İTTEBEʿA | اِتَّبَعَ
Sözlükte تَبِعَ kökünden gelen ittebeʿa اِتَّبَعَ “birisinden ardından gitmek, tabi olmak, boyun eğmek” demektir. Nitekim تَبِعْتُ فُلَانًا bir kimseyi arkasından takip etmeyi; أَتْبَعْتُهُ takip edilen kimseye yetişmeyi bildirir. فَرَسٌ مُتَتَابِعٌ tabiri atın uzuvlarının düzgün ve ölçülü olmasını belirtir. “Atı bir kişiye hibe edince yularını da bağışla!” anlamındaki اَتْبِعِ الْفَرَسَ لِجَامَهَا ifadesi, iyiliği tam yapmaya teşvik etmek için kullanılan bir meseldir. Sahâbe neslinin peşinden gelip onlarla müslüman olarak görüşen ve bu hal üzere vefat eden ikinci nesil تَابِعُونَ diye anılır. تَتَبُّعٌ bir şeyin peşine düşerek araştırmaktır. Koşarak annesinin peşinden gidip ona yetişen danaya تَبِيعٌ; Güneş’e tabi olarak ortaya çıktığından dolayı da gölgeye تُبَّعٌ denir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/179-180; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 2/281-286; Zemaḫşerī, ʾEsāsu’l-Belāġa, 2/89-90; Tehānevī, Keşşāfu ʾIṣṭılāḥāti’l-Funūn, 1/362).
Kur’ân’da türevleriyle 172 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Birini dinini takip etmek, benimsemek, uymak (Yā-Sīn 36/21; el-Baḳara 2/166-167; Yūsuf 12/108). 2. Birinin arkasından gitmek (el-Ḥicr 15/65; en-Nāziʿāt 74/7). 3. Katılmak, eşlik etmek, dahil olmak (el-Fetḥ 48/15). 4. Tekrarlamak (el-Ḳıyāme 75/18). 5. Takip edilen (ed-Duḫān 44/23). 6. Peşine takmak, etkilemek (el-ʾAʿrāf 7/175). 7. Yardımcı, arka çıkan (el-İsrā 17/69). 8. Peşpeşe (en-Nisā 4/92; el-Mücādele 58/4). 9. Yemen kralının ünvanı (ed-Duḫān 44/37; Ḳāf 50/14) (Muḳātil, el-Vucūh ve’n-Neẓāʾir, 188-189; Dāmeġānī, el-Vucūh ve’n-Neẓāʾir, 1/44-45; Badawi - Haleem, Arabic-English Dictionary of Qur’anic Usage, 129-130).
AḪBETE | أَخْبَتَ
Sözlükte aḫbete أَخْبَتَ “boyun eğmek, tevazu göstermek, huzura ermek” anlamlarına gelir. Kelimenin kökünü oluşturan اَلْخَبْتُ, düz ve geniş vadi demektir. Nitekim أخْبَتَ الرَّجُلُ kişinin düzgün bir yer arayıp oraya inmesini ve orada konaklamasını anlatır. أخْبَتَ إِلَى رَبِّهِ ifadesi kişinin Rabbine karşı derin bir saygıyla ürpermesini ve huşu içinde olmasını belirtir. خَبَتٌ etrafı yüksek dağlarla çevrili geniş düzlük, vadi; خَبِيتٌ ise bayağı, kalitesiz nesneler için kullanılır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/382; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 7/310-312; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/228; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 131).
Kur’ân’da türevleriyle üç yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu anlamlardadır: 1. Tevazu ve korku ile Allah’ın emrine icabet ederek boyun eğmek (Hūd 11/23; el-Ḥacc 22/34, 54) 2. Allah’a samimiyetle boyun eğen alçak gönüllü kimse (Māturīdī, Teʾvīlāt, 7/153, 9/376, 399; İbn ʿĀşūr, et-Taḥrīr, 12/39, 17/260-261, 303; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 3/700).
AḪLEṢA | أَخْلَصَ
Sözlükte aḫleṣa أَخْلَصَ “bir şeyden kurtulmak, ayrılmak; bir şeye ulaşmak, bir şeyin birine mahsus olması” anlamlarındaki خَلَصَ kökünden türemiştir. Nitekim خَلَصَ الْشَيْءُ bir şeyi özünde bulunmayan unsurlardan arındırmayı, ِِخلَصَ فُلَانٌ إِلَى فُلَان birisine ulaşmayı ifade eder. ثَوْبٌ خَالِصٌ safi beyaz elbise; يَاقُوتٌ مُتَخَلَّصٌ saf yakut için kullanılır. خَالِصٌ “saf, duru, temiz”; خِلَاصٌ ise “sütten çıkarılan yağ” demektir. أَخْلَصْتُ السمنَ sütten yağ elde etmeyi anlatır. Bu açıdan أَخْلَصْتُ لله الدينَ ibaresi dinin sadece Allah’a has kılınmasını belirtir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/432-433; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 7/137-140; Zemaḫşerī, ʾEsāsu’l-Belāġa, 1/262).
