi ve zihnî/düşünsel olarak birbirinden ayrı, dağınık olan şeyleri birbirine yaklaştırarak toplamak, bir araya getirmek ve birleştirmektir. Düşünce ve fikirlerin birleştirdiği insanlar, bir görüş üzerinde anlaşır ve ittifak eder. Ḥaşera, insanlar ve dışındaki varlıkları grup, cemaat mertebesinde sevk etmek için bir araya getirmek ve toplamaktır. Ḫazene, para vb. (maddi değeri olan) şeyleri emniyetli bir yerde toplayıp muhafaza etmek; sır, his/duygu gibi içsel olan ve manevi açıdan önem arz eden şeyleri içinde tutup saklamaktır. Ẕeḫara, bir şeyi daha sonra, ihtiyaç duyulduğunda faydalanmak üzere ayırmak, saklamak ve bir yerde toplamaktır. Rakeme; bir şeyi üst üste koymak, birbiri üzerine yığmak, yığın/küme oluşturmak suretiyle toplamadır. Ṣaffe, maddi-manevi, canlı-cansız şeyleri tek bir çizgi üzerinde toplayarak yan yana dizmek ve sıralamaktır. Ḍamme, bir şeyi bir şeyin içine koymak, (tutup) çekmek, eklemek suretiyle bir araya getirmek ve birleştirmektir. Genellikle bir araya getirilen, eklenen şeyler farklı türdendir. Dolayısıyla bir araya getirilen iki şeyin tek bir şey olduğu veya tek bir şey haline dönüştüğü söylenemez. Zira eklenen şey, eklendiği şeyin bütününün bir parçası durumundadır. Ḳarane, iki ve daha fazla şeyi sıkıca bağlayarak bir araya getirmektir. Bağlanarak birleştirilen iki şey veya daha fazlası kendi aralarında bağımsız bir şekilde yan yana olur veya (bir arada olmalarına neden olan) maksatların birinde birleşirler. Keneze, bir şeyi/malı korumak üzere bir yerde saklamaktır. Lemme dağınık haldeki şeyleri yaklaştırmak ve düzene sokmak suretiyle birbirine katmaktır. Veseḳa daha çok ayrı halde bulunan yüklenebilen, nakledilebilen, sevk edilebilen ve tamamlanabilen (ay gibi evreleri/ tahıl gibi ölçekli) şeyleri bir araya getirmek ve taşımaktır. Veṣale; birbirleriyle ilişkili olan şeyleri bir araya getirmektir. Veffeḳa; birbiriyle uyumsuz olan şeyleri/görüşleri birleştirmek ve uzlaştırmaktır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 4/376; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 2/825; İbn Fāris, Muʿcem, 5/197; el-Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 5/1842; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 20, 87, 401, 442, 523; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/122, 310, 2/334, 347; Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz, 1/100, 413,  3/344, 4/325; Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 3/98; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 1/118, 2/62-63, 126-127, 262, 3/54, 324, 6/308, 7/46, 9/275, 10/132, 263, 13/115, 166; Mīḳātī v.dğr, el-Ḳuṭūf, 27, 148, 918-919; Kubeysī, Mevsūʿa, 1/334, 7/152, 412, 12/449).