EL-CİLBĀB | اَلْجِلْبَابُ
Sözlükte el-cilbāb اَلْجِلْبَابُ “bir şeyi bir yerden başka bir yere çekmek, yöneltmek; yaygara koparmak ve bağırmak” anlamlarına gelen جَلَبَ fiilinden türemiştir. Nitekim جَلَبَهُ جَلْبًا cümlesi koyun, deve ve köleyi satmak maksadıyla bir yerden alıp başka bir yere götürmeyi ifade eder. اَلْجُلْبَةُ مِنَ الْجَبَلِ tabiri kayaların üst üste yığıldığı ve bu sebeple hayvan sürüsünün yol bulup gidemediği dağı anlatır. أجْلَبْتُ عََلَيْه denildiğinde ise kişinin birine sert bir tonla bağırdığı anlaşılır. Buradaki bağırmanın bir tarafa yönlendirmek maksadıyla olduğu söylenebilir. Özgürlüğünü kaybederek boyunduruk altına giren kimseye جَلِيبٌ, derideki yaranın iyileşerek kabuk bağlamasına ve deri üzerine dikilen muskaya جُلْبَةٌ , afetlerle birlikte gelen sıkıntılı durumlara ٌجَالِبَة, huzurun kaybolmasıyla ortaya çıkan kaos ve kargaşaya da جَلَبَةّ denmiştir. Kadının başını ve göğsünü kendisiyle örttüğü elbise için cilbāb denilmesi bakışları kendi üzerinden başka tarafa yöneltmesi sebebiyledir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/250-251; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 11/90-95; İbn Fāris, Muʿcem, 1/469-470; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 95).
Kur’an’da türevleriyle birlikte iki yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Yaygara koparmak, bağırmak (el-ʾİsrā 17/64). Bu ayet şeytanın yardım istemek için çağrıda bulunması, süvari ve yayaları kendisine çekerek güç toplamasıyla ilgilidir. 2. Örtü ve elbise (el-Aḥzāb 33/59). Bu ayetteki cilbābın hakkında üç görüş nakledilmektedir. İlki İbn Mes’ūd (ö. 32/652) ve Hasan Basrī’ye (ö. 110/278) ait olup cilbāb, rida yani üste giyilen dış elbisedir. İbn Cübeyr’e (ö. 94/713) ait ikinci görüşe göre kadının yüzünü örten ve tanınmasını engelleyen örtüdür. İbn Abbās (ö. 68/687-88) ve Kutrub’a (ö. 210/825) dayandırılan üçüncü görüşe göre de kadının iç elbisesinin üzerine giydiği her türlü dış elbisedir. Rāġıb el-ʾIṣfehānī de cilbābı, kadının hem başını hem de göğsünü örten geniş elbise olarak tanımlamıştır (Māturīdī, Teʾvīlāt, 11/385; Māverdī, en-Nuket, 4/423-424; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 95; Zemaḫşerī, el-Keşşāf, 5/97-98).
EL-ḤIMĀR | اَلْخِمَارُ
Sözlükte el-ḥımār الخِمَارُ “örtmek, saklamak, gizlemek” anlamlarına gelen ḥamera خَمَرَ fiilinden türemiştir. Çoğulu ḥumur خُمُرٌ olan ḥımār ise kadının başını kapattığı örtüyü ifade etmektedir. Nitekim bir kabın, üstü kapakla kapatıldığında خَمَرْتُ الإنَاءَ “Kabın/tencerenin üzerini örttüm/kapattım.” denilmektedir. Aklın doğru şekilde kullanımını engelleyerek onu örtmesinden dolayı şaraba da aynı kökten türeyen خَمْرٌ, içki sebebiyle oluşan hastalıklara da خُمَارٌ adı verilmiştir. Araplar, hamura içki katıldığı zaman أخْمَرْتُ العَجِينَ deyimini kullanarak kelimenin şarap anlamını öne çıkarmışlardır. Diğer yandan kişiyi bir anlamda içerisinde gizleyip sakladığı için kalabalık خُمَارٌ ve خُمْرَةٌ olarak isimlendirilmiştir. خُمْرَةٌ secde anında yüzü tozdan koruduğu için “küçük hasır” veya “küçük seccade” anlamlarına da gelmektedir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/442-443; İbn Fāris, Muʿcem, 2/215-217; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 159; Munāvī, et-Tevḳīf, 160).
Kur’an’da türevleriyle birlikte yedi yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1.Şarap (el-Baḳara 2/219; el-Māʾide 5/90-91). 2. İçecek ve meşrubat (Muḥammed 47/15). Bu ayette cennette muttakilere vadedilen ve içenlere zevk veren meşrubattan bahsedilmektedir. 3. Başörtüsü (en-Nūr 24/31). ضَرَبَ fiili عَلٰى harfi cerri ile birlikte kullanıldığında “Bir şeyi başka bir şey ile bastırarak sıkıca örtme” anlamına gelmektedir. Bundan dolayı ayet; boynun ve göğsün başörtüsü ile iyice kapatılmasını ifade ederek önceden uygulanan baş örtme şekline düzenleme getirmekte ve bedendeki bazı bölgelerin mahremiyet sınırını belirlemektedir (Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 1/168-170; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 294-295; Zemaḫşerī, el-Keşşāf, 4/289-291; Rāzī, Mefātīḥu’l-Ġayb, 23/206; Ḳurṭubī, el-Cāmiʿ, 15/214-215).
KARŞILAŞTIRMA
el-Cilbāb ve el-ḥımār “başörtüsü” manası bakımından yakın anlamlı olsa da bu kelimelerin arasında bazı farklar vardır. el-Cilbāb hem bedenin dış elbisesi hem de başörtüsünü kapsayan dış giysi olarak tanımlanmıştır. Ancak bu tanımlarda el-cilbāb lafzının başörtüsü ile ilgili mahiyeti tam olarak belirlenmemiştir. el-Ḥımār genel olarak örtme manasını taşımakla birlikte Arap dilinde yalnızca başörtüsü anlamında kullanım kazanmıştır. Bu sebeple el-cilbāb; bedeni örten ve dışarıdan bakıldığında görünen, yeni bulunan ve ön taraftan bağlanan elbiseyi ifade ederken ḥımār, başın örtünmesine özgüdür. Ebū Ḥayyān’ın (ö. 745/1344) el-cilbābı ḥımārdan büyük ve kadını kötü bakışlardan koruma işlevine sahip bir elbise olarak tanımlaması da bunu desteklemektedir. Bununla birlikte el-cilbābın; çarşaf anlamına gelen milḥafe مِلْحَفَةٌ (çarşaf) ile aynı şey olmadığı, el-ḥımārdan daha geniş ve ridādan daha küçük bir elbise olduğu kaynaklarda nakledilmektedir. Kök olarak el-cilbābın bakışları başka tarafa sevk etme, el-ḥımārın ise bir şeyi niteliği belli olmayacak derecede örtmek manasının belirgin olduğu söylenebilir (Saʿlebī, Fıḳhu’l-Luġa, 2/419; Ebū Ḥayyān, el-Baḥru’l-Muḥīṭ, 7/240-241; Ebu’s-Suʿūd, İrşād, 4/433, 434; Ṣaʿīdī, el-ʾİfṣāḥ, 162, 164; Kubeysī, Mevsūʿa, 2/629).
خمار | جلباب