El-İ’TİMĀR | اَلإِتِمَارُ
Sözlükte el-i’timār اَلْإِتِمَارُ “emretmek, başkan olmak, çoğalmak ve şiddetlenmek” anlamındaki اَمَرَ kökünden türeyen bir mastar olup “bir işi ve durumu kabul etmek” demektir. Bir konuda karşılıklı istişarede bulunmak el-i’timār olarak isimlendirilir. Çünkü istişarede bulunanların bir kısmı diğer bir kısmının işaret ettiği emri/durumu kabul eder. اِئْتَمَرْتُ مَا أَمَرْتَنِي بِهِ “Bana emrettiğin şeye boyun eğdim.”, اِئْتَمَرَ الرَّجُلُ “Adam başına buyruk davrandı.” manasındadır. Zorba ve müstebit kimseye ise فُلاَنٌ مُؤْتَمِرٌ denilir. Ayrıca اَلْمُؤْتَمِرُ Muharrem ayının isimlerinden birisidir. Aynı kökten türeyen اَلْمِئْمَرَةُ “istişare”, سِنَانٌ مُؤَمَّرٌ “keskin mızrak”, اَلْأَمَرُ ”bir şeyin artması ve bereketlenmesi”, اَلْإِمَّرُ “dinlediği şeyi idrak edemeyen düşüncesi kıt ve ahmak adam”, اَلْاِمْرُ ise “kötü ve şerli iş” anlamındadır. اَمَّرْتُ فُلَانًا bir kimsenin emir tayin edilmesini, اَمِرَ الْقَوْمُ اَوِالْمَالُ kavmin ya da malın çoğalmasını anlatır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/86; Ṣâḥib b. ʿAbbâd, el-Muḥîṭ, 10/283; İbn Fāris, Muʿcem, 103; el-Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 580-581; İbn Sīde, el-Muḥkem, 10/297-298; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 24-25; Zemaḫşerî, Esâsu’l-Belâğa, 1/33).
Kur’an’da fiil kökü olarak türevleriyle birlikte 248 yerde geçmektedir. el-İ’timār ise iki yerde zikredilmiştir. Bu yerlerde “bir konuda istişare ederek anlaşmaya varmak” manasındadır. el-Ḳaṣaṣ 28/20 ayetinde Firavun’un yakınlarından önde gelenlerinin Hz. Musa’yı öldürmek için kendi aralarında istişare ederek anlaşmasını ifade etmektedir. eṭ-Ṭalāḳ 65/6 ayetinde ise boşanmış olan karı-kocanın çocuğun emzirilmesi hususunda belli bir ücret üzerinde karşılıklı konuşarak anlaşmaya varmalarından bahsedilmektedir (Zemaḫşerī, el-Keşşāf, 4/489, 6/150).
EZ-ZİMME | اَلذِّمَّةُ
Sözlükte ez-zimme اَلذِّمَّةُ asıl itibariyle övgünün zıddıdır. “Kötü bir davranış ve hareketten dolayı yermek ve kınamak” anlamındaki ذَمَّ fiilinden türemiştir. Nitekim ذَمَمْتُ فُلَانًا cümlesinde bu mana vardır. ez-Zimme “kişinin savsaklaması veya bozması halinde kınanacağı sözleşme ve kefalet” demektir. لِي مَذَمَّةٌ فَلاَ تَهْتِكْهَا “Bozmam durumunda kınanacağım bir anlaşmam var. O halde sen de onu ihlal etme.”, اَذَمَّ الرَّجُلُ “Adam kınanmayı hak edecek bir şey yaptı.”, اَذَمَّهُ “Onu himaye etti.” manasındadır. تَذَامَّ الْقَوْمُ bir kavmin birbirini kınamasını, ثَوْبٌ مُذِمٌّ ayıplı elbiseyi, أذَمَّ الْمَكانُ bir yerin kuraklaşmasını anlatır. اَلْمَذِمَّةُ فِي الرَّضَاعِ emzirme karşılığında süt annenin hakkının tam ödenmesi için verilmesi gereken hakkı/ecri, اَذَمَّتْ رِكِابُ الْقَوْمِ bir kavmin bineklerinin yorgun düşmesi sebebiyle deve sürüsünün arkasında kalıp onlara yetişememesini, رَكِيَّةٌ ذَمَّةٌ bir arıza ve afetten dolayı suyu az olan kuyuyu belirtir. اَلذَّمِيمُ “sıcak, uyuz ve benzeri sebeplerle karıncanın yumurtası gibi burun ve yüzde çıkan sivilce”; “devenin ve koyunun memelerinden ya da uyluklarından akan süt” ve “gece ağaçların üzerine düşen ıslaklık” gibi farklı manalara gelir. Ödedikleri cizye karşılığında İslâm ülkelerinde can ve mal güvenliği sağlanarak yaşayan gayr-i müslimler اَهْلُ الذِّمِّةِ olarak adlandırılır. Kişiyi bağlayan her türlü saygın ve kutsal şey اَلذِّمامُ, sıska ve zayıf kimse اَلذَّمِيمَةُ, gurur ve kibirden dolayı bir şeyi yapmayı reddetmek ise تَذَمَّمَ ile ifade edilir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 2/76; Ṣâḥib b. ʿAbbâd, el-Muḥîṭ, 10/67; İbn Fāris, Muʿcem, 2/345; el-Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 1925; İbn Sīde, el-Muḥkem, 10/59; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 181; Zemaḫşerî, Esâsu’l-Belâğa, 1/317).
