EL-CEḤĪM | اَلْجَحِيمُ
Sözlükte el-ceḥīm اَلْجَحِيمُ, cehennemin isimlerinden biridir. “Ateş tutuşup şiddetle alevlendi ve kızıştı.” anlamındaki جَحَمَ fiilinden türemiştir. Nitekim kızgın ateşe benzetilerek öfkesinden yüzü kızaran kişiyi anlatmak için جَحَمَ وَجْهُهُ مِنْ شِدَّةِ الْغَضَبِ; birisinin öfkeyle gözlerini açmasına da جَحَمَ الرَّجُلُ denilmektedir. el-Ceḥīm, hem şiddetli ateşe hem de içinde ateş yanan mekâna verilen bir addır. جَاحِمٌ aşırı derecede sıcak olan mekândır. Bu nedenle mecazen harbin en şiddetli gerçekleştiği yer جَاحِمُ الْحَرْبِ olarak isimlendirilmiştir. اَلْجَحْمَةُ Himyer dilinde “göz” anlamındadır. اَلْأَحَجَمُ geniş ve kırmızı göz; اَلْجُحَامُ gözün iltihaplanmasına sebep olan hastalıktır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/219; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 4/169-170; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 2/417; el-Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 5/1883; ʿAskerī, el-Furūḳu’l-Luġaviyye, 311; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 88; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/124; Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz, 1/308; Yesūʿī, Ferāʾidu'l-Luġa, 394; Aḥmed Muḫtār, el-Muʿcemu’l-Mevsuʿī, 122; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 2/69; Mīḳātī v.dğr, el-Ḳuṭūf, 128).
Kur’an’da 26 ayette geçmektedir. Bu yerlerde şu manalara gelmektedir: 1. Allah’ın kâfirler için hazırladığı cehennem veya cehennemde bulunan büyük, kuvvetli, harıl harıl yanan, alevlerinin her yerini iyice kapladığı şiddetli ateş azabı (el-Baḳara 2/119; el-Māʾide 5/10). el-Ceḥīm bazı yorumlarda cehennemin yanı sıra onun kapılarından dördüncüsüne verilen isimlerden biri olarak kabul edilir. 2. Hz. İbrâhim’in atıldığı ateş (eṣ-Ṣāffāt 37/97). (Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 2/483, 19/522; Dāmeġānī, el-Vucūh ve’n-Neẓāʾir, 1/233-234; Beġavī, Meʿālimu’t-Tenzīl, 1/143; Zemaḫşerī, el-Keşşāf, 6/201; Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 2/370;ʾĀlūsī, Rūḥu’l-Meʿānī, 29/49).
EL-CEHENNEM | اَلْجَهَنَّمُ
Sözlükte el-cehennem اَلْجَهَنَّمُ, ahirette Allah’ın kâfirlere azap edeceği kızıştırılmış ateşe verilen özel bir isimdir. Kökeni hakkında iki görüş vardır. Dil âlimlerinin çoğunluğuna göre aslı Farsça جَهْنَام kelimesidir ama zamanla Arapçalaşmıştır. İkinci görüşe göre kelime Arapça kökenli olup ya “derin kuyu” anlamına gelen جَهَنَّامُ kelimesinden ya da “kaşlarını çatmak, şiddetle bakmak, surat asmak” manasına gelen جَهَمَ fiilinden türemiştir. Bu köke ilave edilen şeddeli nûn (نَّ) ile oluşan جَهَنَّمُ, “son derece kaba ve asık suratlı olunan yere” delalet eder. Kelime olarak özel isim ve müennes olmasından dolayı gayr-i munsarif kabul edilir (Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 6/515; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 102; Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz, 1/355; Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 2/407; Aḥmed Muḫtār, el-Muʿcemu’l-Mevsuʿī, 131; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 2/158).
