EL-CİDĀR | اَلْجِدَارُ
Sözlükte el-cidār اَلْجِدَارُ “duvar” manasında olup “duvar inşa etmek; ağacın tomurcuklanması, bedende şişkinlik ve yumrunun ortaya çıkması, bir işi yapmaya uygun olmak, layık olmak” anlamındaki جَدَرَ kökünden türemiştir. Nitekim جَدَرْتُ الجِدَارَ “Duvar ördüm.”, أَجْدَرَتِ الشَّجَرَةُ “Ağacın dalları tomurcuklandı.”, جَدَرَتْ عُنُقُهُ “Boynundaki yara kabardı/ belirgin hâle geldi.” demektir. اَلْجَدْرُ “duvar” veya “sarp arazilerde yetişen bir çeşit bitki”; اَلْجَدِيرَةُ “taşlarla yapılmış, hayvanların sığındığı etrafı kapalı yer” anlamındadır. اَلْجُدَرِيُّ “bedende çıkan iltihaplı kabarcık şeklindeki yara, çiçek hastalığı” için kullanılır. اَلْجَدَرُ bedende kabaran, ortaya çıkan yara, bezedir. Vücudunda bu kabartıların göründüğü kişiye de مَجْدُورٌ denir. el-Cidār ile aynı kökten gelen جَدِيرٌ sözcüğü ise “layık, yatkın, uygun, kayda değer” manasında olup فُلَانٌ جَدِيرٌ لِذَلك tabiri birisinin bir işe layık ve uygun olmasını anlatır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/223-224; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 1/445-446; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 10/634-636; İbn Fāris, Muʿcem, 1/431; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 89; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 2/74 ).
Kur’ân’da türevleriyle dört yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Duvar (el-Kehf 18/77, 82; el-Ḥaşr 59/14). 2. Daha layık, uygun (et-Tevbe 9/97). (Iṣfehānī, el-Mufredāt, 89; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 2/74-75).
ES-SEDD | اَلسَّدُّ
Sözlükte es-sedd اَلسَّدُّ “duvar, baraj, set, engel, dağ, iki şey arasını kapatan her şey” anlamlarındadır. “Kapatmak, kaplamak; engellemek, tıkamak; doldurmak; hedefe ulaşmak, doğruya yönelmek, uygun ve doğru olmak” manasındaki سَدَّ kökünden türemiştir. Nitekim سَدَدْتُ الثُّلْمَةَ سَدًّا “Oyuğu bir tıkaçla kapattım.” ve سَدَّدَكَ اللّهُ “Allah seni hedefine, gayene ulaştırsın.” demektir. اَلسَّدَدَ ,اَلسَّدَادُ ve اَلسَّدِيدُ doğru ve isabetli olmayı belirtir. رَجُلٌ مُسَدَّدٌ uygun, doğru adam ve عَيْنٌ سَادَّةٌ önündeki beyazlık nedeniyle görmeyen göz için kullanılır. اَلسَّدُّ ile اَلسُّدَّةُ sözcüklerinin aynı anlama geldiğini kabul edenler olsa da اَلسَّدُّ ile yapay, اَلسُّدَّةُ ile de doğal setlerin kastedildiği söylenmiştir. السِّدَاد ise tampon ve tıkaçtır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 2/229; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 12/276-280; İbn Fāris, Muʿcem, 3/66; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 2/485-486; İbn Sīde, el-Muḥkem, 8/402-404; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 227; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 5/97).
Kur’ân’da türevleriyle altı yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Doğru, isabetli (en-Nisāʾ 4/9; el-ʾAḥzāb 33/70). 2. Dağ (el-Kehf 18/93). 3. Set, engel (el-Kehf 18/94; Yā-Sīn 36/9). (Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz, 2/182-183).
ES-SÜRĀDİḲ | اَلسُّرَادِقُ
Sözlükte es-sürādiḳ اَلسُّرَادِقُ “duvar, otağ, otağın kapalı-özel bölümü, çadırın veya bir yapının etrafındaki yarık, bir avlunun üstünü kapatan bez parçası, toz veya duman bulutu, siyah gölge” anlamlarına gelmektedir. سَرْدَقَ kökünden türediği belirtilmekle birlikte aslen Farsça bir kelime olduğu ifade edilmektedir. بَيْتٌ مُسَرْدَقٌ çadır ev ve her tarafı kapalı ev için kullanılır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 2/235; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 9/393-394; İbn Fāris, Muʿcem, 3/162; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 4/1496; İbn Sīde, el-Muḥkem, 6/611-612; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 230; Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz, 2/188-189).