Kur’an’da türevleriyle birlikte beş yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Anlaşma ve sözleşme (et-Tevbe 9/8, 10). Bu ayetlerde müşrik ve kâfir kimselerin Müslümanlarla yaptıkları ahde ve sözleşmeye riayet etmedikleri belirtilmektedir. 2. Kınanmış (el-İsrā 17/18, 22; el-Ḳalem 68/49). el-İsrā 17/18’de kafirin kınanmış ve kovulmuş bir halde cehenneme gireceğinden, el-İsrā 17/22’de Allah’a ortak koşan insanın kınanmış olarak yapayalnız kalacağından, el-Ḳalem 68/49’da ise Allah’ın rahmeti olmasaydı Hz. Yunus’un balığın karnından kınanmış bir şekilde ıssız bir sahile atılacağından bahsedilmiştir.
EL-‘AḲD | اَلْعَقْدُ
Sözlükte el-‘aḳd اَلْعَقْدُ asıl itibariyle “bağlamak ve kuvvetli bir şekilde güvenmek” anlamındaki عَقَدَ fiilinden türemiştir. Nitekim عَقَدْتُ الْحَبْلَ “İpi bağladım/düğümledim.” demektir. “Bir şeyin uçlarını bir araya toplamak” manasındaki el-‘aḳd, عَقْدُ الْحَبْلِ “ipin düğümlenmesi” ve عَقْدُ الْبِنَاءِ “bir yapının alçıyla yapıştırılması” ifadelerinde hakiki manada somut cisimler için kullanılır. عَقْدُ الْبَيْعِ “satış akdi” tabirinde ise istiare yoluyla manevi durumları ifade eder. Buna göre عُقْدَةُ كُلِّ شَيْءٍ herhangi bir şeyin onaylanmasını ve tasdik edilmesini, عُقْدَةُ النِّكَاحِ ise nikâhın vacip olmasını belirtir. عَاقَدْتُهُ عَقْداً “Onunla bir ahit yaptım.”, اِعْتَقدْتُ مَالاً “Mal elde ettim.”, عَقَدَ الْقَوْمُ بِفُلاَنٍ “Kavim falan kimseyle asabiyet ilişkisi kurdu.” manasındadır. عَقَدَ قَلْبَهُ عَلَى شَيْءٍ bir insanın kalbini çekip alamayacağı derecede bir şeye bağlamasını, اَلْعَقِدُ مِنَ الرَّمْلِ üst üste binmiş ve bir araya toplanmış kumu, اِعْتَقَدَ الشَّيْءُ bir şeyin katılaşmasını ve sertleşmesini, عِقْدُ الْقِلاَدَةِ boğaz hizasında sarkmadan duran kolyeyi anlatır. عَقَدْتُ الْأَيْمَانَ bir kimsenin yemininde kararlı olması, اَلْعَقِيدُ ise bu şekilde yapılan yemindir. Aşılama esnasında gebe olduğu bilinsin diye kuyruğunu düğüm gibi yapan deve اَلْعَاقِدُ, boynuzu düğüm şeklinde olan keçi ve geyik اَلْاَعْقَدُ, boncukların nizami bir şekilde dizildiği ip اَلْمِعْقَادُ olarak isimlendirilir. Dilinde kekemelik ve tutukluk bulunduğu için zor konuşan adama رَجُلٌ اَعْقَدُ, bal ile karıştırılan yemeğe اَلْيَعْقِيدُ, ağaçların çokça bulunduğu yere اَلْعُقْدَةُ, sahir ve büyücü kimseye اَلْمُعَقِّدُ denir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 3/196; Ṣâḥib b. ʿAbbâd, el-Muḥîṭ, 1/150-151; İbn Fāris, Muʿcem, 4/86; el-Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 510; İbn Sīde, el-Muḥkem, 1/165; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 341).