Kur’an’da 77 yerde geçmektedir. Bu yerlerin hepsinde el-cehennem, Allah’ın inkârcı kullarına şiddetli bir azap ile cezalandıracağı mekân anlamındadır. Yorumlarda bu yerin yedi tabakası olduğu ve bunların hepsine genel olarak cehennem adı verildiği zikredilmektedir. Nitekim Kur’an’da bu yer şöyle tanıtılmaktadır: “Şüphesiz cehennem, onların hepsinin buluşacağı yerdir. Onun yedi kapısı vardır ve her kapıya onlardan bir grup ayrılmıştır.” (el-Ḥicr 15/43-44). Müfessirlerin çoğuna göre cehennem, azap edilecek ateşin özel adı, bazılarına göre ise oranın en alt tabakasına verilen bir addır (Muḳātil, Tefsīr, 1/178; Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 14/74; Rāzī, Mefātīḥu’l-Ġayb, 5/220; Ebū Ḥayyān, el-Baḥru’l-Muḥīṭ, 2/126; el-Kebīsī, Mevsūʿa, 2/771).
EL-ḤARĪḲ | اَلْحَرِيقُ
Sözlükte cehennemin isimlerinden biri olan el-ḥarīḳ اَلْحَرِيقُ “bir şeyi bir şeye sürtmek” anlamındaki حَرَقَ fiilinden türemiştir. Bu kelime bir şeyi eğelemek, öfekeyle dişlerini gıcırdatmak veya iki şeyin birbirlerine sürtülmesinden doğan ısıyla çıkan ateş için kullanılır. Daha özel anlamda el-ḥarīḳ, bir şeyin görünümünde değişiklik meydana getiren ateştir. Bazı sözlüklerde el-ḥarīḳ, mutlak anlamda bir ateş (en-nār) için kullanılsa da aslında kuvvetli ve harlı yanan, bir şeyi alevleri ile kuşatıp yakan ve onu yok eden ateşe/yangına isim olmuştur. Nitekim Araplar, وَقَعَ الْحَرِيقُ فِي مَوْضِعِ كَذَا “Şu yerde yangın çıktı.” demektedirler. Mecazî olarak da أَحْرَقَنِي بِلَوْمِهِ “Kınayarak beni yaktı.” şeklinde bir deyim kullanılmaktadır (İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 1/519; İbn Fāris, Muʿcem, 2/43; el-Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 4/1457; ʿAskerī, el-Furūḳu’l-Luġaviyye, 311; İbn Sīde, el-Muḥkem, 2/572-573; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/183; Ebū’l-Beḳā, el-Kulliyyāt, 408; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 2/235).
Kur’an’da beş yerde geçmektedir. Bu yerlerde عَذَابُ الْحَرٖيقِ terkibi içinde azabın şiddetini ifade etmektedir (Ālu ʿİmrān 3/181; el-Enfāl 8/50). Bu azap müfessirler tarafından alev alev yanan, çok yakıcı ve yangın şeklindeki ateş azabı olarak açıklanmaktadır. Bazı müfessirlere göre ise el-ḥarīḳ cehennem tabakalarından birinin ismidir (Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 6/283; Māturīdī, Teʾvīlāt, 2/498; İbn ʿAṭiyye, el-Muḥarraru’l-Vecīz, 2/434).
EL-ḤUṬAME | اَلْحُطَمَةُ
Sözlükte ḥ-ṭ-m حَطَمَ fiilinin temel manası “bir şeyi kırmak, düzenini bozmak, yok etmek, parçalamak, ufalamak” demektir. Nitekim حَطَمْتُ الشَّيْءَ حَطْمًا cümlesinde bu anlam vardır. اَلْحَطَمَةُ kıtlık çekilen yıl; اَلْحَطَمُ hayvanın ayağına isabet eden hastalık veya zayıflık için kullanılır. el-Ḥuṭame اَلْحُطَمَةُ ise mübalağalı ism-i fail olup “çokça kıran, yok eden” anlamındadır. Uğradığı yeri otlayarak ve çiğneyerek kırıp geçirdiği için hayvan sürülerine ve içine atılanları kırıp geçirdiği için cehenneme isim olmuştur. el-Ḥuṭame, cehennemin bir ismi olmasının yanında içine atılan her şeyi yakarak yok eden, yüreklere kadar işleyen şiddetli cehennem ateşini ifade etmektedir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/330; İbn Fāris, Muʿcem, 2/78; el-Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 5/1901; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 123; İbnu’ş-Şecerī, Mā ʾİttefeḳa Lafzuhu, 110; Yesūʿī, Ferāʾidu'l-Luġa, 394; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 286-287; Mīḳātī v.dğr, el-Ḳuṭūf, 214
Kur’an’da türevleriyle birlikte üç yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu anlamlardadır: 1. Kırmak, helâk etmek ve öldürmek (en-Neml 27/18). 2. Alevli cehennem ateşi (el-Humeze, 104/4-7) (Muḳātil, Tefsīr, 3/299; Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 18/28, 24/621; Māturīdī, Teʾvīlāt, 10/369; Zemaḫşerī, el-Keşşāf, 6/429; Beġavī, Meʿālimu’t-Tenzīl, 8/530; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 286-287; Mīḳātī v.dğr, el-Ḳuṭūf, 214).
