Sözlükte beriḥa بَرِحَ “terk etmek, uzaklaşmak, sona ermek, açığa çıkmak, görünür olmak; zor, şiddetli ve büyük olmak” şeklinde iki aslî anlama sahiptir. Nitekim kişi yerini terk edip uzaklaştığında ُبَرِحَ مَكَانَه, bir şeydeki gizlilik açığa çıktığında بَرِحَ الْخَفَاءُ denilir. أرْضٌ بَرَاحٌ herhangi bir imarın, ziraatın ve ağacın bulunmadığı geniş arazidir. هَذَا الأَمْرُ أبْرَحُ مِنْ هَذَا cümlesi bir işin diğerinden daha zor ve meşakkatli olduğunu, أبْرَحْتَ رَبّاً ise birisini Rab olarak yüceltmeyi anlatır. Zail olup giden en yakın gece (dün) için اَلْبَارِحَةُ kullanılır. مَا بَرِحَ düz yerde sabit kalmaktır. ٌبَارِح kelimesinde uğursuzluk düşünüldüğü için تَبْرِيحُ ve تَبَارِيحُ kelimeleri bundan türetilmiştir. Bu bağlamda جَاءَ فُلاَنٌ بِالْبَرَحِ “Falan adam uğursuzluk getirdi.” diye söylenir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/126-127; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 1/274; İbn Fāris, Muʿcem, 1/238-240; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 1/355; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 41-42).
Kur’an’da üç yerde geçmektedir. Bu üç yerde başına gelen olumsuzluk mâ’sı ile şu manalarda kullanılmıştır: 1. Bulunduğu yerden ayrılmama (Yūsuf 12/80). 2. Bulunduğu hal üzere devam etme ve onu sonlandırmama (el-Kehf 18/60). 3. Yapmaya devam etmek (Ṭā-Hā 20/91). (Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 13/286, 15/308, 16/144; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 41-42; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 1/266).
Sözlükte terake تَرَكَ “geride bırakmak, gönüllü veya gönülsüz bir şeyi terk etmek” demektir. Nitekim تَرَكْتُ فُلاَنًا وَحِيدًا “Falan kimseyi tek başına bıraktım.” manasındadır. Terk edilmiş, hayvan otlatılmayan bahçe ve çölde boş araziye bırakılan deve kuşu yumurtası اَلتَّرِيكَةُ ile ifade edilir. Hiç kimsenin kendisiyle evlenmediği kadın için de اَلتَّرِيكَةُ kullanılır. Deve kuşu yumurtasına benzemesinden dolayı savaşta korunmak için başa takılan miğfer اَلتَّرْكَةُ diye isimlendirilir. ِتَرِكَةُ الْمَيِّت vefat eden kişinin geriye bıraktığı miras ve diğer şeylerdir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/184; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 1/394; İbn Fāris, Muʿcem, 1/345; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 4/1577.)
Kur’an’da türevleriyle birlikte 43 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Vefat edenlerin geride bıraktığı şey, miras (el-Baḳara 2/180, 248; en-Nisāʾ 4/7, 11). 2. Kalıcı bir şan bırakmak, adını yaşatmak (eṣ-Ṣāffāt 37/78, 108). 3. Bir şeyi bir hal üzere bırakmak (el-Baḳara 2/264; en-Naḥl 16/61). 4. Yüz çevirip terk eden (Hūd 11/12). 5. Terk etmek (Hūd 11/87; Yūsuf 12/37). 6. Başıboş bırakmak (et-Tevbe 9/16; el-ʿAnkebūt 29/2).