Kur’an’da türevleriyle birlikte yedi yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Nikah akdi (el-Baḳara 2/235). 2. Yeminlerin kesin karara bağlanması (en-Nisā 4/33). 3. Bilerek ve kararlı bir şekilde yemin etmek (el-Māʾide 5/34). 4. Akit ve sözleşme (el-Māʾide 5/1). 5. Dildeki kekemelik ve tutukluk (Ṭā-Hā 20/27). 6. Büyücülerin kendisine üflediği düğümler (el-Felāḳ 113/4).
El-‘AHD | اَلْعَهْدُ
Sözlükte el-‘ahd اَلْعَهْدُ asıl itibariyle “bir şeyi koruyup gözetmek ve bu hususta verilen sözü yenilemek” anlamındaki عَهَدَ fiilinden türeyen bir isimdir. Nitekim عَهِدَ الرَّجُلُ cümlesi bu manadadır. el-‘Ahd “ahit, sözleşme, himaye, yemin, vasiyet ve zaman” gibi manalara gelmektedir. Bu bakımdan sözleşme, korunup gözetilmesi gerektiği için el-‘ahd olarak isimlendirilir. قَدْ عَهِدْتُ اِلَيْهِ “Ona vasiyette bulundum.”, اَعْهَدْتُهُ “Ona söz verdim.”, اِسْتَعْهَدَ مِنْ صَاحِبِهِ “Arkadaşına bir şeyi şart koştu.” demektir. اِنَّ فِيهِ لَعُهْدَةً cümlesi içinde “kusur/zayıflık bulunan ve henüz muhkem kılınmamış şey” manasındadır. Baharda önceki yağmurun ıslaklığı gitmeden sonrasında yağan yağmur اَلْعَهْدُ مِنَ الْمَطَرِ; bu tür bir yağmurun isabet ettiği bahçe ise عُهِدَتِ الرَّوْضَةُ ifadesiyle anlatılır. قَرْيَةٌ عَهِيدَةٌ üzerinden uzun zamanın gelip geçtiği eski köyü, رَجُلٌ عَهِدٌ belli işler ve görevler hususunda sorumlu olan adamı belirtir. İki kişi arasında yapılan sözleşme اَلتَّعَاهُدُ, cizye karşılığında himaye edilen kimse اَلْمُعَاهَدُ, bilinen ve aşına olunan bir şey اَلْمَعْهُودُ, alışveriş veya yeminde tarafların doğruluğuna güvendiği yazılı belge/sözleşme اَلْعُهْدَةُ olarak adlandırılır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 3/244; Ṣâḥib b. ʿAbbâd, el-Muḥîṭ, 1/111; İbn Fāris, Muʿcem, 4/167; el-Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 515; İbn Sīde, el-Muḥkem, 1/120; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 350; Zemaḫşerî, Esâsu’l-Belâğa, 1/687).
Kur’an’da türevleriyle birlikte 46 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Ahit, söz ve antlaşma (el-Baḳara 2/27, 177; Ālu ʿİmrān 3/77; et-Tevbe 9/7). 2. Emretmek (Ālu ʿİmrān 3/183; Ṭā-Hā 20/115; Yā-Sīn 36/60). 3. Söz vermek (et-Tevbe 9/75; el-Aʿrāf 7/134; el-Aḥzāb 33/23). 4. Antlaşma yapmak ve sözleşmek (el-Baḳara 100, 177; en-Naḥl 16/91; Meryem 19/87). Bu ayetlerde sözleşmeye konu olan husus değişmektedir. 5. Emaneti yerine getirmek, sözünde durmak (el-Aʿrāf 7/102).