ES-SĀHİRA | اَلسَّاهِرَةُ
Sözlükte s-h-r سَهَرَ fiili “Gece uyumadı; uyanık kaldı.” manasındadır. لَيْلٌ سَاهِرٌ “uykusuz geçen gece”; رَجُلٌ سُهَرَةٌ “uykusu hafif kişi” demektir. Gece gündüz yörüngesinde hareket etmesi nedeniyle Ay’a سَاهُورٌ, devamlı olarak aktığı için de pınara عَيْنٌ سَاهِرَةٌ ismi verilmiştir. Bu kullanımlarda mecazî olarak bu varlıkların uyumaksızın yani durmaksızın sürekli hareketine vurgu vardır. es-Sāhira اَلسَّاهِرَةُ ise “yeryüzü, düz ve geniş bir toprak parçası, bozkır, çöl, meydan” gibi manalara gelmektedir. Yeryüzüne es-sāhira denilmesinin nedeni sürekli hareketi ve tüm canlıların onun üzerinde uykusuz kalmaları olabileceği gibi üzerinde bitkileri gece gündüz demeden hızlıca ve sürekli büyütmesidir. Yeryüzüne bu manada أَرْضٌ سَاهِرَةٌ denilmektedir. Ayrıca kıyamet gününde insanların haşredildiği meydana da isim olduğu kabul edilmektedir. Azap görenlerin uykusuz kalmaları sebebiyle es-sāhira, cehenneme isim olarak vermiştir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 2/287; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 2/723; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 6/121; İbn Fāris, Muʿcem, 3/108-109; el-Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 2/691; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/486; Ḳurṭubī, el-Cāmiʿ, 22/52-53; el-Munāvī, et-Tevḳīf, 198; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 5/297; el-Kebīsī, Mevsūʿa, 6/299).
Kur’an’da bir yerde geçmektedir. Burada bazılarına göre yeryüzü bazılarına göre de kıyamet sahası ve mahşer yeri kastedilmektedir (en-Nāziʿāt 79/14) (Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 24/74-78; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 245; Ḳurṭubī, el-Cāmiʿ, 22/52-53; Ebū Ḥayyān, el-Baḥru’l-Muḥīṭ, 8/413; Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 3/270; Ebu’s-Suʿūd, İrşād, 5/466; Aḥmed Muḫtār, el-Muʿcemu’l-Mevsuʿī, 247).
ES-SEʿĪR | اَلسَّعِيرُ
Sözlükte s-ʿe-r سَعَرَ asıl olarak “Tutuştu, alevlendi.” anlamındadır. Nitekim سَعَرْتُ النَّارَ cümlesinde bu mana vardır. اَلمِسْعَرُ “tutuşturulmuş odun parçası”; اَلسُّعَارُ “ateşin harareti” demektir. Kelime mecazen سُعِرَ الرَّجُلُ “Kişiyi sıcak çarptı.”; اِسْتَعَرَ الْحَرْبُ “Savaş kızıştı.” ve اَلسُّعْرُ “açlık, delilik” şeklinde kullanılmaktadır. es-Seʿīr اَلسَّعِيرُ ise “son derece yakıcı ateş” ve “cehennem” manalarına gelmektedir. Zira cehennem ateşi son derece yakıcı ve hararetlidir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 2/247; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 2/714; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 2/87; İbn Fāris, Muʿcem, 3/75; el-Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 2/684; İbn Sīde, el-Muḥkem, 1/479; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 233; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 5/157; Kebīsī, Mevsūʿa, 6/572).