Kur’ân’da türevleriyle 22 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu anlamlardadır: 1. Has kılmak (en-Nisāʾ 4/146). 2. Arındırmak (Ṣād 38/46). 3. Uzaklaşmak, bir kenara çekilmek (Yūsuf 12/80). 4. Kendine has kılmak, kendisine seçmek, danışman edinmek (Yūsuf 12/54). 5. Gönülden bağlı olan, samimi kimse (el-Baḳara 2/139) 6. Arındırılmış kimse. (Yūsuf 12/24; el-Ḥicr 15/40; Meryem 19/51).7. Özel, has, yalnızca (el-Aḥzāb 33/50). 8. Arı, duru (Ṣād 38/46) (Iṣfehānī, el-Mufredāt, s. 154-155; Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz, s. 520-521; Badawi - Haleem, Arabic-English Dictionary of Qur’anic Usage, s. 276-277).
EZʿANE | أَذْعَنَ
Sözlükte ezʿane أَذْعَنَ “boyun eğmek, uysal olmak” anlamlarındaki ذَعِنَ kökünden türemiş olup “itaat etmek, boyun eğmek, itaat etmekte çabuk davranmak” anlamlarına gelir. Nitekim أَذْعَنَ الرَّجُلُ boyun eğmeyi; أَذْعَنَ فُلَانٌ بِحِقِّي ise bir kimsenin karşısındaki hakkını tam olarak vermesini anlatır. نَاقَةٌ مِذْعَانٌ sahibinin emirlerini yerine getiren uysal deve için kullanılır. مُذْعِنٌ da “boyun eğen” anlamına gelir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 2/72; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 2/320; ʾİbn Fāris, Muʿcem, 2/355; Zemaḫşerī, ʾEsāsu’l-Belāġa, 1/313).
Kur’ân’da bir yerde geçmektedir. Bu yerde boyun eğmek manasında olup kâfirlerin kendi lehlerinde olduğunda hakka koşarak boyun eğdiklerini anlatır (en-Nūr 24/49). (Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 17/341-342).
İSTECĀBE | اِسْتَجَابَ
Sözlükte istecābe اِسْتَجَابَ “yarmak, delmek, kesmek, yırtmak, mesafe kat etmek” anlamındaki جَوَبَ kökünden türemiş olup “bir çağrıya olumlu karşılık vermek, cevap vermek, uymak” manasındadır. Nitekim جُبْتُ الْأَرْضَ جَوْبًا “Toprağı yardım.”, جَابَ الصَّخْرَةَ ise “Kayayı deldim.” demektir. Kişi gömleğin üst kısmından keserek yaka açtığında جُبْتُ الْقََمِيصَ şeklinde söylenir. جَيْبُ اللَّيْلِ terkibi sabah anlamında kullanılır. أَسَاءَ سَمْعًا فَأَسَاءَ جَابَةً ifadesi ise bir sözü yanlış anlama sonucu kötü karşılık vermeyi anlatan bir meseldir. Bu kökten türeyen جَوَابٌ kelimesi soruya verilen yanıt yahut bir söze verilen karşılık; جَوَابُ اْلكَلاَمِ söyleyenin ağzından çıktıktan sonra adeta geniş ve büyük çukuru aşıp işitenin kulağına kadar gelen söz; جَوْبَةٌ çukur; جَائِبَةٌ beklenmedik haberdir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/271; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 11/218-220; ʾİbn Sīde, ʾel-Muḥkem, 7/567-569; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 102).
Kur’ân’da türevleriyle 28 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Yontmak (el-Fecr 89/9). 2. Daveti kabul etmek, çağrıya olumlu cevap/karşılık vermek (el-Baḳara 2/186; el-ʾEnʿām 6/36; el-ʾEnfāl 8/24; İbrāhīm 14/22). 3. Duayı kabul etmek (Ālu ʿİmrān 3/195; el-ʾEnbiyā 21/76). 4. Cevap (el-ʾAʿrāf 7/82). 5. Duaya karşılık veren anlamında Allah’ın bir sıfatı: el-Mücîb (Iṣfehānī, el-Mufredāt, 102; Badawi - Haleem, Arabic-English Dictionary of Qur’anic Usage, 180-181).
İSTEKĀNE | اِسْتَكَانَ
Sözlükte istekāne اِسْتَكَانَ “tevazu göstererek boyun eğmek” anlamındaki كَيَنَ kökünden türemiş olup “itaat etmek ve boyun eğmek” manasına gelir. Nitekim كَانَ الرَّجُلُ يَكِينُ كَينََا ve اِسْتَكَانَ فُلَانٌ cümleleri bir kimsenin boyun eğmesini anlatır. اَلرَّجُلُ الْمُكْتَانُ hüzünlü adamı, بَاتَ بِكِينَةِ سُوءٍ ise bir kismsenin geçeyi hüzünlü geçermesini belirtir. Bu kökten türeyen ٌكِينَة de hâl/durum demektir (Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 6/334; el-Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 5/2190; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 10/374; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 2/152).
Kur’ân’da iki yerde geçmektedir. Bu yerlerde (Ālu ʿİmrān 3/146; el-Müʾminūn 23/76) kâfirlerin hakka boyun eğmemelerini anlatan bir bağlamda geçmektedir (Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 6/117, 17/92; Māturīdī, Teʾvīlāt, 2/444; İbn ʿĀşūr, et-Taḥrīr, 4/119, 18/101).
