ZĀLE | زَالَ
Sözlükte z-y[v]-l زَيَلَ, “bir nesneyi yerinden ayırmak, ayrılmak, uzaklaştırmak” manalarına gelmektedir. “Onu yerinden/yolundan çıkardım.” anlamında أَزَلْتُهُ veya زَوَّلْتُهُ kullanılır. زَيَّلَ “aralarını ayırmak, açmak ve dağıtmak” demektir. “Onu ayırdım, o da ayrıldı.” anlamında زَيَّلْتُهُ فَتَزَيَّلَ denilir. زَالَ, “devam etti” manasına gelen دَامَ fiilinin zıddıdır. Zâle ve türevlerinin başına مَا ve لَا olumsuzluk edatları getirilerek ulaşılan مَا زَالَ ifadesi “devam etmek” anlamına gelir (‘Askerī, el-Furūḳu’l-Luġaviyye, 152; Ebū’l-Beḳā, el-Kulliyyāt, 490; Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 2/203; İbn Fāris, Muʿcem, 3/41; İṣfehānī, el-Mufredāt, 217; Ḳurṭubī, el-Cāmiʿ, 10/487; Mīḳātī v.dğr, el-Ḳuṭūf, 433; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/429).
Kur’an’da türevleriyle on yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Devam etmek (başlarında mâ ve lâ olumsuzluk edatlarıyla) (el-Baḳara 2/217; el-Māʾide 5/13). 2. Kıyamet günü putperestler ile putları ayırmak (Yūnus 10/28). 3. İnkârcıların inananlardan ayrılması (el-Fetḥ 48/25) (Dāmeġānī, el-Vucūh ve’n-Neẓāʾir, 1/403-404; Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 3/148-149; İṣfehānī, el-Mufredāt, 217-218; el-Kebīsī, Mevsūʿa, 5/564-568).
ʿAZELE | عَزَلَ
Sözlükte ʿa-z-l عَزَلَ “ayrılmak, uzak durmak, uzaklaşmak, uzaklaştırmak, terk etmek, kaçınmak” manalarına gelmektedir. “Onu toplumdan ayrı/uzak ve münzevi olarak gördüm.” anlamında رَأَيْتُهُ فِي مَعْزِلٍ ve “Niçin seni arkadaşlarından uzakta görüyorum?” manasında مَا لِيَ أَرَاكَ فِي مَعْزِلٍ عَنْ أَصْحَابِكَ؟ denilir. Bir kimse başkalarından ayrılıp bir köşeye çekildiğinde اِعْتَزَلَ fiili kullanılır. İʿtizâl bir kişiden utanma ve hoşnut olmamama gibi bir gerekçeyle uzaklaşmaktır. “Onu uzaklaştırdım.” anlamında عَزَلْتُهُ، اِعْتَزَلْتُهُ، تَعَزَّلْتُهُ ifadeleri kullanılır. Silahı olmayıp savaştan geri kalan kişi, yağmursuz bulut ve bunun yanı sıra kuyruğu sağa doğru meyilli ve uğursuz kabul edilen hayvan الْأَعْزَلُ diye isimlendirilir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 3/147; İbn Fāris, Muʿcem, 4/307-308; İbnu’ş-Şecerī, Mā İttefeḳa Lafzuhu, 10; İṣfehānī, el-Mufredāt, 334; Mīḳātī v.dğr, el-Ḳuṭūf, 684-685; Saʿlebī, Fıḳhu’l-Luġa, 2/546-547; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/651)
Kur’an’da türevleri ile birlikte 10 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu anlamlardadır: 1. Ayrılmak/uzaklaşmak (el-Kehf 18/16). 2. Uzak durmak (el-Baḳara 2/222; en-Nisā 4/90). 3. Bırakıp çekilmek, terk etmek (Meryem 19/48, 49). 4. Uzak yer (Hūd 11/42). 5. Kovulmuş olanlar, uzak tutulanlar (eş-Şuʿarā 26/212) (Badawi-Haleem, Arabic-English Dictionary of Qur’anic Usage, 618-619; Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 4/63; el-Kebīsī, Mevsūʿa, 8/318-322).