Kur’ân’da türevleriyle birlikte 16 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Ateşi tutuşturup alevlendirmek, harlamak (et-Tekvīr 81/12). 2. Cehennemin bir adı. (eş-Şūrā 42/7) 3. Tutuşturulmuş, alevli ateş (en-Nisā 4/10) (Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 6/456; Zemaḫşerī, el-Keşşāf, 2/32; Rāzī, Mefātīḥu’l-Ġayb, 9/209; 30/62).
ES-SEḲAR | اَلسَّقَرُ
Sözlükte es-seḳar اَلسَّقَرُ cehennemin isimlerinden biri olup asıl olarak “yakmak ve ateş ile kızdırmak” anlamındaki سَقَرَ fiilinden türemiştir. Nitekim bir şeyin üzerine güneş ışığı vurduğunda سَقَرَتْهُ الشَّمْسُ “Güneş onu yaktı, kızdırdı.” denilmektedir. Güneş’in kavurucu ve bunaltıcı sıcaklığı سَقَرَاتُ الشَّمْسِ tabiriyle ifade edilmektedir. سَقْرٌ avına hızlıca uçarak saldıran atmaca kuşuna verilen bir isimdir. Cehenneme verilen özel bir isim olarak saḳar, ma‘rife ve müennes olmasından dolayı gayr-i munsarif olarak kabul edilmektedir. es-Seḳar, صَقَرَ şeklinde de telaffuz edilmektedir ve صَقَرَ “bir şeyin hızlıca ve şiddetli bir şekilde gerçekleşmesi” demektir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 2/256, 404; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 8/402; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 5/287; İbn Fāris, Muʿcem, 3/86, 297; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 235).
Kur’an’da dört yerde geçmektedir. Bu yerlerde cehennem anlamındadır. Müfessirler el-Müddessir 74/26-30 ayetlerindeki es-seḳarın cehennem ateşinin yakıcılığının dünyadakiyle kıyaslanamayacağına işaret etmişlerdir. Buna göre es-seḳar; içine atılan her şeyi hızlıca eriten, geriye hiçbir şey bırakmayan ve insanın derisini kavuran kuvvetli bir ateştir. Bazılarına göre es-seḳar hem cehennem hem de cehennemin kapılarından birine isim olmuştur (Muḳātil, Tefsīr, 4/496; Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 22/160; Māturīdī, Teʾvīlāt, 16/250; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 235; Beġavī, Meʿālimu’t-Tenzīl, 8/269; Zemaḫşerī, el-Keşşāf, 5/663-664; Ḳurṭubī, el-Cāmiʿ, 20/105).
EŞ-ŞERAR | اَلشَّرَرُ
Sözlükte eş-şerar اَلشَّرَرُ “kıvılcım” demektir. Temel manası “yayılma, buharlaşma ve uçuşma” olan شَرَرَ fiilinden türemiştir. Nitekim bu anlam elbisenin kuruması için güneşin altına serilmesini ifade eden شَرَرْتُ الثَّوْبَ cümlesinden gelir. Mastar olarak اَلشَّرُّ elbise ve benzeri şeylerin kuruması için güneşin altına serilmesidir. Bunun yanı sıra اَلشَّرُّ kelimesi hayrın zıddı olarak da kullanılır. Bu anlam ile elbisenin “serilip yayılması” arasında bir ilişki vardır. Nitekim burada şerrin hayra nazaran yaygın ve çok olması durumu söz konusudur. Ayrıca ateş ile şer arasında da bir ilişki kurulduğu görülür. Zira اَلشَّرَرُ, alevin şiddetinden dolayı ateşin üstünde etrafa uçuşan, ateşten yükselerek her yöne yayılan ve biraz sonra yok olan kıvılcıma verilen addır. Ancak kıvılcımların etrafa verdiği zarardan dolayı ateşte bir şer olduğuna inanılır. Bu sebeple şer de ateş gibi herkesin kendisinden kaçındığı bir duruma işaret eder. (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 2/320-321; İbn Fāris, Muʿcem, 3/180; el-Kebīsī, Mevsūʿa, 2/506).