Kur’ân’da bir yerde geçmektedir. Bu yerde “duvar veya duman” anlamlarına gelebileceği belirtilmektedir (el-Kehf 18/29). (Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 15/246; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 230).
ES-SŪR | اَلسُّورُ
Sözlükte es-sūr اَلسُّورُ “şehrin çevresini kuşatan duvar, sur” demektir. “Yükselmek, tırmanmak, sıçramak; saldırmak, kızmak; bilezik takmak” anlamlarına gelen سَوَرَ kökünden türemiştir. Nitekim سُرْتُ\تَسَوَّرْتُ الْحَائِطَ “Duvara tırmandım.”, سَارَ إِلَيْهِ سُؤُورًا “Ona saldırdı.” manasındadır. اَلسُّورَةُ; “Kur’an sûresi, kısım, yücelik, makam, alâmet”; اَلسَّوْرَةُ “kuvvet, keskinlik, saldırganlık, fevrilik, sıçrama”; سِوَارٌ “bilezik”; مِسْوَرَةٌ “deriden yapılmış yüksek koltuk, sedir” için kullanılır. سَوْرَةُ الْخَمْرِ içkinin sertliğini ve tesirli oluşunu, اَلسَّوْرَةُ فِي الرَّأْسِ şarap nedeniyle başın dönmesini anlatır. Bir kişinin savaşta çok şiddetli çarpıştığı فُلَانٌ ذُو سَوْرَةٍ فِي الْحَرْبِ şeklinde söylenir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 2/293; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 2/723; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 13/48-51; İbn Fāris, Muʿcem, 3/115; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 2/690; İbn Sīde, el-Muḥkem, 8/607-608; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 247; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 5/313).
Kur’ân’da türevleriyle 17 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Tırmanmak (Ṣād 38/21). 2. Sur, duvar, engel (el-Ḥadīd 57/13). 3. Sûre (el-Baḳara 2/23; Hūd 11/13). 4. Bilezik (el-Kehf 18/31; el-Ḥacc 22/23). (Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz, 2/232-233; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 5/314-316).
KARŞILAŞTIRMA
el-Cidār, es-sedd, es-sūr ve es-sürādiḳ “duvar” manası bakımından yakın anlamlı olsa da bu kelimelerin arasında bazı farklar vardır. Duvar için el-cidārın kullanılması duvarın yüksek olmasına nispetledir. el-Cidārın bir şeyin etrafını kuşatması veya kuşatmaması önemli değildir. Taşların üst üste konularak yükseltilmesi ve bu yüksekliğe dikkat çekilmesi amacıyla söz konusu yapılara el-cidār denilmiştir. el-Cidār bina içinde olabildiği gibi dışında da olabilir. es-Sedd herhangi bir şeyin diğer tarafa geçmesini engellemek amacıyla iki şeyin arasını doldurarak ve yığarak inşa edilen duvardır. Bu anlamdaki duvarın bir yeri kuşatması söz konusu değildir. Her ne kadar bu duvarın çok yüksek olması gerekmese de hangi amaçla yapıldıysa o amaca uygun yükseklikte olması beklenir. Açılan ve kapatılan şeyler el-bābtır ancak es-sedd sonsuza dek açılmaz. es-Sūr sözcüğünün duvarı belirtmesi başta yüksekliği ile olmak üzere, bulunduğu yeri çevrelemesi ve koruması nedeniyledir. es-Sūr kale gibi şehri koruyan büyük ve yüksek yapılar için kullanılır. es-Sürādiḳ ise bir yapının etrafını çevreleyen ve orayı kapatan duvardır. Ancak bu duvarın ahşap ve pamuk gibi tabîî malzemelerden olması esastır. Bu duvarla ya dışarıdakinin içeridekini görmesinin engellenmesi ya da içeridekini güneşten, yağmurdan, tozdan vs. korumanın hedeflendiği anlaşılmaktadır. Kur’an’da es-sedd, es-sūr ve es-sürādiḳ daha çok mecaz ifade ederken, el-cidār gerçek anlamda kullanılmıştır (Iṣfehānī, el-Mufredāt, 89; Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz, 2/232; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 5/313-314; Kubeysī, Mevsūʿa, 2/496-500).
اَلْجِدَارُ | اَلسَّدُ | اَلسُّرَادِقُ | اَلسُّورُ