ESLEME | أَسْلَمَ
Sözlükte esleme أَسْلَمَ “bela ve hastalıktan beri olmak” anlamındaki سَلِمَ kökünden türemiş olup “emre itaat etmek, boyun eğmek, kabul etmek” manasına gelir. Nitekim سَلِمَ مِنَ الشَّرِّ birisinin her türlü kötülükten uzak olmasını anlatır. Buna göre رَجُلٌ سَلِيمٌ sıkıntı, dert, hastalık, tehlike vb. şeylerden güvende olan kimse, دَارُ السَّلَامِ ise Cennettir. السَّلَامُ عَلَيْكُمْ müslümanların birbirlerine Allah’tan rahmet, esenlik, afiyet vermesini ve belalardan korumasını temenni eden selamlaşma ifadesidir. اَسْلَمَ لِاَمْرِهِ bir kimsenin emrine boyun eğmeyi belirtir. Bu anlamla ilişkili olarak مُسْلِمٌ sadece Allah’a boyun eğen ve İslâm dinini seçmiş kimse için kullanılır. سَلْمٌ tek kulplu kova, سِلْمٌ barış; سُلَّمٌ sebep, vesile ve basamaktır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 2/269-270; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 12/445-454; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/470-471).
Kur’ân’da türevleriyle 140 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Boyun eğmek, teslim olmak (el-Baḳara 2/128; Ālu ʿİmrān 3/83; eṣ-Ṣāffāt 37/103). 2. Dil ile ikrar etmek (el-Ḥucurāt 49/14). 3. İslam dini (Ālu ʿİmrān 3/19 85; el-Māʾide 5/3). 4. İslam dinini seçen kimse (el-Ḥacc 22/78; el-ʾAḥzāb 33/35). 5. İhlas ve samimiyetle kulluk etmek (el-Baḳara 2/131) 6. Teslim etmek (en-Nisā 4/92). 7. Selam vermek ( el-Enʿām 6/54; el-ʾAʿrāf 7/46). Kurtarmak (el-Enfāl 8/43). 8. Güven, esenlik (Hūd 11/48; el-Ḥicr 15/46). 9. Sahip olmak (ez-Zümer 39/29). 10. Sağlıklı ve iyi olmak (el-Ḳalem 68/43). 11. Samimi (eş-Şuʿarā 26/89). Kusursuz (el-Baḳara 2/71). 12. Merdiven (eṭ-Ṭūr 52/38). 13. Barış (el-Enfāl 8/61). 14. Her türlü ayıp, kusur, eksiklik, yok oluş ve yaratılmışların uğradıkları değişikliklerden münezzeh ve sâlim olan anlamında Esmâ-i Hüsnâ’dan biri: es-Selâm (el-Ḥaşr 59/23). (Hārūn b. Mūsā, el-Vucūh ve’n-Neẓāʾir, 123; Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 2/565, 581, 5/281-282, 549, 555, 16/644-646, 19/583; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 239-241; Badawi - Haleem, Arabic-English Dictionary of Qur’anic Usage, 450-452).
EṬĀʿA | أَطَاعَ
Sözlükte eṭāʿa أَطَاعَ “isteyerek boyun eğmek, itaat etmek” anlamındaki طَوَعَ kökünden türemiş olup “boyun eğmek, emre itaat etmek, uymak, tabi olmak” demektir. Nitekim bir kişi karşısındaki kişinin emrine boyun eğdiğini ifade etmek için أَنَا طَوْعُ يَدِكَ diye söyler. لَتَفْعَلَنَّهُ طَوْعًا أَوْ كَرْهًا ifadesi de bir kişinin karşısındakine bir işi ya gönüllü ya da zorla yapması gerektiğini belirtirken söylediği bir sözdür. أَطَاعَ لَهَا الْكَلَأُ meranın hayvanların kolayca otlamasına elverişli olduğunu bildirir. أَطَاعَ النَّخْلُ ile hurma ağacının meyve verdiği kastedilir. طَوْعُ الْعِنَانِ “uysal at”, مُطَّوِّعَةٌ “cihada isteyerk giden kimse”, طَوْعٌ ise “kolay” için kullanılır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 3/65-66; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 3/103-106; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 2/120; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/617).
Kur’ân’da türevleriyle 129 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Boyun eğmek, itaat etmek, teslim olmak, uymak (el-Baḳara 2/285; en-Nisāʾ 4/59). 2. İcabet etmek, kabul etmek (el-Müʾmin 40/18). 3. Gücü yetmek (el-Kehf 18/97; et-T󠄡eġābūn 64/16). 4. Yöneltmek, sevk etmek (el-Māʾide 5/30). 5. Gönüllü (et-Tevbe 9/53). (Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 5/151, 7/174-176, 9/509, 20/302; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 310; Badawi - Haleem, Arabic-English Dictionary of Qur’anic Usage, 576-577).