Kur’an’da bir yerde geçmektedir. el-Mürselāt 77/32 ayetinde Allah Teâlâ, cehennemdeki bu ateşi, büyük kıvılcımlar saçmakla nitelemiştir. Ayette ifade edilen kıvılcım hakkında Rāzī, şunları söylemektedir: “Cehennem ateşinin kıvılcımları ilk anda âdeta bir bina gibi büyüktür. Yükseldikçe ve yayıldıkça dağılıp parçalanan ve birbirini izleyen parçalar ise tıpkı sapsarı develer gibidir.” (Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 23/601; Māverdī, en-Nuket, 6/180; Vāḥidī, et-Tefsīru’l-Basīṭ, 23/96; Beġavī, Meʿālimu’t-Tenzīl, 8/306; Rāzī, Mefātīḥu’l-Ġayb, 30/276; Ḳurṭubī, el-Cāmiʿ, 21/509; İbn ʿĀşūr, et-Taḥrīr, 29/437).
EN-NĀR | اَلنَّارُ
Sözlükte نَارَ “aydınlatma, titreme ve sürekli olmama hali” şeklinde üç temel anlama gelmektedir. İbn Fāris, bu anlamlara vurgu yaparak اَلنُّورُ ve اَلنَّارُ kelimelerinin bu kökten gelmesinin, her ikisinin de aydınlatma özelliğine sahip olmasından ve titreyip hızlı hareket etmesinden kaynaklandığını söyler. Bu kökten türeyen أَنَارَ fiili “aydınlattı” demektir. أَنَارَ الْمَكَانَ “Mekânı aydınlattı, mekânın karanlığını giderdi.” anlamındadır. en-Nār اَلنَّارُ, kendisinde maddi veya manevi şiddetli bir ısı ve hararet bulunan şeydir. Alevlenmek, harlamak, tutuşmak en-nārın özelliklerindendir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 4/276; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 15/230; İbn Fāris, Muʿcem, 5/368; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 508; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 12/310-315).
Kur’an’da 145 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu anlamlara gelmektedir: 1. Cehennem ateşi (el-Bakara 2/24; el-Hac 22/72) Kelime bu anlamda 118 yerde geçmektedir. Ṭaberī’ye göre nār, alevli veya alevsiz her tür ateşi ifade eden bir cins isimdir. Zemaḫşerī’ye göre ise ışık saçan, yanıcı ve yakıcı latif bir cevherdir. 2. Duyu organları ile algılanan doğal ateş (Ālu ʿİmrān 3/183; el-Vâkıa 56/71). 3. Mecazî olarak savaş ateşi yakmak (el-Mâide 5/64) (Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 6/283; Zemaḫşerī, el-Keşşāf, 1/192; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 508; Rāzī, Mefātīḥu’l-Ġayb, 2/82).
EL-HĀVİYE | اَلْهَاوِيَةُ
Sözlükte el-hāviye اَلْهَاوِيَةُ “iki dağ arasında dibi görünmeyen derin uçurum” demektir. Temel manası “devrilmek, düşmek, yukarıdan aşağıya inmek veya yüzüstü düşmek” olan hevā-yehvī هَوَى-يَهْوِي kökünden türemiştir. Yerle gök arasındaki boşluğu dolduran hava/atmosfer, هَوَاءٌ olarak adlandırılır. Kâfirin içine düştüğü cehenneme el-hāviye, bir şeyin içindeki derin oyuğa ve uçuruma هُوَّةٌ denilir. Aynı kökten gelen هَوَى ise insanın şehvete meyletmesidir. هَوَى النَّفْسِ tabiri insanı istenmeyen durumlara düşüren arzu ve istekler için kullanılır. Nitekim şehvete meylin bu ismi almasının nedeni, onun peşine takılanı dünyada türlü felaketlere, ahirette ise el-hāviye’ye düşürmesidir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 4/333; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 6/488-489; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 4/94; İbn Fāris, Muʿcem, 6/15; İbn Sīde, el-Muḥkem, 4/450-451; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 548; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 2/384; Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz, 4/268; Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 5/359).