CEFEVE | جَفَوَ
Sözlükte cefeve جَفَوَ “bir şeyi istediği halde terk etmek, uzaklaşmak, bağını koparmak, fırlayıp gitmek, yükselmek” manasındadır. Nitekim ِجَفا السَّرْجُ عَنْ ظَهْرِ الْفَرَس atın sırtında sabitlenmeyen semerin yükselip fırlamasını; جَفَا الرَّجُلَ birisini terk edip onunla bağını koparmayı anlatır. Yatakta uyumayı istediği halde yatağı terk etmek anlamında يَجْفُو الْجَنْبُ عَنِ الْفِرَاشِ kullanılır. Sevgilinin, ayrılıp uzaklaşması anlamında جَفَا الْحَبِيبُ denilir. اَلْجُفَاءُ selin su yüzeyine attığı köpüktür (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/249-250; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 11/206; İbn Fāris, Muʿcem, 1/465-466; Kubeysī, Mevsūʿa, 2/620.)
Kur’an’da bir yerde geçmektedir. Bu yerde müminlerin Allah’a ibadet etmek için istirahat ettikleri yataklarını terk etmelerini anlatmaktadır (es-Secde 32/16).
ḪALAṢA | خَلَصَ
Sözlükte ḫaleṣa خَلَصَ “arıtmak, ayıklamak, uzak durmak, tutsağın kurtarılması ve bir şeyi diğerlerinden ayırarak birine has kılmak” anlamlarına gelmektedir. Nitekim خَلَصَ مِنَ الْقَوْمِ اَوْ مِنَ الْوَرْطَةِ tehlikeli ve zor bir durumdan veya bir topluluktan kurtularak oradan uzaklaşmayı ve خَلَّصْتُهُ uzaklaştırmayı anlatır. خَلَصَ الشَّيْءُ خُلُوصاً cümlesi bir şeye tabi olduktan sonra ondan kurtulup selamete ermeyi ifade eder. خَلَصْتُهُ فَخَلَصَ “Temizledim, o da temizlendi.” manasındadır. Tevhidi sadece Allah’a has kılmak اَلإِخْلَاصُ olarak adlandırılır. Bu anlamda bir şeyi, muhtemel paydaşlarından ayıklayarak sadece birine ait kılmak için هَذا الشَّيْءُ خاَلِصَةٌ لَكَ cümlesi kullanılır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/432-433; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 6/137; İbn Fāris, Muʿcem, 2/208; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 3/1037; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 154; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/262).
Kur’an’da türevleriyle 31 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Bir şeyin sadece birine ait/has olma (el-Baḳara 2/94; el-ʾEnʿām 6/139; el-ʾAʿrāf 7/32). 2. Kulluğu ve ibadeti sadece Allah Teâlâ’ya yaparak ona boyun eğen (el-Baḳara 2/139). 3. Has kılmak (en-Nisāʾ 4/146). 4. Sadece bir şeye ait/has kılan (Luḳmān 31/32). 5. Karışımlardan korunmuş ve saf/temiz (en-Naḥl 16/66). 6. Allah tarafından seçilmiş, seçkin kişi (el-Ḥicr 15/40; Meryem 19/51). (Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 2/271, 608, 7/622, 9/585-587, 14/68, 274, 558; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 154).
Sözlükte ġādere غَادَرَ “bir şeyi bozup terk etmek, vefasız davranmak, ahdi bozmak” demek olup غَدَرَ kökünden türemiştir. Nitekim غَدِرَتِ الشَّاةُ bir koyunun, sürüden geri kalmasını; غَادَرَهُ kişinin bağlı olduğu bir yeri terk etmesini belirtir. Bu anlamda لَيْلةُ غَدِرَةٌ nitelemesi de insanları, evlerinde kalmaya zorlayıp yerlerinde bırakan aşırı karanlık gece için kullanılır. Geride kalıp çoban tarafından terk edilen koyun غَدِيرَةٌ; yağmur sularının oluşturduğu gölet ve bataklık اَلغَدِيرُ olarak adlandırılır. Zira yağmurun etkisiyle oluşan sel, o suyu oraya bırakarak orayı terk etmiştir. اِسْتَغْدَرَ الْغَدِيرُ de “Göle su doldu.” manasındadır. İnsanların zorluğu sebebiyle terk ettikleri taşlık arazi اَلْغَدَرُ şeklinde isimlendirilir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 3/268; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 8/65-67; İbn Fāris, Muʿcem, 4/413; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 2/766).