TEBETTELE | تَبَتَّلَ
Sözlükte tebettele تَبَتَّلَ “kesmek, koparmak, ayırmak” manasındaki بَتَلَ kökünden türemiş olup “kesmek, boyun eğmek, samimiyetle Allah’a kulluk etmek, evlenmeyip züht hayatı yaşamak, kendini ibadete vermek” anlamlarına gelir. Nitekim بَتِّلْ عَمَلَكَ لِلّهِ ifadesi bir kişiye amelini gösterişten uzak tutup yalnızca Allah’ın rızasını kazanmak için yapmasına bir öğüttür. نَخْلٌ مُتَبَتِّلٌ meyveleri salkım salkım olmuş hurma ağacı; صَدَقَةٌ بَتْلَةٌ Allah yolunda harcanmak üzere verilmiş olup veren kimse ile irtibatı kesilmiş, bir daha dönüşü olmayan sadaka; إِمْرَأَةٌ مُبَتَّلَةٌ güzel kadın demektir. بَتُولٌ kelimesi erkeklerden tamamen uzak durup onlara karşı bir ilgisi olmayan iffetli kadın anlamında Hz. Meryem için kullanılır. بَتِيلٌ de kökünden ayrı bir yerden sürmüş hurma fidanı demektir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/111-112; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 14/291-293; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 9/439-440; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/44).
Kur’ân’da türevleriyle iki yerde geçmektedir. Bu iki yerde fiil ve mefulü mutlak olarak zikredilmekte olup kişinin başka şeylerden uzaklaşarak bütün varlığıyla Allah’a yönelmesini anlatır (el-Müzzemmil 73/2). (Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 23/377-379).
ḪAŞEʿA | خَشَعَ
Sözlükte ḫaşeʿa خَشَعَ “gönülden boyun eğmek, tevazu göstermek; sessiz olmak; gözünü ve başını yere eğmek” anlamlarına gelir. Nitekim güneş batmaya yüz tuttuğunda خَشَعَتِ الشَّمْسُ; birisi balgam tükürdüğünde ise خَشَعَ جَرَاشِيَّ صَدْرِهِ şeklinde söylenir. رَجُلٌ مُتَخَشِّعٌ Allah’a yakarış halinde olan kimse demektir. خَشِيعَةُ الْقَوْمِ toplumun en adi kimsesi, أَرْضٌ خَاشِعَةٌ kurumuş toprak, خُشْعَةٌ de tepe için kullanılır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/410; İbn Fāris, Muʿcem, 2/182-183; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/248).
Kur’ân’da türevleriyle 17 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Susmak, sesi kısmak (Ṭā-Hā 20/108). 2. Kalbi ürpermek, yumuşamak, saygı duymak (el-Ḥadīd 57/16; el-ʾEnbiyā 21/90). 3. Çorak, ölü (Fuṣṣilet 41/39). 4. Tevazu göstermek, boyun eğmek (el-Baḳara 2/45; el-ʾİsrāʾ 17/109). 5. Korku (el-Ḳalem 68/43). 6. Zelil (el-Ġāşiye 88/2). 7. Mahcubiyet (el-Ḳamer 54/7-8). (Dāmeġānī, el-Vucūh ve’n-Neẓāʾir, 1/316; İbnu’l-Cevzī, Nuzhe, 276-277; Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 2/541-543; Badawi - Haleem, Arabic-English Dictionary of Qur’anic Usage, 264-265).
ḪAḌAʿA | خَضَعَ
Sözlükte ḫaḍaʿa خَضَعَ “alçak gönüllü olmak; başını öne eğmek, boyun eğmek; yönelmek, teslim olmak; razı olmak; yumuşak bir üslup ile konuşmak; hızlı yürümek; koşan at ve deve gibi hayvanların karnından ses gelmesi” anlamlarına gelir. Nitekim خَضَعَ النَّجْمُ “Yıldız batmaya başladı.”; خَضَعَ الْإِبِلُ “Devenin boynunu eğip hızlı bir şekilde yürüdü.”; أَخْضَعَهُ الْكِبَرُ “Yaşlılık onu bitkin düşürdü.” manasındadır. صَقْرٌ مُخْتَضِعٌ “ehlileştirilmiş şahin”; رَجٌلٌ خُضَعَةٌ “herkese boyun eğen mülayim kimse” demektir. خُضَّعٌ yumuşak sözler söyleyerek erkekleri etkisi altına alan kadınlar, خَضِيعَةٌ ise koştuğunda atın karnından çıkan sestir. Vücuda isabet ettiğinde çıkardığı sesten dolayı kırbaç خَضَعَةٌ olarak isimlendirilir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/417; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 1/153-156; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 1/120-121; İbn Fāris, Muʿcem, 2/189-192).
Kur’ân’da türevleriyle iki yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Boyun eğmek (eş-Şuʿarā 26/4). 2. Sözü eğip bükerek cilveli konuşmak (el-ʾAḥzāb 33/32). (Zemaḫşerī, el-Keşşāf, 5/66; İbn ʿĀşūr, et-Taḥrīr, 19/96).
ZELLE | ذَلَّ
Sözlükte ẕelle ذَلَّ “boyun eğmek, aşağı eğilmek, sarkmak; kolay olmak; yumuşak huylu olmak, şefkatli olmak; hor ve hakir olmak” anlamlarına gelir. Nitekim أجْرِ الْأُمُورَ عَلَى أَذْلَالِهَا ifadesi işlerin kendi akışı içinde zorlamaya gitmeden kolaylıkla icra edilmesi gerektiğini anlatan bir meseldir. ذَلَّتِ الْقَوَافِي لِلشَّاعِرِ ile şiir söylemenin şaire kolay geldiği kastedilir. Üzüm salkımlarının aşağıdan kolayca alınabilecek şekilde sarktığını anlatmak için ذُلِّلَ الْكَرْمُ denir. ذِلُّ الطَّريِقِ çok çiğnenmiş, ezilmiş, yürümesi kolay yol; حَائِطٌ ذَلِيلٌ alçak duvar; رَجُلٌ ذَلُولِيٌّ güzel huylu, mülayim, tahammüllü kişi anlamlarında kullanılır.. Yine ذُلٌّ ve ذِلٌّ kelimeleri kolaylık, ذُلْذُلٌ uzun elbisenin sarkıp yere sürünmekten yıpranmış kısımları, ذَلِيلٌ hor ve hakir düşmüş kimsedir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 2/75; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 14/406-409; İbn Sīde, el-Muḥkem, 10/48-50).
