Direk

اَلرُّكْنُ | اَلْعِمَادُ | اَلْوَتَدُ

Müellif: Şeyma Ayrancı
Yayınlanma Tarihi: 09.04.2023            

ER-RUKN | اَلرُّكْنُ

Sözlükte er-rukn اَلرُّكْنُ “direk” demektir. “Bir şeye meyletmek, dayanmak” anlamındaki رَكَنَ fiilinden türemiştir. Bu çerçevede رَكَنْتُ إِلَيْهِ “Birisine sığındım.” denir. Mecazi olarak güç ve kuvvete delalet eder. Nitekim رُكْنُ الْإِنْسَانِ insanın gücü ve kuvvetini; رُكْنُ الشَّيْءِ bir şeyin en güçlü tarafını; هُوَ يَأْوِي إِلَى رُكْنٍ شَدِيدٍ bir güce sığınmayı ifade eder. er-Rukn ayrıca “evin köşesi, destek, dayanak ve ayak” anlamlarına gelmektedir. أَرْكَانُ الْعِبَادَاتِ ibadetlerin üzerine bina edildiği ve terk edilmesiyle geçersiz olduğu temeller; رُكْنُ الرَّجُلِ “kişiye destekçi olan kavmi ve kavmindeki insanların sayısı”; “رَجُلٌ رَكِيْنٌ “güçlü, itimat edilir ve vakur kimse” manasındadır (Ḫalīl b. ʾAḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 2/147-148; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 2/799; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 10/189-190; Curcānī, Taʿrīfāt, 117; İbn Fāris, Muʿcem, 2/430-431; İbn Fāris, Mucmelu’l-Luġa, 395; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 5/2126; İbn Sīde, el-Muḫaṣsaṣ, 12/301; İbn Sīde, el-Muḥkem, 6/802-803; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 203; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/383;  Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 3/98; el-Munāvī, et-Tevḳīf, 181). 

Kur’an’da türevleriyle birlikte dört yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Dayanmak, meyletmek, güvenmek (el-ʾİsrā 17/74; Hūd 11/113). 2. Destek, yardımcı (Hūd 11/80). 3. Güç, kuvvet (ez-Zāriyāt 51/39) (Māverdī, en-Nuket, 2/490; Vāḥidī, et-Tefsīru’l-Basīṭ, 11/502-504; Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz, 110-111; Aḥmed Muḫtār, el-Muʿcemu’l-Mevsuʿī, 214; Mīḳātī v.dğr, el-Ḳuṭūf, 402-403; Kubeysī, Mevsūʿa, 5/297-300).

EL-ʿIMĀD | اَلْعِمَادُ

Sözlükte el-ʿımād اَلْعِمَادُ “direk” demektir. Çoğulu اَلْعُمُدُ şeklinde gelir. “Bir şeye yönelmek ve dayanmak” anlamındaki عَمَدَ kökünden türemiştir. Nitekim عَمَدْتُ فُلَانًا ve اِعْتَمَدَ عَلَى شَيْءٍ cümleleri bir şeye dayanmayı ifade eder. اَلْعُمْدَةُ ise kendisine güvenilen ve dayanılan her türlü şey için kullanılır. اَلْعَمُودُ “çadırın ortasındaki direk, sopa; kalbi ve karaciğeri besleyen damar” gibi çeşitli anlamlara sahiptir. اَلْعَمِيدُ “reis, lider ve başkan” demektir. Mecazi olarak عَمُودُ الصُّبْحِ “sabahın ilk ışığı”; عَمُودُ النَّوَى “kervanın takip ettiği güzergah” şeklindeki kullanımları vardır. Kelime kökündeki bir şeye yönelmek anlamıyla ilişkili olarak birisini kasten öldürmek اَلْعَمْدُ ile anlatılır. Bu haliyle hataen bir eylemde bulunmanın zıddıdır (Ḫalīl b. ʾAḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 3/226-228; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 2/664-665; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 2/251-256; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 1/435-436; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 2/511-512; İbn Fāris, Muʿcem, 4/137-139; İbn Fāris, Mucmelu’l-Luġa, 628-629;  İbn Sīde, el-Muḥkem, 2/35-37; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 346-347; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/677-678;  Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 4/98-99; el-Munāvī, et-Tevḳīf, 247).

