EVVELE | أَوَّلَ
Sözlükte evvele أَوَّلَ “geri dönmek, düzeltmek, yönetmek, bir şeyi hak sahibine iade etmek, bir sıvının koyulaşması” anlamlarındaki أَوَلَ kökünden türemiştir. Nitekim آلَ الشَّيْءُ إِلَى كَذَا cümlesi bir şeyin geri dönmesini ifade eder. “Artık yönetici için de tebâ için de neyin iyi olduğunu biliyoruz.” anlamında قَدْ أُلْنَا وَإِيلَ عَلَيْنَا “Yönettik ve yönetildik” denilir. Evvele “bir şeyi geri döndürmek, akıbetine vardırmak ve eksiltmek; bir sözü açıklamak, yorumlamak, dikkatlice incelemek; rüyayı tabir etmek” manalarına gelmektedir. أَوِّلِ الْحُكْمَ “Hükmü hak edene iade et”; أَوَّلَ اللهُ عَلَيْكَ “Allah sana kaybettiğini geri versin!” anlamındadır. أَوَّلٌ “bir şeyin başlangıcı”; مَآلٌ “bir şeyin sonucu, dönüp varılacak yer, sığınak”; تَأْوِيلٌ ve تَأَوُّلٌ ise “akıbet, merci‘” demektir. تَأْوِيلٌ ayrıca “naslardaki bir lafza taşıdığı muhtemel manalardan birini tercih edip yükleme” anlamında terimleşmiştir. Bu kökten gelen آلٌ “aile, akraba, takipçi, bir şeyin çevresi” anlamlarında kullanılır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/100; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 15/437-442; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 10/376-379; İbn Fāris, Muʿcem, 1/158-162; İbn Fāris, Mucmelu’l-Luġa, 107; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 4/1627-1628; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 31; İbn Sīde, el-Muḥkem, 10/ 448-452; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/39; Curcānī, Taʿrīfāt, 52).
Kur’ân’da türevleriyle birlikte 17 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Akıbet, sonuç (en-Nisā 4/59, el-Aʿrāf 7/53). 2. Rüyayı tabir etmek ve görülen rüyanın hakikatteki karşılığının ortaya çıkması (Yūsuf 12/6, 36, 45, 100). Burada rüya tabiri için tevîl kelimesinin kullanılması, rüyaların Hz. Yusuf’un teʾvīl ettiği şeye dönecek olmasındadır. Buna göre teʾvīl aslında işi sonucuna döndürmek yani hakikatini ortaya koymaktır. 3. Hakikati beyân etmek (el-Kehf 18/78, 82). (Hārūn b. Mūsā, el-Vucūh ve’n-Neẓāʾir, 117-118; Ḥākīm et-Tirmizī, Taḥṣīlu Neẓāʾiri’l-Ḳurʾān, 115-117; ʿAskerī, el-Vucūh ve’n-Neẓāʾir, 141-143; Ḥīrī, Vucūhu’l-Ḳurʾān, 83; Dāmeġānī, el-Vucūh ve’n-Neẓāʾir, 1/197-198; İbnu’l-Cevzī, Nuzhe, s. 218-219; Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 2/291-292)
BEYYENE | بَيَّنَ
Sözlükte beyyene بَيَّنَ “ayrılmak, kopmak, uzak olmak, birleşmek, ortaya çıkmak, açık olmak” gibi zıt anlamlar taşıyan b-y-n بَيَنَ/بَانَ kökünden gelen bir fiil olup “açıklamak, izah etmek, ortaya çıkarmak, görünür kılmak” manalarına gelir. قَدْ بَيَّنَ الصُّبْحُ لِذِي عَيْنِيْنِ “İki gözü olan için sabah apaçık ortaya çıkmıştır.” sözü bir Arap meselidir. Anlaşılır net bir üslupla konuşan kimse için رَجُلٌ بَيِّنٌ denilir. مُبِينٌ kelimesi de vuzuha kavuşmuş, apaçık olan şey anlamında kullanılır. “Açıklık ve açıklama” anlamlarına gelen بَيَانٌ kelimesi bu köktendir. Bu köke dayanan بَيْنَ lafzı da “arasında, ortasında” anlamında kullanılan bir zarftır. (el-Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/176; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 2/1028; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 15/495-497; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ fī’l-Luġa, 10/407-408; İbn Fāris, Muʿcemu, 1/328; İbn Fāris, Mucmelu’l-Luġa, 140-141; el-Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 5/2082-2084; İbn Sīde, el-Muḥkem, 10/503-506).