Kur’ân’da türevleriyle 24 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Aşağılamak, hor ve hakir düşürmek, aşağılanmak, gözden düşmek (Ālu ʿİmrān 3/26; Ṭā-Hā 20/134). 2. Zillet, alçaklık, adilik (el-ʾAʿrāf 7/152; en-Neml 27/3). 3. Kullanıma elverişli kılmak, emrine vermek (Yā-Sīn 36/72). 3. Sarkıtmak, kolaylaştırmak (el-İnsān 76/14). 4. Tevazu, alçak gönüllülük (el-Māʾide 5/54; el-İsrāʾ 17/24). 5. Zayıf, az (Ālu ʿİmrān 3/123). 6. Boyunduruk altına alınmış, evcilleştirilmiş, uysal (el-Baḳara 2/71; el-Mülk 67/15). 7. Sefil (el-Mücādele 58/20). (Dāmeġānī, el-Vucūh ve’n-Neẓāʾir, 1/348-349; İbnu’l-Cevzī, Nuzhe, 300-301; Badawi - Haleem, Arabic-English Dictionary of Qur’anic Usage, 333-334).
RAKEʿA | رَكَعَ
Sözlükte rakeʿa رَكَعَ “başını eğmek, belini eğmek, yüzü koyun yere kapanmak; zenginliğin ardından yoksul olmak; namaz kılmak, namazda rukû yapmak” anlamlarına gelir. Nitekim رَكَعَ الشَّيْخُ yaşlılıktan dolayı bir kimsenin belinin eğrilmesini anlatır. Kişinin Allah’a samimiyetle bağlandığını ifade etmek için رَكَعَ إلَى اللّهِ denir. رُكُوعٌ iki eli dize koyup öne doğru eğilmek suretiyle gerçekleştirilen namazın şartlarından biri, رَكْعَةٌ namazın her bir rekatı, رَاكِعٌ cahiliye Araplarından puta tapmayan Haniflere verilen bir addır. رُكْعَةٌ ise çukur demektir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 2/146-147; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 1/222; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/381-382).
Kur’ân’da türevleriyle birlikte 13 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Boyun eğmek, itaat etmek (el-Mürselāt 77/48). 2. İbadet etmek, namaz kılmak (el-Baḳara 2/43). 3. Namazda rukû etmek, eğilmek (Ālu ʿİmrān 3/43; el-Ḥacc 22/77; el-Fetḥ 48/29). 4. Secde etmek (Ṣād 38/24). 5. Namazın bir şartı olarak rükû (el-Fetḥ 48/29). 6. Rukû eden (Ālu ʿİmrān 3/43; et-Tevbe 9/112) (Ḥīrī, Vucūhu’l-Ḳurʾān, 148-149; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 202; Dāmeġānī, el-Vucūh ve’n-Neẓāʾir, 1/385; Ebu’s-Suʿūd, İrşād, 5/167).
SECEDE | سَجَدَ
Sözlükte secede سَجَدَ “boyun eğmek, yüz üstü yere kapanmak, alnını yere koymak, eğilmek, namazda secde yapmak” anlamlarına gelir. Nitekim سَجَدَ الرَّجُلُ cümlesi adamın başını eğdiğini anlatır. شَجَرٌ سَاجِدٌ “eğik ağaç”, نِسَاءٌ سُجَّدٌ “baygın bakışlı kadınlar” manasındadır. مَسْجِدٌ secde yapılan yer, mescit, cami; مَسَاجِدُ mescitler ve namazda secde halindeyken yere konan organlar; أَسْجَاد siyasi otoriteye cizye olarak verilen paralar manasında kullanılır. سَجَدَاتُ الْقُرْآنِ Kur’ân’daki on dört secde ayetine denir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 2/216; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 10/569-573; İbn Sīde, el-Muḥkem, 7/261-262; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/438).
Kur’ân’da türevleriyle 92 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Boyun eğmek, üstünlüğünü kabul etmek (el-ʾAʿrāf 7/11; el-ʾİsrāʾ 17/61). 2. Namaz ibadetinin bir rüknü olarak secde etmek (en-Nisāʾ 4/102; el-İnsān 76/26). 3. Varlıkların Allah’ın kâinatta koyduğu düzene tabi olması, boyun eğmesi (er-Raʿd 13/15; en-Naḥl 16/48-49). 4. Genel manada namaz kılınan mekân, özel olarak da Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksâ (et-Tevbe 9/108; el-ʾİsrāʾ 17/1). 5. Mâbed (el-Kehf 18/21). 6. Tazim amaçlı eğilmek (el-Baḳara 2/58; en-Nisā 4/154). 6. Secde eden (el-Ḥicr 15/30-31). 7. Secde ( ez-Zümer 39/9; ez-Zümer 39/9). (Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 1/715; Ḥīrī, Vucūhu’l-Ḳurʾān, 170-171; Dāmeġānī, el-Vucūh ve’n-Neẓāʾir, 1/428; İbnu’l-Cevzī, Nuzhe, 348-349).
