ḪALFE | خَلْفَ
Sözlükte ḫalefe خَلَفَ “bir şeyin başka bir şeyin yerine geçmesi, arka taraf ve değişim” şeklinde üç temel mana ifade etmektedir. Ḫalf خَلْفَ “arka, arka taraf” manasında olup وَرَاءَ gibi mekan zarfıdır. Vücudun sırt ve bel bölgesi خَلْفٌ şeklinde isimlendirilir. Bu iki zarfın zıddı “ön, ön taraf” anlamlarına gelen قُدَّامٌ veأَمَامَ sözcükleridir. خَلَفٌ “babanın ölümünden sonra onun yerini oğlunun alması” demektir. Bu kelime neslin hayırlı bir nesil olması durumunda söylenir.خَلْفٌ ise “babadan sonra gelen kötü nesil” anlamındadır. Bu nedenle hayırlı nesle خَلْفٌ, kötü huylu nesle iseخَلَفٌ demek caiz değildir. Sonradan gelenlerin değersiz olanlarını ifade etmek için de خَلْفٌ kullanılır. Kur’ân’da Meryem 19/59 ayetinde bu manadadır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/436; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 7/394-397; İbn Fāris, Muʿcem, 2/210; İbn Sīde, el-Muḥkem, 5/197-198; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 155; Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz, 1/519; Ebū’l-Beḳā, el-Kulliyyāt, 414; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 3/119-120). خليفة kendinden öncekinin mekanına/makamına geçen kişiyi anlatır. el-Baḳara 2/30 ayetinde insanoğlu خليفة olarak isimlendirilmiştir. خَلَفَ köküne ait tüm kelimelerin anlamı ya zaman ya mekân ya da keyfiyet yönüyle alakalıdır. خليفة zaman açısından; تخلّف mekân açısından; خُلْف ve اختلاف ise keyfiyet açısından bu hususa örnektir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/437; Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 2/562; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 3/122).
Kur’ân’da yirmi yerde geçmekte olup bu yerlerde genellikle zıddı olarak gelen بَيْنَ يَدَي tabiri ile birlikte kullanılır (el-Baḳara 2/66; er-Raʿd 13/11; Fuṣṣilet 41/42; el-Aḥḳāf 46/21; el-Cinn 72/27).
VERÂE | وَرَاءَ
Sözlükte verâ وَرَىٍ fiili “yanmak, tutuşmak, çakmaktan ateş çıkmak, üzerini örtmek, gizlemek” manalarına gelmektedir الوَرَى “insan, ademoğlu, yeryüzündeki mahlukat” demektir. ʾIṣfehānī, bu kelimenin önceki veya sonraki nesilleri ifade edecek bir anlam taşımadığını ancak insanların vücutlarıyla yeryüzünü örttükleri düşüncesinde hareketle türetildiğini ifade etmektedir. وراء “çocuğunun çocuğu, torun” anlamındadır. Nitekim Hūd sûresinin 71. âyetinde bu manada kullanılmıştır. (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 4/363-365; el-Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 6/2522; İbn Fāris, Muʿcem, 6/10; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 520-521; Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 5/200; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 10/291-292; İbnu’ş-Şecerī, Mā ʾİttefeḳa Lafzuhu, 461).
Verâ fiilinin “örtmek, gizlemek” manasından hareketle türetilen وراء kelimesi “arka, arka taraf” anlamıyla ilişkili olarak kişinin zaman veya mekan açısından geride kalan şeylerin gizli, örtük ve meçhul olduğunu anlatır. Fakat bazen “ön taraf” anlamındaki قُدَّام yerine de kullanılır. Bursevî وراء kelimesinin aslında mastar olduğunu fakat zarf olarak kullanıldığını söyler. Bu zarf failine muzâf olduğunda “hem arka hem de arkasında görülmeyen şey”, mef’ûlüne muzâf olduğunda ise “hem ön hem de önünde görünmeyen şey” kast edilir Örneğin, فَنَبَذُوهُ وَرَاءَ ظُهُورِهِمْ وَاشْتَرَوْا بِهٖ ثَمَنًا قَلٖيلًا (Ālu ʿİmrān 3/187) ayetinde “arka”, وَكَانَ وَرَاءَهُمْ مَلِكٌ (el-Kehf 18/79) ayetinde ise “ön” manasındadır (el-Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 6/2523; İbn Fāris, Muʿcem, 6/104; İbn Sīde, el-Muḥkem, 10/350; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 13/96; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 10/293; İbnu’ş-Şecerī, Mā ʾİttefeḳa Lafzuhu, 461; Bursevî, Furûk, 109).
Verâ kelimesindeki bu durum genellikle zaman açısından söz konusudur. Çünkü insanın geçirdiği zaman onun arkasında, gelecek zaman ise önündedir. Gelen herhangi bir şeyin insana yetişmesi dikkate alındığında insanın arkasında, insanın bir şeye yetişmesi dikkate alındığında o şey, insanın önünde olur. Bu nedenle وراء duruma göre her iki manaya da gelebilir. Buradan hareketle mekân açısından da aynı şekilde kullanılması caizdir (Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz, 4/304; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 13/97).
Kur’ân’da on altı âyette “arka” anlamının yanı sıra “...den başka, ön taraf, ölümden sonrası, dünya hayatı, intikam ve sonra” şeklinde altı farklı anlamda kullanılmıştır (Muḳātil, Tefsīr, 2/598, 620; Dāmeġānī, el-Vucūh ve’n-Neẓāʾir, 2/280-281; Beġavī, Meʿālimu’t-Tenzīl, 2/193; İbnu’l-Cevzī, Nuzhe, 609; Rāzī, Mefātīḥu’l-Ġayb, 29/226).
KARŞILAŞTIRMA
Ḫalf ve verâ kelimeleri “arka” manası bakımından yakın anlamlı; ḳuddām ve emām kelimeleri ile zıt anlamlıdır. Fakat bazı dil bilginleri, zaman ve mekân açısından yakın olmayı anlatmak için أَمَامَ (ön) kelimesinin zıddı olarak خَلْفَ; uzak olan durumlar için ise ise وَرَاءَ kullanılacağı şeklinde aralarında bir farkın olduğuna işaret etmiştir (İbnu’l-Cevzī, Nuzhe, 608; Yezīdī, Mā ʾİttefeḳa Lafzuhu, 247; Yesūʿī, el-Müncid, 241; el-Kebīsī, Mevsūʿa, 4/227).
Verâ kök olarak örtmek anlamındadır. Bununla ilişkili olarak kişinin önünde ya da arkasında olsun kendisine gizli kalan şeyler verâ ile anlatılır. Bu bağlamda kişinin gizleyip görmek istemediği ve umursamadığı durumlar da bu kapsamdadır. Halfde ise arkada kalmak bakımında bir şeyin gizliliği durumu söz konusu değildir. Zaman ve mekan açısından bir şeyin açık da olsa geride kalması esastır. Ayrıca ḫalf kelimesi değişim ve peşisıralık anlamını içinde barındırırken verâda böyle bir durum söz konusu değildir.
وَرَاءَ | خَلْفَ