Kur’an’da türevleriyle birlikte yedi yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Kasten ve bilerek yapmak (el-Māʾide 5/33; el-ʾAḥzāb 33/5). 2. Kasıtlı olarak bir şey yapan kimse (en-Nisāʾ 4/93; el-Māʾide 5/95). 3. Direk ve sütun (el-Humeze 104/9; Luḳmān 31/10).  (Muḳātil, Tefsīr, 4/626; Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 13/408-412; Māverdī, en-Nuket, 3/92; Vāḥidī, et-Tefsīru’l-Basīṭ, 12/281; Beġavī, Meʿālimu’t-Tenzīl, 4/292; Rāzī, Mefātīḥu’l-Ġayb, 18/526; Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz, 1109-1110; İbn ʿĀşūr, et-Taḥrīr, 5/165; Aḥmed Muḫtār, el-Muʿcemu’l-Mevsuʿī, 325; Mīḳātī v.dğr, el-Ḳuṭūf, 716-717;  Kubeysī, Mevsūʿa, 8/520-524). 

EL-VETED | اَلْوَتَدُ

Sözlükte el-veted اَلْوَتَدُ “kazık çakmak, yerleştirmek, oturtmak” anlamındaki وَتَدَ kökünden türemiştir. Nitekim وَتَدْتُ الوَتَدَ وَتْداً cümlesinde bu mana vardır. Çoğulu اَلْأَوْتَادُ şeklindedir. el-Veted “kazık, direk”, kafatasında bulunan bir kemik” demektir. اَلوَتِدَانِ فِي الْأُذُنَيْنِ direğe benzediğinden ve yüksekçe durduğundan dolayı “kulağın ön tarafında bulunan çıkıntı” manasındadır. Kelimenin mecazî bağlamlarda kullanımları da vardır. Nitekim أوْتَادُ الْأرْضِ “dağlar”; أَذَلُّ مِنَ الْوَتِدِ “fikir sahibi olmayan, kolay boyun eğen”; وَتَدْتُ بالمَكَانِ “bir yerde kalmak, oradan ayrılmamak” ibareleri buna örnektir (Ḫalīl b. ʾAḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 4/345; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 1/391; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 14/148-149; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 9/333; İbn Fāris, Muʿcem, 6/83; İbn Fāris, Mucmelu’l-Luġa, 915; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 2/547; İbn Sīde, el-Muḫaṣsaṣ, 11/18-19; İbn Sīde, el-Muḥkem, 9/414; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 2/318; Curcānī, Taʿrīfāt, 41). 

Kur’an’da üç yerde geçmektedir. Bu yerlerde “kazık, direk” anlamındadır. Bu kullanımların ikisindeki (Ṣād 38/12; el-Fecr 89/10) “kazıklar sahibi Firavun” ibaresiyle Firavun’un sahip olduğu askerler, piramitler vb. güç ve otoritesinin unsurları kastedilmiştir. Diğer ayette  ise dağlar,  kazıklara ve direklere benzetilmiştir (en-Nebeʾ 78/7). (Iṣfehānī, el-Mufredāt, 511; İbn ʿĀşūr, et-Taḥrīr, 30/14-15, 30/542; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 13/16-18; Kubeysī, Mevsūʿa, 12/168-172).

KARŞILAŞTIRMA

el-ʿImād, er-rukn  ve el-veted  “direk, sütun ve destek” manası bakımından yakın anlamlı olsa da bu kelimelerin arasında bazı farklar vardır. el-ʿImād, isteyerek kendisine dayanılan ve yaslanılan şeydir. Eğriliği bulunmayan dosdoğru direk olup hem somut hem de soyut anlamda kullanılabilir. Daha çok kalıcı, anıtsal, muhkem, yüksek ve geniş yapı anlamlarını da ifade eder. er-Rukn sadece kendisine meyledilen sabit bir şey ve bir şeyin ayrılmaz parçası anlamına gelir. el-Veted bir yapıya sonradan dahil edilirken rukn ve ʿımādda böyle bir durum söz konusu değildir. Çünkü er-rukn ve el-ʿımād birbirini tamamlar. Ayrıca er-rukn bütünün bir bölümü anlamına gelirken el-ʿımād bir şeyin tamamını kapsar. er-Rukn kendisine istemsizce yönelinen, el-ʿımād ise kendisine isteyerek yönelinen manasında kullanılmıştır. Bir ev ʿımādsız; bir el-ʿımād  da el-vetedsiz olmaz. Nitekim el-veted ve el-ʿımād daha çok bir yere sabitlenen bir şeyi ifade eder. el-Veted, özellikle çadırları sabitlemek için yere çakılan yassı başlı nesnedir. Mecaz olarak da güç ve kuvvetle ilişkilendirilir. er-Rukn zayıf bir şeyin, kendisine yaslandığı destek ve dayanaktır (İbn ʿĀşūr, et-Taḥrīr, 23/220; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 4/234-237; 8/262-264; 13/16-18; Kubeysī, Mevsūʿa, 5/297, 12/168).