Kur’an’da iki yerde geçmektedir. Bu yerlerde olumsuz manada olup mahşerde herkesin toplanacağı ve hiç kimsenin geride kalmayacağı (el-Kehf 18/47) ve suçluların, amel defterinin hiçbir şeyi eksik bırakmayacağı (el-Kehf 18/49) anlatılır (Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 15/282, 284).
Sözlükte feṣale فَصَلَ “bir şeyi diğerinden ayırt ederek açıklığa kavuşturmak; aralarında bir boşluk oluşuncaya kadar iki şeyden birini diğerinden uzaklaştırmak” anlamına gelir. Nitekim فَصَلْتُ الشَّاةَ “Koyunun eklemlerini kesip ayırdım.”; فَصَلَ الْقَوْمُ عَنْ مَكَانِ كَذَا وَانْفَصَلُوا “Topluluk falan yerden ayrılıp gitti.” manasındadır. Anlaşmazlık durumunda hüküm vermeye ve hüküm veren yargıca اَلْفَيْصَلُ denir. Aslı itibariyle uyluk etinin bir parçasını ifade eden اَلْفَصِيلُ annesinden ayrılan deve yavrusu; فَصِيلَةُ الرَّجُلِ kişinin kendisinden ayrıldığı kabilesi için kullanılır. Çocuğun sütten kesilmesi ُاَلْفِصَال; konuşma organı olan dil, işleri birbirinden ayırarak temyiz ettiğinden اَلْمَفْصِلُ diye isimlendirilir. İki dağın arasında suyun aktığı veya dağlarda hiç güneş görmeyen yer de اَلْمَفْصِلُ kelimesiyle anlatılır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 3/324; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 12/192-193; İbn Fāris, Muʿcem, 4/505; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 381; Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz, 3/232-234).
Kur’an’da ürevleriyle 43 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Mekânından ayrılıp yola koyulmak (el-Baḳara 2/249; Yūsuf 12/94). 2. Sütten kesme (el-Baḳara 2/233; Luḳmān 31/14). 3. Ayrıntılı olarak açıklamak/açıklanmış olmak (el-Enʿām 6/55, 119; el-ʾAʿrāf 7/32). 4. Hakla batılı birbirinden ayıran (el-Enʿām 6/57). 5. İki şeyin arasını ayırıp hüküm vermek (el-Ḥacc 22/17). 6. Hüküm (el-Mürselāt 77/13; en-Nebeʾ 78/17). 7. Soy, aşiret (el-Meʿāric 70/13). (Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 4/235, 481, 9/276, 13/336, 16/485; Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz, 3/232-234).
Sözlükte feṣame َفَصَم “açıkça belirmeden ve kopmadan bir şeyin çatlaması, bir şeyi kırma, kesme” anlamına gelir. Nitekim birisi koparmaksızın bir şeyi kırdığında veya kestiğinde فَصَمْتُ الشَّيْءَ ve فَصَمْتُهُ فَانْفَصَمَ şeklinde ifade edilir. İncinin bir yanı kırılıp yarıldığında الدُّرَّةُ تَنْفَصِمُ denilir. Ahşaptan ve diğer şeylerden her kavisli cisim için مَفْصُومٌ ifadesi kullanılır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 3/325; İbn Fāris, Muʿcem, 4/506; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 5/2002; Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz, 3/234).
Kur’an’da bir yerde geçmektedir. Bu yerde herhangi bir şekilde kopmasından ve kesilmesinden korkulmayan Allah’ın sapasağlam ipinden bahsedilmektedir (el-Baḳara 2/256). (Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 4/561).