Kur’ân’da türevleriyle birlikte 43 defa geçmektedir. Fiil ve masdar olarak kullanıldığı yerlerde iki anlam kastedilmiştir: 1. İnsanların bir hakikati, imanlarını veya tövbelerini açıkça göstermesi, inkâr yahut gizleme yoluna gitmeyip söylemesi (el-Baḳara 2/160; Ālu ʿİmrān 3/187). 2. Allah veya Peygamber’in insanlara bir hükmü, gerçeği, vakıayı, delil veya hikmeti tanıtması, açıklaması, göstermesi (el-Baḳara 2/159, 221, 230; en-Nisā 4/26, el-Māʾide 5/15, 19, İbrāhīm 14/4; en-Naḥl 16/39, 89). Sıfat konumunda zikredildiği yerlerde ise kıraat farkına bağlı olarak ism-i fâil (مُبَيِّنٌ) formunda “bir şeyi tanıtan, açıklayan” anlamında veya ism-i mef‘ûl (مُبَيَّنٌ) sigasında “açık ve anlaşılır olan, şüphe barındırmayan” manasındadır. (en-Nisā 4/19, en-Nūr 24/34; eṭ-Ṭalāḳ 65/11) (Muḥammed Fuʿād ʿAbdulbāḳī, Muʿcemu’l-Müfehres li-Elfāzi’l-Ḳur’āni’l-Kerīm, Ḳāhire, Dāru’l-Ḥadīs, h. 1364, 141-145; Muḥammed Vāʿiẓ Zāde el-Ḫurasānī v.dğr., el-Muʿcem fī Fıḳhi Luġati’l-Ḳurʾān, 7/393-415).
ʿABERA | عَبَرَ
Sözlükte ʿabera عَبَرَ kelimesi “bir yerden başka bir yere yahut bir halden başka bir hale geçmek” anlamınadır. Buna bağlı olarak “nehrin karşısına geçmek, yolu geçip gitmek, mesafe kat etmek, rüya yorumlamak, ölmek, sessizce düşünerek okumak, göz yaşının akması ve ibret almak” gibi anlamlarda kullanılmıştır. Örneğin عَبَرَ الرُّؤْيَا “Rüyayı yorumladı.” ifadesi rüyanın zahirinden batınına geçmek manasına dayanır. اِعْتِبَارٌ “ibret almak” ve عِبْرَةٌ “ibret” kelimeleri de görünenden görünmeyene geçme haliyle ilgilidir. Nitekim Araplar اَللّهُمَّ اجْعَلْنَا مِمَّنْ يَعْبُرُ الدُّنْيَا وَلَا يَعْبَرُهَا “Allah’ım beni dünyadan ibret alarak geçip gidenlerden eyle, ibret almadan geçip gidenlerden eyleme!” şeklinde dua ederler. عَبَّرَ kullanımı ise “bir kişiyi nehrin karşısına geçirmek, rüya tabir etmek ve bir sözü söylemek” anlamlarındadır. عَابِرُ سَبِيلٍ ifadesi de yolu yürüyüp giden kimseyi ifade eder (el-Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 3/84; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 2/378-380; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 2/34-35; İbn Fāris, Muʿcem, 4/207-210; el-Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 2/733-734; İbn Sīde, el-Muḥkem, 2/130-133; el-Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 4/14-15).
Kur’ân’da türevleriyle birlikte dokuz defa geçmektedir. Bu yerlerde dört anlamdadır: 1. Rüya yorumlamak (Yūsuf 12/43). 2. Bir yerden gelip geçen kimse, yolcu (en-Nisā 4/43), 3. İbret, delil, öğüt (Ālu ʿİmrān 3/13; en-Nūr 24/44). 4. İbret almak, ders çıkarmak (el-Ḥaşr 59/2). (Muḳātil b. Suleymān, Tefsīr, 1/266, 374, 2/336; eṭ-Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 7/50-59, 17/339, 22/503; el-Māturīdī, Teʾvīlātu’l-Ḳurʾān, 2/254, 3/243-244, 15/63).
FESSERA | فَسَّرَ
Sözlükte fessera فَسَّرَ “açıklamak, örtülü bir nesneyi açmak” anlamlarındaki f-s-r فَسَرَ kökünden türemiş olup “açıklamak, şerh etmek, akledilebilir manayı ortaya çıkarmak, kelimenin manasını/medlulünü göstermek”tir. تَفْسِير sözcüğü bir şeyin kendisiyle bilindiği şey anlamına genel bir ifadedir. Nitekim hastalığın tespiti için doktorun tahlil ettiği idrar numunesine ve doktorun bu eylemine de تَفْسِرَة denilmiştir. Bununla birlikte تَفْسِير Kur’ân’ın açıklanıp yorumlanması faaliyeti anlamında terimleşmiş ve bir ilim dalının adı olmuştur (el-Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 3/321; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 12/406-407; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 8/311; İbn Fāris, Muʿcem, 4/504; el-Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 2/781; İbn Sīde, el-Muḥkem, 8/480; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 380; Rāzī, Mefātīḥu’l-Ġayb, 24/80; el-Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 4/192; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 9/93-95).