ḌARAʿA | ضَرَعَ
Sözlükte ḍaraʿa ضَرَعَ “tevazu göstermek, boyun eğmek, zayıf ve narin olmak, küçük olmak; yalvarmak” manasındadır. Nitekim bir kişinin atının talimatlarına boyun eğdiğini anlatmak için لِفُلَانٍ فَرَسٌ قَدْ ضَرِعَ بِهِ denir. كَانَ مَزْهُوًّا فَأَضْرَعَهُ الفَقْرُ “Mağrur birisiydi, yoksulluk ona baş eğdirdi” anlamına gelir. ضَرَعَتِ الشّمسُ cümlesi güneşin batmaya yüz tutmasını; أَضْرَعَتِ الشَّاةُ doğurması yaklaşan koyunun memesine süt inmesini belirtir. اَلتَّضَرُّعُ إِلَى اللّهِ Allah’a yakarmak, boyun eğmek; رَجُلٌ ضَارِعٌ zayıf, cılız adam için kullanılır. ضَرْعٌ koyun, deve gibi hayvanlar; ضَرَعٌ zayıf; ضَرِيعٌ ağaçlarda bulunup da hayvanların asla yemedikleri kuru diken; مُضَارِعٌ hal ve istikbal bildiren fiil anlamlarındaki sözcüklerdir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 3/15; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 1/469; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/580-581).
Kur’ân’da türevleriyle sekiz yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Boyun büküp dua etmek (el-ʾEnʿām 6/42). 2. Yalvarma (el-ʾAʿrāf 7/55). 3. Kuru diken (el-Ġāşiye 88/6) (Iṣfehānī, el-Mufredāt, 295; Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 3/473).
ʿABEDE | عَبَدَ
Sözlükte ʿabede عَبَدَ “itaat etmek, boyun eğmek; kulluk etmek, kölenin efendisine hizmet etmesi; tapmak, ibadet etmek” anlamlarına gelir. Nitekim عَبَدَ اللهَ “Allah’a kulluk etti.” أَعْبَدَ فُلَانٌ فُلَانًا “Falan kimseyi köle yaptı, boyunduruk altına aldı.” demektir. Üzerinden pek çok insan geçtiği için iyice çiğnenmiş yol طَرِيقٌ مُعَبّدٌ; katran ile sakinleştirilen deve için بَعِيرٌ مُعَبَّدٌ kullanılır. عَبْدٌ kul, köle, genel anlamda insan; مُتَعَبِّدٌ ise yalnızca Allah’a kulluk eden manasındadır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 3/83-84; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 2/229-230; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 2/503; İbn Sīde, el-Muḥkem, 2/25-27).
Kur’ân’da türevleriyle 275 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Allah’a kulluk etmek, Allah’ı Rab olarak kabul etmek (Ālu ʿİmrān 3/51; en-Nisā 4/36; eṣ-Ṣāffāt 37/81). 2. Put, melek, cin ve şeytan gibi varlıklara tapmak, onları tanrı olarak benimsemek (el-Māʾide 5/60; Yūsuf 12/40; en-Naḥl 16/73). 3. Allah’a kulluk ve ibadet (el-ʾAʿrāf 7/206). 4. İnsanları köleleştirmek (eş-Şuʿarā 26/22). 5. Peygamber (el-Baḳara 2/23; el-Enfāl 8/41). 6. Melek (el-Enbiyā 21/26; ez-Zuḫruf 43/19). 7. Allah’ı Rab olarak benimsemiş, onun kulu olan kimse (Yūsuf 12/24; İbrāhīm 14/31). 10. Putlara tapan, kafir kimse (Yā-Sīn 36/30; el-Enbiyā 21/53). 12. Köle (el-Baḳara 2/178). 13. İnsan (Ālu ʿİmrān 3/182; en-Nisāʾ 4/118). 14. Akıl sahibi olsun olmasın Allah’a boyun eğmiş bütün mahlukât (el-ʾAʿrāf 7/194; Meryem 19/93) (ʿAskerī, el-Vucūh ve’n-Neẓāʾir, 344-345; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 319; Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 4/8-13; Badawi - Haleem, Arabic-English Dictionary of Qur’anic Usage, 593-595).
ʿANEVE | عَنَوَ
Sözlükte ʿaneve عَنَوَ “boyun eğmek, itaat etmek, esir olmak, teslim olmak; gizli bir şeyi açığa çıkarmak; bitkinin yerden bitmesi, çıkarmak” anlamlarına gelir. Nitekim عَنَوْتُ لَكَ kişinin karşısındakine itaat etmesini, لَمْ تَعْنِ بِشَيْءٍ yerden bir bitkinin yetişmediğini, ‘عَنَتِ الْقِرْبَةُ kırbanın içindeki suyu dışarıya sızdırmasını, فُتِحَتْ هذِهِ الْبَلْدَةُ عَنْوَةً bir beldenin zor kullanarak yani savaş yoluyla fethedilmesini anlatır. عَانِِ “esir, köle”; ٌعَنِيَّة “uyuz deveye sürülen ilaç” demektir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 3/243; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 3/210; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 2/164-166; İbn Sīde, el-Muḥkem, 2/365-366).