Sözlükte veddeaʿ َوَدَّع “terk etmek, bırakmak, emanet bırakmak” anlamlara gelen وَدَعَ kökünden türemiştir. Nitekim birisi, başka birisini terk ettiğinde وَدَعَهُ şeklinde söylenir. Muhtemelen sinirliliğini ve sertliğini terk etmiş olmasından dolayı “sakin ve yumuşak huylu kişi” anlamında اَلْوَدِيعُ kullanılır. Düşmanlığı ve kırgınlığı terk ederek barışma ve anlaşma yapmaya اَلْمُوَادَعَةُ denir. اَلْوَدَاعُ yolcu etmeyi; اَلْوَدِيعَةُ başkasına korunmak üzere herhangi bir eşyayı emanet bırakmayı bildirir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 4/357; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 3/136-138; İbn Fāris, Muʿcem, 6/96).
Kur’an’da türevleriyle dört yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Terk etmek, yüz çevirmek ve ilişiğini kesmek (el-ʾAḥzāb 33/48; eḍ-Ḍuḥā 93/3). 2. Emanet bırakılan yer (el-Enʿām 6/98; Hūd 11/6). (Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 9/433-442, 12/325, 19/127, 24/484).
Sözlükte veẕera وَذَرَ “bırakmak, terk etmek, atmak” anlamına gelir. Nitekim önemsizliğinden dolayı bir şeyin atılarak terk edilmesi فُلاَنٌ يَذَرُ الشَّيْءَ ile ifade edilir. ذَرْهُ “Onu terk et!” demektir. Araplar, bu fiili ذَرْهُ تَرْكاً şeklinde aynı manada تَرْكاً olarak kullanırlar. اَلتَّوْذِيرُ eti parçalamak, اَلْوَذَرَةُ ise etsiz kemiktir. Bu fiilin mazi/geçmiş kipi kullanılmaz (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 4/361-362; İbn Fāris, Muʿcem, 6/98; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 518).
Kur’an’da türevleriyle 43 yerde geçmektedir. Konuları farklı olsa da bütün kullanıldığı yerlerde terk etmeyi ve bulunduğu durumla baş başa bırakmayı ifade eder (el-Enʿām 6/91; el-ʾAʿrāf 7/70, 127; et-Tevbe 9/86; Yūnus 10/11; el-Ḳalem 68/44). (Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 10/279, 365, 11/616, 12/130, 23/198; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 13/81-83).
KARŞILAŞTIRMA
Beriḥa terake, cefeve, ḫaleṣa, ġādera, feṣale, feṣame, veddeʿa ve veẕera “terk etmek, bırakmak” bakımından yakın anlamlı olsa da bu kelimelerin arasında bazı farklar vardır. Beriḥa, bir mekanı terk edip uzaklaşmaktır. Terake, gönüllü veya gönülsüz olarak geri dönmemek üzere bir yeri terk etmektir. Cefeve, istediği bir şeyden uzaklaşmak ve onu terk etmek zorunda kalmaktır. Ḫaleṣa, bir şeyi diğer paydaşlarından ayırarak sadece birine ait kılmak suretiyle diğerlerinden uzaklaştırmaktır. Ġādera, yerin zor ve meşakkatli oluşundan dolayı kişinin kısa bir süre orayı terk etmesi veya bir kişinin/şeyin o zorlukta bırakılarak terk edilmesidir. Feṣale, iki şeyin birbirinden tam olarak ayrılmasıyla gerçekleşen terktir. Feṣame görünmeyecek derece bir şeyin yarılmasıdır. Veddeʿa, belirli bir vakit geri dönmek üzere bir şeyi terk etmektir. Veẕera ise kayda değer olmayan bir şeyin atılarak terk edilmesidir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/184, 126-127, 3/324, 4/361-362; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 3/136-138, 6/137, 8/65-67, 11/206, 12/192-193; İbn Fāris, Muʿcem, 1/238-240, 245-246, 465-466, 2/208, 4/413, 4/505, 6/98; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 41-42, 154, 381, 518; Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz, 1/174-175, 330, 3/232-234, 4/294-295, 297-298; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 1/266, 13/81-83; Kubeysī, Mevsūʿa, 2/153, 620, 9/15, 12/243).
بَرِحَ | تَرَكَ | جَفَو | خَلَصَ | غاَدَرَ | فَصَلَ | فَصَمَ | وَدَّعَ | وَذَرَ