FEKKE | فَكَّ
Sözlükte f-k-k فَكَكَ “bir şeyi yapışık ve bitişik olduğu yerden ayırmak, koparmak, kurtarmak, bir bağı çözmek, kelepçeyi çıkarmak, engeli ortadan kaldırmak” anlamlarına gelmektedir. فَكُّ رَقَبَةٍ “bir kimseyi hürriyetine kavuşturmak”; فَكَّ الرَّهْنَ de “rehin bırakılan bir malı kurtarmak” demektir. Bütünü parçalarına ayırmak için فَكَّكَ; ayrılma eylemini anlatma için hem تَفَكَّكَ hem de اِنْفَكَّ kullanılır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 3/334; İbn Fāris, Mu‘cem, 4/433; Mīḳātī v.dğr, el-Ḳuṭūf, 814; Rāzī, Mefātīḥu’l-Ġayb, 31/185; 32/39; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 2/32).
Kur’an’da sadece iki yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Bir kimseyi hürriyyetine kavuşturmak (el-Beled 90/13). 2. Ayrılmak (el-Beyyine 98/1) (Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 4/210-211; İṣfehānī, el-Mufredāt, 384; el-Kebīsī, Mevsūʿa, 9/490-494; Rāzī, Mefātīḥu’l-Ġayb, 31/185, 32/39).
MEYEZE | مَيَزَ
Sözlükte m-y-z مَيَزَ “bir şeyi/nesneyi diğerinden ayırmak, iki şeyin arasını ayırmak” demektir. Bu kökten türeyen مَيَّزَ، اِمْتَازَ ve اِنْمَازَ ise “nesne ya da olguları ayırt etmek, birine ayrıcalık tanımak, idrak etmek, çatlamak” manalarına gelmektedir. Birisinin anlama gücünün bulunmadığını ifade etmek için فُلاَنٌ لَا تَمْيِيزَ لَهُ denir. Bir kimsenin öfkesinden esip gürlemesi de فُلاَنٌ يَتَمَيَّزُ غَيْظاً ile anlatılır (el-Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 5/897; Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 4/175; İbn Fāris, Muʿcem, 5/289; İṣfehānī, el-Mufredāt, 478; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 2/236; Zemaḫşerī, el-Keşşāf, 6/172).
Kur’an’da türevleriyle dört yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Ayırmak, ayıklamak (Ālu ʿİmrān 3/179, el-Enfāl 8/37). 2. Ayrılmak (Yā-Sīn 36/59). 3. Öfkeden çatlamak (el-Mülk 67/8) (Badawi-Haleem, Arabic-English Dictionary of Qur’anic Usage, 908; Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 4/540; İṣfehānī, el-Mufredāt, 478; el-Kebīsī, Mevsūʿa, 11/248-250).
KARŞILAŞTIRMA
ʿA-z-l, zāle, fekke ve meyeze “ayırmak ve ayrılmak” bakımından yakın anlamlı olsalar da bu kelimelerin arasında bazı farklar vardır. ʿA-z-l bir mekân veya kişiden ayrılmaktır. Zeyele, bir şeyden uzaklaşarak kenara çekilmektir. F-k-k kökünden türeyen infikāk ve tefekkük sadece birlikte olan veya birbiriyle kaynaşmış iki şeyi/nesneyi birbirinden ayırmak anlamındadır. Bu bağlamda bir şeyin tek başına bulunması durumunda لَمْ يَزَلْ kullanılır ancak لَمْ يَنْفَكَّ kullanılmaz. “Anlayış sahibi olmak, idrak etmek” anlamları m-y-z kökünde bulunmasına karşın diğer üç kökte bu nüans söz konusu değildir. Z-y[v]-l kökünde “ayrılmak” anlamının yanı sıra bir varlığın bütün yönleriyle değil de belirli açılardan intikal etmesi, yok olması ve sona ermesi anlamları bulunmaktadır. Nitekim diğer üç kökten farklı olarak bu kökte devam eden bir durumdan sonra ayrılmak, taşınmak anlamı da söz konusudur (‘Askerī, el-Furūḳu’l-Luġaviyye, 147-148, 152; Ebū’l-Beḳā, el-Kulliyyāt, 289).
زَالَ | عَزَلَ | فَكَّ | مَيَزَ