El-MĪSĀḲ | اَلْمِيثَاقُ
Sözlükte el-mīsāḳ اَلْمِيثَاقُ “sağlam kılınmış antlaşma ve sözleşme” olup asıl itibariyle “bağlamak ve sağlamlaştırmak” anlamındaki وَثَقَ fiilinden türemiştir. Nitekim وَثَّقْتُ الشَّيْئَ “Bir şeyi sağlamlaştırdım.”, اَوْثَقَهُ فِي الْوَثَاقِ “Onu sıkıca bağladı.” ve تَوَثَّقَ فِي اَمْرِهِ “İşi hususunda ona güvendi.” demektir. اِئْتَثَقَ التَّمْرُ cümlesi ise hurmanın artmasını ve bollaşmasını ifade eder. Yapı ve bünyesi sağlam deveye نَاقَةٌ مُوَثَّقَةُ الْخَلْقِ, otlaklar ve çayırlar tükendiğinde insanların kendisine bel bağladığı ağaca اَلْمُوثِقُ مِنَ الشَّجَرِ, kendisine güvenmek ve dayanmak suretiyle sükûn ve itminan bulunan şeye اَلْمَوْثُوقُ بِهِ denir. اَلْوَثِيقَةُ فِي الْأمْرِ sağlam kılınan ve güvenilir işi, اَرْضٌ وَثِيقَةٌ ise otun bol olduğuna güvenilen toprağı anlatır. ثِقَةٌ “güvenilir adam veya kadın”, اَلْوَثَاقُ “kendisiyle herhangi bir nesnenin sıkıca bağlandığı ip”, اَلْوَثيقُ ise “muhkem ve sağlam” anlamına gelir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 4/347; Ṣâḥib b. ʿAbbâd, el-Muḥîṭ, 5/498; İbn Fāris, Muʿcem, 6/85; el-Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 1563; İbn Sīde, el-Muḥkem, 6/544; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 512; Zemaḫşerî, Esâsu’l-Belâğa, 2/319).
Kur’an’da türevleriyle birlikte 34 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Antlaşma, ahit, söz (el-Baḳara 2/27; el-Enfāl 8/72). 2. Söz almak (el-Māʾide 5/7). 3. Bağlamak (el-Fecr 89/26). 4. Bağ, ip (Muḥammed 47/4). 5. Sağlam, muhkem (el-Baḳara 2/256; Luḳmān 31/22).
KARŞILAŞTIRMA
el-İ’timār, ez-zimme, el-‘aḳd, el-‘ahd ve el-mīsāḳ “antlaşma ve sözleşme” manası bakımından yakın anlamlı olsa da bu kelimelerin arasında bazı farklar vardır. el-İ’timār istişare yapanlardan bir kısmının diğerlerinin işaret ettiği emri ve hükmü kabul etmesi ve buna boyun eğmesi neticesinde oluşan antlaşmaya denir. ez-Zimme bir kimsenin ihlal etmesi veya bozması durumunda kınanacağı sözleşmedir. Bundan dolayı gayr-i müslimlerle yapılan anlaşma bu isimle adlandırılmıştır. el-‘Aḳd kesin ve kararlı bir şekilde onaylanan ve tasdik edilen antlaşmadır. el-‘Ahd koruyup gözetilmesi gereken ahdi ve sözleşmeyi bildirir. Buna göre el-‘aḳd iki kişi arasında karşılıklı gerçekleşen sözleşmeyi ifade ederken el-‘ahd ise insanın münferit olarak kendisine ve Allah’a verdiği sözler için de kullanılır. Örneğin عَاهَدَ الْعَبْدُ رَبَّهُ “Kul rabbine söz verdi.” denilmesi doğru iken عَاقَدَ الْعَبْدُ رَبَّهُ “Kul rabbiyle akit yaptı.” denmesi doğru değildir. el-Mīsāḳ ise son derece sağlam ve tarafların razı olduğu güvenilir antlaşmayı belirtir. Bu açıdan yemin gibi tekit bildiren ifadelerle ‘ahd pekiştirildiğinde el-mīsāḳa dönüşür (ʿAskerī, el-Furūḳu’l-Luġaviyye, 57).
اَلْإِتِمَارُ | اَلذِّمَّةُ | اَلْعَقْدُ | اَلْعَهْدُ | اَلْمِيثَاقُ