Çabalamak

اجترح كَدْحٌ كسب صنع فعل عمل قام اقترف سعى

Müellif: Ali Karataş
Yayınlanma Tarihi: 24.05.2024            
İCTERAḤA |   اِجْتَرَحَ 

Sözlükte icteraḥa اِجْتَرَحَ “deriyi soymak; çabalayarak bir şey yapmak” anlamındaki جَرَحَ fiilinden türemiştir. Nitekim birisi demirle başka birisini yaraladığında جَرَحَهُ بِحَدِيدَةٍ جَرْحًا; bir işi yeri getirdiğinde ise اِجْتَرَحَ عَمَلاً diye söylenir. İcteraḥa iyi ya da kötü eylemin organlarla yapılmasını anlatır. Bu nedenle organlar جَوَارِحُ diye isimlendirilmiştir. جُرْحٌ “kanayan yara”; جَرِيحٌ “yaralı kişi”; جَارِحَةٌ “avlanmada kullanılan köpek, pars ve kuşlara” denir. Av hayvanlarına bu ismin verilmesi onların avını yakalamak için yaralamaları ve çabalaması sebebiyledir. Şahidin şahitliğini zedelemesine de جَرْحٌ adı verilmiştir. جَرَحَ الرَّجُلُ اَلرَّجُلَ “Bir adam birisine kötü söz söyleyerek onu incitti/yaraladı.” ve بِئْسَ مَا جَرَحَتْ يَدَاكَ “Ellerinle yaptığın şey ne kötü!” cümleleri mecazî kullanımlardır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/228; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 1/437; İbn Fāris, Muʿcem, 1/451; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 90; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/130)

Kur’an’da türevleriyle dört yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Avcı hayvan (el-Māʾide 5/4). 2. Yara (el-Māʾide 5/45). 3. Bir şey yapmak, iyi ya da kötü bir fiil işlemek (el-Enʿām 6/60; el-Cāsiye 45/21). 

İḲTERAFE | اِقْتَرَفَ

Sözlükte iḳterafe اِقْتَرَفَ “bir şeyi karıştırmak” manasındaki قَرَفَ fiilinden türemiştir. Nitekim قَرَفَ الشَّيْءَ cümlesi bu anlamdadır. Aslı “kabuk” demek olan اَلْقِرْفُ sözcüğünden gelir. Kabuğa bu ismin verilmesi üzerinde bulunduğu şeyle karışmasındandır. قِرْفُ الْخُبْزِ ekmekten koparak fırına yapışan kabuktur. Iṣfehānī’ye göre, kelimenin asıl anlamı ağaç ve yaranın kabuğunu çıkarmaktır. Bundan hareketle bir kimsenin çalışıp ailesini geçindirmesi قَرَفَ لِعِيَالِهِ sözü ile anlatılır. İḳterafe, istiare yoluyla iyi ya da kötü bir şey için çabalamayı ya da bir şey yapmayı ifade eder. قَرَفْتُ فُلاَنًا بِكَذَا “Falanı şununla itham ettim/ayıpladım.”; قَارَفَ فُلاَنٌ أَمْرًا “Falan kişi (çirkin) bir şey yaptı.” ve قَرَفَ الرَّجُلُ “Adam yalan söyledi.” anlamındadır. مُقْرِفٌ “iğrenç/ bayağı”, اَلْقِرْفَةُ ise “töhmet ve iftira” demektir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 3/380; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 3/786; İbn Fāris, Muʿcem, 5/74; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ 4/1415; ; İbn Sīde, el-Muḥkem, 6/375-376; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 401; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 2/71).

Kur’an’da türevleriyle beş yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. İyi ya da kötü bir iş yapmak (el-Enʿām 6/113, 120; eş-Şūrā 42/23). 2. (Mal) Kazanmak, elde etmek (et-Tevbe 9/24).