Kur’ân’da bir yerde geçmektedir. Bu yerde “boyun eğmek” anlamında olup kıyamet gününde bütün yüzlerin Allah’a boyun eğeceğinden bahsedilmektedir (Ṭā-Hā 20/111). (Māturīdī, Teʾvīlāt, 9/239; İbn ʿĀşūr, et-Taḥrīr, 16/311).
ḲADEVE | قَدَوَ
Sözlükte ḳadeve قَدَوَ “birisine uymak, takip etmek” anlamına gelir. Nitekim bir kişi karşısındakine kendisini örnek aldığını ifade etmek istediğinde أنْتَ لِي قُدْوَةٌ; hayvan sahibini takip ettiğinde تَقْدُو بِهِ دَابَّتُهُ diye söyler. مَرَّ فُلَانٌ يَتَقَدَّى بِفَرَسِهِ cümlesi bir kimsenin atıyla birlikte hiç yoldan sapmadan doğruca geçip gitmesini anlatır. وَهُوَ بِمِقْدَاءِ دَارِهِ ifadesi de bir kişinin, evinin tam karşı hizasında bulunduğunu belirtir. قُدْوَةٌ kendisine uyulan örnek, قَدْوٌ ise kendisinden pek çok dal çıkmış/sürmüş köktür (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 3/367; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 5/483; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 2/60).
Kur’ân’da türevleriyle iki yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Takip etmek (el-ʾEnʿām 6/90). 2. Takip eden kimse (ez-Zuḫruf 43/23). (Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 9/391; 20/573; Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz, 3/285).
ḲANETE | قَنَتَ
Sözlükte ḳanete قَنَتَ “gönülden bağlılık göstererek sürekli itaat etmek, boyun eğmek, teslimiyet göstermek” anlamına gelir. Nitekim قَنَتِ الْمَرْأةُ لِزَوْجِهَا “Kadın eşine itaat etti/boyun eğdi.” demektir. قُنُوتٌ itaat; konuşmaktan geri durmak; vitir namazının son rekatında ayakta yapılan dua ve kulluk için kullanılır. (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 3/432; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 9/59-60; İbn Sīde, el-Muḥkem, 6/338; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 2/103).
Kur’an’da türevleriyle 13 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. İtaate devam etmek, itaat etmek, boyun eğmek (el-Aḥzāb 33/31). 2. Uzun süre ayakta ibadet etmek, divanda/huzurda durmak (Ālu ʿİmrān 3/43; ez-Zümer 39/9). 3. Boyun eğen, itaat eden kimse (el-Baḳara 2/116; Ālu ʿİmrān 3/17). (Muḳātil, el-Vucūh ve’n-Neẓāʾir, 51-52; Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 5/397-399; Māturīdī, Teʾvīlāt, 2/301; Dāmeġānī, el-Vucūh ve’n-Neẓāʾir, 2/162; İbn ʿĀşūr, et-Taḥrīr, 2/469).
NESEKE | نَسَكَ
Sözlükte neseke نَسَكَ “bir nesneyi su ile yıkayıp temizlemek; kulluk etmek, yaklaşmak, kurban kesmek, haccetmek; çorak toprağın sulama ve gübreleme sonucunda yeşermesi; gelmek, iyi yolda devam etmek” anlamlarına gelir. Nitekim قَضَى مَنَاسِكَ الحَاجِّ “O, hac ibadetlerini yerine getirdi.” manasındadır. نَسَكَ الرَّجُلُ إلَى طَرِيقَةٍ جَمِيلَةٍ adamın güzel bir yolda yürümeye devam etmesini, يَنسُكُونَ الْبَيْتَ onların eve gelmesini ve نَسَكَ ثَوْبَهُ birisinin elbisesini yıkamasını anlatır. Hacıların kurbanlarını kestiği yer olduğu için Mina مَنْسِكُ الْحَاجِّ diye isimlendirilmiştir. أرْضٌ نَاسِكَةٌ yeni yağan yağmur ile otları yemyeşil olmuş toprak; أرْضٌ مَنْسُوكَةٌ gübrelenmiş toprak; عُشْبٌ نَاسِكٌ yemyeşil çayırdır. نُسْكٌ ibadet, kurban olarak kesilen hayvan, kurbanın kanı; مَنْسِكٌ ve مَنْسَكٌ ibadet yapılan mekan, kurbanlık hayvanların kesildiği yer, ibadet; نَاسِكٌ âbid kimse; مَنَاسِك Hac sürecinde yapılan amel ve ibadetler; نَسِيكَةٌ Allah için kesilen kurban; altın ve gümüş için kullanılmaktadır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 4/218; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 10/73-74; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 6/188; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 4/1612; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 2/267).
Kur’an’da türevleriyle yedi yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Hacdaki ibadet yerleri, hac ibadetleri (el-Baḳara 2/128, 200). 2. Kurban (el-Baḳara 2/196). 3. İbadet (el-ʾEnʿām 6/162). 4. İbadet şekli (el-Ḥacc 22/34, 67). (Ḥīrī, Vucūhu’l-Ḳurʾān, 323; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 490-491; Ḳurṭubī, el-Cāmiʿ, 2/399, 3/294, 354-355, 9/138-139; Badawi - Haleem, Arabic-English Dictionary of Qur’anic Usage, 934-935).
