Keşke - Umulur ki

عَسَى | لَعَلَّ | لَيْتَ

Müellif: Zehra ORAN
Yayınlanma Tarihi: 28.08.2022            

ʿASÂ | عَسَى

Sözlükte ʿasâ عَسَا “kuvvet; şiddetlenme” anlamlarına gelmektedir. Nitekim bir şey şiddetlendiğinde عَسَا الشَّيْءُ ve yine bununla bağlantılı olarak çok yaşlı biri için شَيْخٌ عَاسٍ denir. ʿAsâ عَسَى ise mukârebe/yaklaşma fiillerinden olup beklenti ifade etmektedir. Bir şeyin olmasını ümit etmek ve beklemek anlamında عَسَى يَكُونُ كَذَا/Keşke şöyle olsa! ifadesi kullanılır. Bu, ümit edilen şeyin gerçekleşme ihtimalinin yakın ve mümkün olması anlamını barındırmaktadır. Bu kullanımlardan hareketle kelime kökünde bulunan “kuvvet, şiddetlenme ve beklenti” anlamları arasında yakın bir ilişki görülmektedir. ʿAsâ istenilen bir şey için kullanıldığında o şeyi ummak, kötü bir şey için kullanıldığında ise korkutmak ve sakındırmak manalarına gelir. ʿAsâ, emin olmayı ifade ederken de kullanılabilir. Çünkü bir şeyden emin olmak da kuvvet anlamı taşımaktadır. Ancak müfessirler beklenti ve istemenin Allah için kullanılmasının doğru olmayacağını, bu sebeple onun kelamındaki ʿasâların kesinlik ifade ettiğini söylemişlerdir. ʿAsâ insanların sözlerinde kullanıldığında ise لَعَلَّ ile aynı anlamda olup bir şey hakkında şüphe ve varsayım ifade etmektedir. Ne var ki Muṣṭafavī, ʿasânın failinin Allah olması ile insan olması arasında bir fark bulunmadığı görüşündedir. Sadece mazi formda kullanılması yönüyle câmid bir fiildir. Harf olduğunu söyleyenler de vardır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 3/158; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 2/845; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 2/111; İbn Fāris, Muʿcem, 4/317; el-Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 2425; İbn Sīde, el-Muḥkem, 2/219-220; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 335; Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz, 3/75; Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 4/66; Mīḳātī v.dğr, el-Ḳuṭūf, 688; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 8/161-163; el-Kebīsī, Mevsūʿa, 8/358; el-Kebīsī, Mevsūʿa, 10/791).

Kur’an’da 30 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Beklenti (el-Baḳara 2/216). Bu ayetteki ʿasâ insanın hoşlandığı şeylerin kendisi için hayırsız, hoşlanmadığı durumların da hayırlı olma ihtimalinin kuvvetini göstermektedir. 2. İnsanlara istemeyi tavsiye etmek (el-Aʿrāf 7/129). عَسَى رَبُّكُمْ أنْ يُهْلِكَ عَدُوَّكُمْ ayetinde Allah’ın “düşmanları yok etmeyi” temenni etmesini değil, insanlara bunu temenni etmesini tavsiye etmektedir. 3. Korkutmak ve sakındırmak (en-Neml 27/72) 4. Şüphe 5. Kesinlik (en-Nisā 4/84; el-İsrā 17/79) 6. Yakınlık (el-Māʾide 5/52; el-İsrā 17/8; el-Mümteḥine 60/7).  فَعَسَى اللهُ أنْ يَأْتِيَ بِالْفَتْحِ (el-Māʾide 5/52) ayetinde beklenen fethin kaçınılmaz ve zorunlu olduğu anlaşılmaktadır. İbn Dureyd, et-Taḥrīm 66/5 dışındaki bütün ʿasâların kaçınılmazlık ifade ettiğini söylemektedir (İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 2/845; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 335; Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz, 3/75; Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 4/66; Mīḳātī v.dğr, el-Ḳuṭūf, 688; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 8/161-163; el-Kebīsī, Mevsūʿa, 8/358; 10/791).