ṢANAʿA | صَنَعَ

Sözlükte ṣanaʿa صَنَعَ “bir iş yapmak; beceriye dayalı bir şey yapmak” demektir. Nitekim صَنَعَ الشَّيْءَ “Bir şey yaptı.”; صَنَعَ إِلَيْهِ مَعْرُوفًا “Ona iyilik yaptı.” ve صَنَعَ به صَنيعاً قبيحاً “Ona kötülük yaptı.” manasındadır. Bir kimse bir şeyi veya birisini kendisi için seçtiğinde اِصْطَنَعَهُ لنَفسِهِ diye söylenir. Elleriyle güzel bir iş yapan sanatkâr erkek için رَجُلٌ صَنَعٌ, kadın için إِمْرَأَةٌ صَنَاعٌ kullanılır. صَنِيعَةٌ başkası için yapılan hayırlı iş, صَنَّاعٌ elleriyle iş yapan zanaatkârdır. صَنَعَ فَرَسَهُ mecazen birisinin atına iyi bakmasını ve فَرَسٌ صَنِيعٌ ise güzel bakılan atı ifade eder. Olduğundan güzel ve gösterişli görünmek تَصَنُّعٌ; beceri/hüner/sanat صَنْعَةٌ; su için yapılmış kuyu/havuz مَصْنَعٌ; görkemli köşk, yapı ve hisar fabrika مَصَانِعُ şeklinde adlandırılır. Şair için صَنَعُ اللِّسَانِ denmesi onun belagate uygun ve güzel konuşması sebebiyledir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/417; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 2/888; İbn Fāris, Muʿcem, 3/313; İbn Sīde, el-Muḥkem, 1/444-445; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 286-287; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/561)

Kur’an’da türevleriyle 20 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Yapmak (el-Māʾide 5/14; el-ʾAʿrāf 7/137). 2. Seçmek (Ṭā-Hā 20/41). Bu ayette Allah’ın Hz. Musa’yı kendisine peygamber seçtiği ve onu özel olarak yetiştirdiği anlatılır. 3. Beceri, hüner (el-Enbiyā 21/80). 4. Görkemli yapı (eş-Şuʿarā 26/129) 5. İş (el-Kehf 18/104).

ʿAMİLE | عَمِلَ

Sözlükte ʿamile عَمِلَ “herhangi bir işi yapmak” demektir. Nitekim عَمِلَ عَمَلًا “Bir iş yaptı.”; اِعْتَمَلَ الرَّجُلُ “İşini kendisi gördü.” ve اَعْمَلَهُ غَيْرَهُ “İşi başkasına yaptırdı.” manasındadır. Kuyu kazma ve çapa yapma gibi işleri eliyle yapan kimseler عَمَلَةٌ; daima iş yapan عَمُولٌ; yapılan işin karşılığında alınan ücret ise عِمَالَةٌ olarak isimlendirilir. İşinde güçlü ve sabırlı olan adam için رَجُلٌ عِمِّيلٌ idfadesi kullanılır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 3/230; İbn Fāris, Muʿcem, 4/145; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 286-287; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/561).

Kur’an’da türevleriyle 360 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Yapmak (el-Baḳara 2/25; Ālu ʿİmrān 2/30). 2. İş, eylem (Ālu ʿİmrān 2/195; et-Tevbe 9/102). 3. Çalışan (Ālu ʿİmrān 2/195).

FEʿALE | فَعَلَ

Sözlükte feʿale فَعَلَ “davranışta  bulunmak ve bir iş yapmak” demektir. Nitekim فَعَلْتُ كَذَا “Şunu yaptım.” anlamındadır. فِعْلٌ bir müessir ya da fail tarafından ortaya çıkan etki; فَعْلَةٌ iş, eylem; فَعَلَةٌ eliyle iş yapan adamlar için kullanılır. Cömertlik, ikramda bulunmak gibi güzel fiillere اَلْفَعَالُ denir. اِفْتَعَلَ كِذْباً وَزُوراً mecazen yalan söylemeyi anlatır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 3/330; İbn Fāris, Muʿcem, 4/511; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 5/1792; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 382-383; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 2/29).

Kur’an’da türevleriyle 108 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Yapmak (el-Baḳara 2/24; en-Nisā 4/30). 2. Allah’ın bir sıfatı olarak hakkıyla yapan anlamında “Fe‘aāl” (Hūd 11/107; el-Burūc 85/16). 3. Fiil, eylem (eş-Şuʿarā 26/19).  