Kur’ân’da masdar olarak bir yerde geçmektedir. Bu yerde (el-Furḳān 25/33) beyan, açıklama, keşf ve mana gibi benzer anlamlara geldiği ifade edilmiştir. Rāzī’ye göre tefsir sözün delâlet ettiği, anlatmak istediği şeyi açıklamaktır. Nitekim Araplar, “Bunun manası şöyle şöyledir.” derken “Bunun tefsiri şöyle şöyledir.” demiş olurlar (eṭ-Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 17/448; Zemaḫşerī, el-Keşşāf, 4/349; Rāzī, Mefātīḥu’l-Ġayb, 24/80; İbn ʿĀşūr, et-Taḥrīr, 19/23).
FAṢṢALE | فَصَّلَ
Sözlükte faṣṣale فَصَّلَ “ayırmak, hüküm vermek, ayrılmak, çıkıp gitmek, kesmek, farkını ortaya koymak, sütten kesmek” anlamlarındaki f-ṣ-l فَصَلَ kökünden gelen bir fiil olup “ayırmak, açıklamak, parçalarına ayırmak, ayrıntısını ortaya koymak” demektir. Örneğin عِقْدٌ مُفَصَّلٌ ifadesi her iki inci arasına bir boncuk konularak yapılmış gerdanlık için kullanılır. فَصَّلَ القَصَّابُ الشَّاةَ cümlesi kasabın koyunu parçalara ayırmasını anlatır. Dolayısıyla faṣṣale bir şeyi benzerlerinden ve beraberindekilerden ayırmak suretiyle gerçekleşen bir açıklamadır (el-Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 3/324; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 12/192-194; İbn Fāris, Muʿcem, 4/505-506; el-Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 5/1790-1791; İbn Sīde, el-Muḥkem, 8/329-330; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 381; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 2/25; el-Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 4/194-195).
Kur’ân’da türevleriyle birlikte 24 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Açıklamak (el-Enʿām 6/154; Yūnus 10/24). 2. Ayırmak (el-Aʿrāf 7/133). (Muḳātil, el-Vucūh ve’n-Neẓāʾir, 108-109; Hārūn b. Mūsā, el-Vucūh ve’n-Neẓāʾir, 278-279; Ḥīrī, Vucūhu’l-Ḳurʾān, 84; Dāmeġānī, el-Vucūh ve’n-Neẓāʾir, 1/203-204; İbnu’l-Cevzī, Nuzhe, 212; Muḥammed Fuʿād ʿAbdulbāḳī, Muʿcemu’l-Müfehres, 520-521).
KARŞILAŞTIRMA
Evvele, beyyene, ʿabera, fessera ve faṣṣale “açıklamak, izah etmek, şerh etmek, yorumlamak” manası bakımından yakın anlamlı olsa da bu kelimelerin arasında bazı farklar vardır. Faṣṣale bir şeyi başkasından ayırmak suretiyle gerçekleşen bir açıklama, beyyene bir şeyin gizliliğini kaldırıp görünür kılarak veya mücmel bir şeyi ayrıntılı bir şekilde ifade ederek yapılan izahtır. Fessera ise bir şeyi kapalı kılan durumu kaldırıp o şeyin özü itibariyle ne olduğunu ortaya koymaktır. Ayrıca ʿaberanın kapsamının diğerlerine göre daha dar olduğu görülür. Zira beyyene, fessera ve faṣṣale maddi olsun ma‘kul olsun bir şeyi açıklamak ve vuzuha kavuşturmak anlamında kullanılabilirken, ʿabera rüya yorumlamak anlamıyla sınırlı kalmıştır. Yine ʿabera başkası tarafından tecrübe edilmiş bir durumdan ders ve ibret almaya dayalı yorumsama ve sonuç çıkarma iken beyyene, fessera ve faṣṣale ile ifade edilen açıklamalarda yorumsama azdır. Evvelede bir şeyin akıbetini ve hakikatini ortaya koyma noktasındaki vurgu diğerlerine nazaran daha fazladır. Tefsīr ile teʾvīl terimlerinin Kur’ân ayetlerinin açıklanması anlamında birbiriyle yakın anlama sahip olduğu söylenebilir. Ancak literatürde tefsīr ile teʾvīlin yorumdaki kesinlik bakımından ayrıldığı görülür. Tefsīrin ayetin lafzî anlamını belirtme, teʾvīlin ise ayetin kastına yönelik yorumsal çıkarımda bulunma olduğu ifade edilmiştir (eṭ-Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 4/177, 17/294, 448; Māturīdī, Teʾvīlāt, 1/3-4; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 12/407; Ebū’l-Beḳā, el-Kulliyyāt, 261; Muṣṭafavī, ʾet-Taḥḳīḳ, 1/190-191; Kubeysī, Mevsūʿa, 1/479, 9/400; Mīḳātī v.dğr, ʾel-Ḳuṭūf, 36; Yesūʿī, Ferāʾidu'l-Luġa, 37).
أَوَّلَ | فَصَّلَ | فَسَّرَ | عَبَرَ | بَيَّنَ