Kur’an’da bir yerde geçmektedir. Bu yerde “cehennem” anlamındadır (el-Ḳāriʿa 101/9). el-Ḳāriʿa 101/10-11 ayetlerinde el-hāviye, نَارٌ حَامِيَةٌ ifadesiyle “harareti yüksek ateş” şeklinde açıklanmıştır. Müfessirlere göre el-hāviye cehennemin veya tabakalarından birinin adıdır. Cehennemin bu şekilde isimlendirilmesinin nedeni, günahkârların ona yüzüstü yuvarlanacak veya düşecek olmalarıdır (Muḳātil, Tefsīr, 4/812; Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 24/595; Māturīdī, Teʾvīlāt, 17/310; Māverdī, en-Nuket, 6/329; Zemaḫşerī, el-Keşşāf, 6/422; ʾĀlūsī, Rūḥu’l-Meʿānī, 30/222).
KARŞILAŞTIRMA
el-Caḥīm, el-cehennem, el-ḥarīḳ, el-ḥuṭame, es-sāhira, es-seʿīr, es-seḳar, eş-şerar, en-nār ve el-hāviye “cehennem” manası bakımından yakın anlamlı olsa da bu kelimelerin arasında bazı farklar vardır. el-Cehennem, içerisinde inkârcılara azab edilen yerin genel adıdır. en-Nār, bütün ateş türlerini kapsayan bir kelime olup umum ifade eder. en-Nār cehennemdeki azabın en önemli ve belirgin türü olduğu için Kur’an’da cehennemin özel adı olarak kullanılmıştır. el-Caḥīm alevleriyle her yeri kaplayan harlı ateş; el-ḥarīḳ bir şeyi alevleriyle kuşatarak yok eden ateştir. el-Ḥuṭame içine atılan her şeyi kırıp parçalayarak yok eden, yüreklere kadar işleyen ateştir. es-Sāhira, sürekliliği sebebiyle azap görenleri uykusuz bırakan ateştir. es-Seʿīr tutuşmuş alevli/yakıcı ateş; es-Seḳar içine atılan her şeyi hızlıca eriten, geriye hiçbir şey bırakmayan kuvvetli ateştir. eş-Şerar ise etrafına büyük ve sürekli bir şekilde kıvılcım saçan ateştir. el-Hāviye içi çok şiddetli bir ateş dolu olan derin uçurumdur. Dolayısıyla el-Cehennem kelimesi dışarıda tutulacak olursa diğer kelimeler kâfirlere yapılacak azabın farklı yönlerini ve niteliklerini anlatmaktadır. Bununla birlikte bu kelimelerin dilsel kullanımlarında bazı farklılıklar bulunmaktadır. Örneğin bir şeyi yakması halinde es-seʿīr, el-ḥarīḳ diye isimlendirilir. el-Ḥarīḳ bir şeyi alevleriyle yutması nedeniyle وَقَعَ الْحَرِيقُ فِي مَوْضِعِ كَذَا denilir ancak bu cümlede el-ḥarīḳ yerine es-seʿīr kullanılmaz. Çünkü es-seʿīr, el-ḥarīḳin gerektirdiği anlam özelliğini gerektirmez (Muḳātil, Tefsīr, 4/496, 812; Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 6/456, 18/28, 22/160, 24/595; Māturīdī, Teʾvīlāt, 17/310; ʿAskerī, el-Furūḳu’l-Luġaviyye, 311; Māverdī, en-Nuket, 6/180; Vāḥidī, et-Tefsīru’l-Basīṭ, 23/96; Beġavī, Meʿālimu’t-Tenzīl, 8/306; Zemaḫşerī, el-Keşşāf, 2/32, 5/663; Rāzī, Mefātīḥu’l-Ġayb, 9/209; Ḳurṭubī, el-Cāmiʿ, 20/105, 22/52; Ebū Ḥayyān, el-Baḥru’l-Muḥīṭ, 8/413; Ebu’s-Suʿūd, İrşād, 5/466).
اَلْجَحِيمُ | اَلْجَهَنَّمُ | اَلْحَرِيقُ | اَلْحُطَمَةُ | اَلسَّاهِرَةُ | اَلسَّعِيرُ | اَلسَّقَرُ | اَلشَّرَرُ | اَلنَّارُ | اَلْهَاوِيَةُ