ḲĀME | قَامَ

Sözlükte ḳāme/ḳāveme قَامَ “ayağa kalkmak, dikilmek; bir şeyi yapmak/yapmada kararlılık göstermek” manasındadır. Nitekim birisi ayağa kalktığında قَامَ قِيَامًا, bir işi yapmak için çaba harcayıp kararlılık gösterdiğindeقَامَ بِهَذَا الْأَمْرِ; su donduğunda قَامَ الْمَاءُ; deve yorgunluktan gidemeyip durduğunda قَامَتِ الدَّابَّةُ şeklinde söylenir. أَقَامَهُ غَيْرُهُ birisinin başkasını ayağa kaldırmasına, اَقامَ الشَّيْئَ de bir şeyi sürdürmeye ve devamlı yapmaya işaret eder. Bir çırpıda ayağa kalkma قِيَامَةٌ; namazda iki rekât arasında ayakta durma قَوْمَةٌ; boy ve endam قَامَةٌ olarak isimlendirilir. أَقَامَ بِالْمَكَانِ إِقَامَةً cümlesindeki أَقَامَ “bir yerde oturmak, ikamet etmek” anlamındadır. إِقَامَةُ الشَّيْءِ bir şeyin hakkını vermeyi; اِسْتِقَامَةُ اْلإِنْسَانِ insanın doğru yolu izlemesini anlatır. تَقْوِيمُ السِّلْعَةِ eşyanın değerini belirlemek olup اِسْتَقَمْتُ الْمَتَاعَ ibaresi bu manadadır. هَذَا قِوَامُ الدِّينِ وَالْحَقِّ dinin kendisiyle ayakta durduğu temel şeyi belirtir. قَوْمٌ sözcüğü içinde kadınların bulunmadığı erkekler topluluğunu belirtir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 4/444; İbn Fāris, Muʿcem, 5/43; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 5/2016-2017; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 416).

Kur’an’da türevleriyle 660 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Ayakta durmak (en-Nebeʾ 78/38; el-Muṭaffifīn 83/6). 2. Namaz kılmak (el-Baḳara 2/3; el-ʾAʿrāf 7/170). 3. (Yüzünü) çevirmek (el-ʾAʿrāf 7/29). 4. İdare eden, yöneten, koruyup gözeten (en-Nisā 4/34). 5. Gözeten, yerine getiren (Ālu ʿİmrān 3/18). 6. Gereğince yerine getirmek, dosdoğru uygulamak (el-Māʾide 5/66). 7. Ölçülü (el-Furḳān 25/67). 8. Her zaman koruyup gözeten anlamında Allah’ın sıfatı olarak “el-Kayyûm” (el-Baḳara 2/255; Ālu ʿİmrān 3/2). 9. Kıyamet (el-Baḳara 2/212; el-Ḳıyāme 75/1). 10. (Hz. İbrahim’a ait) makam (el-Baḳara 2/125). 10. Devamlı (el-Māʾide 5/37). 11. Topluluk, kavim (el-Baḳara 2/54; Ālu ʿİmrān 3/86). 12. Ayakta (Ālu ʿİmrān 3/191). 13. Dosdoğru (el-Fātiḥa 1/6; en-Nisā 4/68). 14. Dosdoğru olmak (Hūd 11/112).  14. Güvenli ve uygun (en-Nisā 4/103; el-Māʾide 5/94). 15. Sağlam (en-Nisā 4/46).

KEDEḤA | كَدَحَ

Sözlükte kedeḥa كَدَحَ “tırmalamak” anlamındadır. Nitekim birisi, başkasını tırmaladığında كَدَحَهُ وَكَدَّحَهُ, tarakla saçlarını ayırdığında كَدَحَ رَأْسَهُ بِالْمُشْطِ denir. Kıyas yoluyla “Bir şeye etki etmek, yapmak, çalışmak ve kazanmak” manasına gelir. Buna göre kendisi için çabalayıp iyi veya kötü bir şey yaptığında كَدَحَ فِي الْعَمَلِ كَدْحًا, ailesinin geçimini kazanmak için çalıştığında كَدَحَ لِعِيَالِهِ şeklinde söylenir. كَدْحٌ çok sıkı çalışmak, tırnak yarası ve tırmık için kullanılır. حِمَارٌ مُكَدَّحٌ ısırılmış eşeği, كُدُوحٌ diş izini belirtir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 4/14; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 1/505; İbn Fāris, Muʿcem, 5/167; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 1/398; İbn Sīde, el-Muḥkem, 3/37; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 426).

Kur’an’da bir ayette iki yerde geçmektedir. Bu yerlerde “çabalamak” manasında olup insanın Rabbi için faydalı veya zararlı şeyler yapmak suretiyle çok çalıştığı ve bunlarla Rabbine varacağı bildirilmektedir (el-İnşiḳāḳ 84/6). (Māturīdī, Teʾvīlāt, 17/126-127).