KARŞILAŞTIRMA
İttebeʿa, aḫbete, aḫleṣa, ezʿane, istecābe, istekāne, esleme, eṭāʿa, tebettele, ḫaşeʿa, ḫaḍaʿa, ẕelle, rakeʿa, secede, ḍaraʿa, ʿabede, ʿaneve, ḳadeve, ḳanete ve neseke “boyun eğmek, itaat etmek” manası bakımından yakın anlamlı olsa da bu kelimelerin arasında bazı farklar vardır. İttebeʿa gücün karşısında boyun eğme; zayıf olan birisinin başkasını rehber edinmesi, peşinden gitmesi ve izlemesidir. Aḫbete boyun eğip huzura kavuşmak ve mutmain olmak anlamına gelir. Aḫleṣa boyun eğme anlamının merkezinde bir ameli, niyeti, ibadeti, düşünceyi masivadan arındırıp hiçbir dünyevi çıkar gözetmeksizin tam olarak Allah’a tahsis etmeyi bildirir. Ezʿane boyun eğmenin hızlı bir şekilde ve rıza ile gerçekleşmesidir. Bu anlam kelimenin diğerlerinden en önemli farkıdır. İstecābe öncesinde bir davet olması, kişinin bu davete uyması ve davete olumlu karşılık vermesidir. Emre yahut güce boyun eğmek anlamı geri plandadır. İstekāne, tevazu göstererek boyun eğmektir. Esleme teslimiyet manasında olup gönülsüz olarak yapılan boyun eğmeyi de içerir. Kişi karşısındaki varlığın üstünlüğünü kalben değil de sözle kabul etmiş olabilir. Eṭāʿa emre uygun hareket etmektir. Tebettele masiva ile irtibatı mümkün olduğunca kesip her şeyiyle Allah’a yönelmek ve çokça ibadet etmektir. Ḫaşeʿa bir dinginlik hâli olup kişinin gönül rahatlığının verdiği bir sükûnet halinde boyun eğmedir. Ancak ḫaşeʿa’da korku itaate eşlik eder. Ḫaḍaʿa ve ẕelle hem maddi hem mecazi olarak boyun eğmeyi belirtir. Ḫaşeʿa, rakeʿa ve secede’de boyun eğme kişinin organlarında tezahür eder. Bununla birlikte ḫaşeʿa’da baş ve gözünü öne eğmek, sesini kısmak; rakeʿa’da belini bükerek öne eğilmek; secede’de ise alnını toprağa koymak suretiyle itaat etme anlamı mevcuttur. Ḍaraʿa kişinin zayıflığının verdiği korku ile boyun eğmesidir. Ḫaḍaʿa ve ḍaraʿa ise daha ziyade kalben teslimiyet içinde olmaktır. Rakeʿa ve secede birbirinin yerine kullanılabilmekle beraber rakeʿa daha çok belini eğmeyi, secede ise yere kapanmayı anlatır. Ayrıca secede âkil ve gayr-i âkil varlıklar için kullanılabilir. ʿAbede hem dünyevî hem de dinî olarak boyun eğme anlamının en güçlü tezahür ettiği bir ifadedir. Dünyevî olarak bir kişinin özgürlüğünü yitirmesi sonucunda başka bir kimsenin mülkiyetine geçmesi ve ona hizmet eden bir köle hâline gelmesini anlatır. Dini olarak ise ʿabede boyun eğmenin son noktası olan Allah’a kulluk ve ibadet etme anlamına sahiptir. Bu nedenle gerçek mabud olan Allah Teâlâ’dan başkasına kulluk anlamına gelecek bir boyun eğme caiz değildir. ʿAneve’ esir düşmekten kaynaklı bir boyun eğmedir. Ḳadeve’de daha çok örnek almaktan kaynaklı bir itaat söz konusudur. Ḳanete itaatin bir göstergesi olarak ayakta durmak, itaatin uzun süreli ve daimî olmasıdır. Neseke’de Allah’a ibadet etme anlamı ön plandadır. İtaat ve boyun eğme daha çok bu ibadet halinin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkar. İstekāne, esleme, eṭāʿa, ẕelle, ʿaneve’de emre yahut güce boyun eğme anlamı daha barizdir (ʿAskerī, el-Furūḳu’l-Luġaviyye, 221; er-Rāġıb el-Iṣfehānī, el-Mufredāt fī Ġarībi’l-Ḳurʾān, 148; Necefī, et-Tuḥfetu'n-Niẓāmiyye, 120-121; Cezāirī, Furūḳu’l-Luġāt, 48, 94; Yesūʿī, Ferāʾidu'l-Luġa, 13-14, 49, 79, 122, 180).
اِتَّبَعَ | أَخْبَتَ | أَخْلَصَ | أَذْعَنَ | اِسْتَجَابَ | اِسْتَكَانَ | أَسْلَمَ | أَطَاعَ | تَبَتَّلَ | خَشَعَ | خَضَعَ | ذَلَّ | رَكَعَ | سَجَدَ | ضَرَعَ | عَبَدَ | عَنَوَ | قَدَوَ | قَنَتَ | نَسَكَ