LEʿALLE | لَعَلَّ

İsim cümlesinin başına gelen inne ve benzerlerindendir. Tek başına bir manası olmayıp birlikte kullanım ile anlam kazanan leʿalle; arzu, ümit ve beklenti bildiren bir edattır. Aslı ‘alle olup başındaki lâm zâiddir. Başına geldiği cümleye, beklentinin yanı sıra korkutma, soru, zan ve şüphe anlamlarından birini katabilir. كَيْ veya عَسَى ile aynı anlamda kullanıldığı da olur. Bu sene hac yapmayı düşünen biri لَعَلِّي أحُجُّ العَامَ der. Birini muhabbet etmek için çağıran kişi ise انْطَلِقْ بِنَا لَعَلَّنَا نَتَحَدَّثُ cümlesini kullanabilir. ʿA-l-l kökü sözlükte “zayıflık” anlamına gelmektedir. Kişi yaşlanıp elden ayaktan düştüğünde, hayvanlar hastalandığında veya yaşı ilerlediğinde onların zayıflığı العَلُّ kelimesi ile ifade edilir. Leʿalle de ʿa-l-l kökünün bu anlamıyla bağlantılıdır. Bir şeyin gerçekleşmesindeki zayıf ihtimali ve şüphe manasını vermektedir. لَعَلَّ أخَاكَ يَزُورُنَا cümlesi, ziyaret için bir beklenti olduğunu fakat bunun gerçekleşmesine dair kesin bir kanaatin bulunmadığını göstermektedir. Leʿalle edatı, Allah için kullanıldığında ise kesinlik bildirir (İbn Fāris, Muʿcem, 4/14-15; el-Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 1815; İbn Sīde, el-Muḥkem, 10/95, 97; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 451; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 10/220).

Kur’an’da 129 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Beklenti ve istek (el-Baḳara 2/21; el-Enʿām 6/153) 2. İçin, bu yüzden (eş-Şuʿarā 26/40) 2. Sakındırmak ve korkutmak (el-Enfāl 8/45) 3. Sanki ve neredeyse (Hūd 11/12; el-Kehf 18/6) 4. Tahmin (el-Aḥzāb 33/63) 5. Açıklamak ve sebep göstermek (Ṭā-Hā 20/44) 6. Soru (eṭ-Ṭalāḳ 65/1; Abese 80/3).

LEYTE | لَيْتَ 

İsim cümlesinin başına gelen inne ve benzerlerinden olup “temenni” anlamında kullanılan ve fiile benzeyen bir edattır. Geçmişteki bir şeyi yapmış olmayı temenni ederken لَيْتَنِي فَعَلْتُ denir. Genellikle gerçekleşmesi mümkün olmayan şeylerin temennisinde kullanılmaktadır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 4/112; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 9/462; İbn Fāris, Muʿcem, 5/223; el-Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 264-265; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 456; Aḥmed Muḫtār, el-Muʿcemu’l-Mevsuʿī, 412).

Kur’an’da 14 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Gerçekleşmesi mümkün olmayan şeyin temennisi (el-Enʿām 6/27; ez-Zuḫrūf 43/38; en-Nebeʾ 78/40). 2. Gerçekleşmesi mümkün olan şeyin temennisi (el-Ḳaṣaṣ 28/79) (el-Kebīsī, Mevsūʿa, 10/693, 791-792).

KARŞILAŞTIRMA

ʿAsâ, leʿalle ve leyte ümit ve beklenti bildirmeleri bakımından benzese de aralarında bazı farklar bulunmaktadır. Kelime türleri bakımından değerlendirildiğinde aradaki fark ʿasânın fiil, leʿalle ve leytenin edat olmasıdır. Anlam ve kullanım bakımından ise şu farklar bulunmaktadır: ʿAsâ gerçekleşmesi çok yakında kuvvetle muhtemel olan bir şeyi ümit ederken kullanılır. Bu fiilde “yakınlık” ve “kesinlik” anlamı ağır basmaktadır. Leʿalle ise cümleye “zayıflık” ve “ihtimal” anlamı katmaktadır. Diğer taraftan sadece gerçekleşmesi mümkün olan durumlarda kullanılmaktadır. Buna teraccî denir. Leyte ise genellikle mümkün olmayan, bazen de mümkün olan durumlarda kullanılmaktadır. Buna da temennî denmektedir. ʿAsâ ve leʿalle “sakındırma” anlamında da kullanılırken leyte bu anlama gelmemektedir (Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 10/220; el-Kebīsī, Mevsūʿa, 10/791).