KESEBE | كَسَبَ

Sözlükte kesebe كَسَبَ “bir şeyi isteme ve onu elde etme, toplama, rızık talep etme” anlamındadır. Nitekim كَسَبَ أَهْلَهُ خَيْرًا “Ailesi için hayır diledi/ailesine iyilik getirdi”; كَسَبْتُ الرَّجُلَ مَالًا فَكَسَبَهُ “Adam için mal topladım, o da onu elde etti.” ve كَسَبْتُ شَيْئاً وَاكْتَسَبْتُهُ “Bir şey istedim ve onu elde ettim.” demektir. Kendisi için bir şey kazanmak اِكْتِسَابٌ ve hem kendisi hem başkası için kazanmak ise كَسْبٌ ile ifade edilir. Kesebede güzel bir şey, اِكْتَسَبَ’de ise kötü bir şey kazanma anlamı bulunduğu ifade edilmiştir.  رَجُلٌ كَسُوبٌ çok kazanan adam, اَلْكَوَاسِبُ insanın kendisiyle bir şeyler elde ettiği organlar, اَلْكُسْبُ yağın geriye kalan posasıdır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 4/27; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 1/339; İbn Fāris, Muʿcem, 5/179; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ 5/212; İbn Sīde, el-Muḥkem, 6/726; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 401).

Kur’an’da türevleriyle 67 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Yapmak (el-Baḳara 2/79; Ālu ʿİmrān 3/155). 2. Kazanmak, elde etmek (el-Baḳara 2/267).

KARŞILAŞTIRMA

İcteraḥa, iḳterafe,  ṣanaʿa, ʿamile, feʿale, ḳāme, kedeḥa ve kesebe “çabalamak ve yapmak” bakımından yakın anlamlı olsa da bu kelimelerin arasında bazı farklar vardır. İcteraḥa, tabi olanın dışına çıkmak suretiyle günah için çabalamaktır. Bu çaba kişinin nefsinde kötü bir etki ortaya çıkaran ve onun cezalandırılmasına sebep olan organlarıyla yaptığı sözlü ya da fiili bir eylemdir. İḳterafe; kazanç elde etmek için çabalamak, iyi ya da kötü bir şey yapmaktır. Ancak genelde kötü şeyler için çabalamak olduğu söylenir. Günah olmamakla ayıplanmayı gerektirecek bir şey yapmaktır. Ṣanaʿa, el becerisiyle bir şeyi sağlam ve düzgün yapmaktır. Bu sebeple marangoz için kullanılırken tüccar için bu fiil kullanılmaz. Hayvanlara nispet edilmez. Hayvan ve insanın yetiştirilmesi ve bakımında özen göstermektir. ʿAmile; bilgi, istek ve kasıtlı olarak canlıların eylemde bulunmasıdır ve bir şeyde etki uyandırmaktır. Buna göre her ṣāniʿ, ʿāmildir ama her ʿʿāmil, ṣāniʿ değildir. Bazıları, ʿamile fiilinde ilmin gerekli olmadığını söylese de iştikâk-ı kebiri kabul edenlere göre bu sözcük ile ʿalime arasında sıkı bir ilişki vardır. Bu sebeple ʿamile bilgiye dayaranak eylemde bulunmaktır ve bu yönüyle feʿaleden ayrılır. Feʿale; bilgiye dayansın veya dayanmasın, kasıtlı olsun ya da olmasın eylemde bulunmaktır. Canlı ve cansız varlıklara nispetle kullanılabildiği için ʿamileden daha genel manaya sahiptir. Bu sebeple her ʿamel bir fiildir ancak her fiil ʿamel değildir. ʿAmelin hayvanlara ve cansız varlıklara nispeti nadirdir. Her sun’ fiildir fakat her fiil sun’ değildir. Fiil, hayvan ve cansız varlıklara nispet edildiği gibi, sun’ onlara nispet edilmez. Ḳāme, bir şeyi yapmak için harekete geçmek ve bunda daimi olma halidir. Kedeḥa, bir şey için var gücüyle çokça çabalamak; bir şeyi elde etmek ve biriktirmek için uğraşmaktır. Çok çabalayan insanda kedi tırmalasının ciltte bıraktığı etkiye benzer bir etki ortaya çıkar. Hayır ve şerri elde etme bakımından umumi bir manaya sahiptir. Kesebe, insanın bir fayda sağlayacağını ve bir menfaat elde edeceğini düşünerek eylemde bulunmasıdır. İnsanın kendine zarar verecek bir şeye yol açması için de kullanılır (ʿAskerī, el-Furūḳu’l-Luġaviyye, 134; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 90, 286-287, 382-383, 401, 416, 426, 444-445; Cezāirī, Furūḳu’l-Luġāt, 157-158; İbn ʿĀşūr, et-Taḥrīr; 8/12-13; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 2/81-82, 9/271-272; Kubeysī, Mevsūʿa, 7/234, 8/536, 10/114, 449).