Azap - Ceza

اَلاِنْتِقَامُ | اَلْبَأْسُ | اَلْبَطْشُ | اَلرِّجْزُ | اَلسَّوْطُ | اَلعِقَابُ | اَلْعَذَابُ| اَلْمِقْمَعُ | اَلنَّكَالُ

Müellif: Veysel Gengil
Yayınlanma Tarihi: 07.03.2023            

EL-İNTİḲĀM |  ُاَلْاِنْتِقَام

Sözlükte el-intiḳām اَلْانْتِقَامُ kelimesinin kökü olan نَقَمَ “bir şeye karşı nefret duymak; işlenen suça karşılık birisini ayıplamak ve cezalandırmak” anlamlarına gelmektedir. نَقَمْتُ عَلَيْهِ cümlesinde “yaptığı fiilinden dolayı birisini ayıplamak” manası vardır. Nitekim hem bir işi çirkin görüp ayıplamak hem de azap ve ceza için اَلــنِّقْمَــةُ kullanılır. Ceza verme sözlü veya fiili olarak gerçekleştirilebilir. İşlenen kötülüğe karşılık birisini cezalandırmak اِنْتَقَمْتُ مِنْهُ ifadesiyle anlatılır. Kelimenin diğer kullanımları arasında süratli bir şekilde yemek yemek/نَقَمْتُ نَقْمًا; bir tür hurma veya Yemen’de bir bölgenin adı olarak da اَلنَّاقِمُ ifadeleri bulunmaktadır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 4/261; Ezherī, Tehẕību’l-Luġa, 9/202; Sâhib b. Abbâd, el-Muḥîṭ, 5/450; İbn Fāris, Mucmelu’l-Luġa, 3/880; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 5/2045; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 504; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 2/301; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 12/251-253;Yesūʿī, Ferāʾidu'l-Luġa,11).

Kur’an’da türevleriyle birlikte 17 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu anlamlardadır: 1. İntikam/öç almak, cezalandırmak (el-Aʿrāf 7/136; el-Ḥicr 15/79). 2. Çirkin görmek ve ayıplamak (el-Māʾide 5/59; el-Aʿrāf 7/126). 3. Allah’ın bir sıfatı (es-Secde 32/22; ed-Duḫān 44/16).  (Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz, 4/216).

EL-BE’S | اَلْبَأْسُ

Sözlükte el-beʾs الْبَأْسُ “azap, şiddet ve sıkıntı” manalarına gelmektedir. Nitekim zenginlikten sonra fakir ve muhtaç olmak بَئِسَ fiili, şiddetli fakirlik de بَأْسَاء ile ifade edilir. Afet بِئْسٌ; kıtlık بُؤْسٌ; ansızın gelen felaket ise اَلْأبْؤُسُ şeklinde adlandırılır. Bu çerçevede belalara maruz kalan biçare yoksul اَلْبَائِسَ; çokça dertlenip üzülmek de اِبْتَئَسَ fiiliyle ifade edilir. بَؤُسَ الرَّجُلُ ile bir kişinin çok sıkıntılı bir durumda olduğu; بَؤُسَ العَذابُ cümlesiyle de azabın kuvvetlenip artması anlatılır. Yergi/zem fiili olarak بِئْسَ “Ne fena!, Ne kötü!” manasındadır. Ayrıca savaşın şiddetlenmesi ٌبَأْس; savaşta korkusuz olmak بَؤُسَ; cesur savaşçı da رَجُلٌ ذُو بَأْسٍ tabirleriyle karşılanır. !لاَ بَأْسَ kalıbı, korkulacak bir durumun bulunmadığını ve kişinin muhatabına zarar vermeyeceğini söylemesi sadedinde kullanılır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/110; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 1/342, 1022; Ezherī, Tehẕību’l-Luġa, 13/109; Sâhib b. Abbâd, el-Muḥîṭ, 8/401-402; İbn Fāris, Mucmelu’l-Luġa, 1/141; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 3/906-907; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 66; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/43; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 1/224-226).

Kur’an’da türevleriyle birlikte 73 defa geçmektedir. Bu yerlerde şu anlamlardadır: 1. Üzülmek (Hūd 11/36; Yūsuf 12/69). 2. Azap, can yakıcı azap (el-Enʿām 6/43; el-Aʿrāf 7/4, 165). 3. Savaş ve düşmanlık (el-Baḳara 2/177; el-Enʿām 6/65). 4. Güç, kuvvet ve şiddet (en-Nisā 4/84; el-Aʿrāf 7/165) 5. Darlık ve sıkıntı içerisinde olmak (el-Aʿrāf 7/94, el-Baḳara 2/177). 6. Yoksul (el-Ḥacc 22/28). 7. Ne kadar da kötü! (el-Māʾide 5/79, el-Mülk 67/6).

EL-BAṬŞ | اَلْبَطْشُ

Sözlükte baṭaşe بَطَشَ “bir şeyi çok sert ve şiddetli bir şekilde çekip almak” anlamına gelmektedir. Rakibin sıkıca yakalanıp çekilmesi nedeniyle güreşmek بَاطَشَ ile ifade edilir. Güçlü kuvvetli kimseye de يَدٌ بَاطِشَةٌ denir. Öte yandan kelimenin mecazi kullanımları da söz konusudur. Bu bağlamda devenin taşıdığı ağır yük altında zorla yürümesi اَلرِّكَابُ تَبَطَّشَ بأَحْمَالِهَا, sıtma hastalığından yeni kurtulan  zayıf kimse بَطَشَ مِنَ الْحُمَّى; ilmi elde etme hususunda yetenekli kişi فُلَانٌ يَبْطِشُ فِي الْعِلْمِ بِبَاعٍ بَسِيطٍ şeklinde ifade edilir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/145; Ezherī, Tehẕību’l-Luġa, 11/318; İbn Fāris, Mucmelu’l-Luġa, 1/121; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 3/996; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 50; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/65; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 1/312-313;Yesūʿī, Ferāʾidu'l-Luġa, 669). 

Kur’an’da türevleriyle beraber 10 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu anlamlardadır: 1. Cezalandırmak maksadıyla sertçe yakalamak (eş-Şuʿarā 26/130; el-Ḳaṣaṣ 28/19). 2. Tutmak (el-Aʿrāf 7/195). 3. Kuvvet (ez-Zuḫruf 43/8) (Dāmeġānī, el-Vucūh ve’n-Neẓāʾir, 1/106).

ER-RİCZ | اَلرِّجْزُ

Sözlükte er-ricz اَلرِّجْزُ kelimesinin kökü olan رَجَزَ fiili “titremek ve sarsmak” anlamlarına gelmektedir. Deve yakalandığı hastalıktan dolayı zayıfladığı için kesik kesik ve küçük adımlar atarak titrediğinde رَجِزَ الْجَمَلُ denir. Fasılalı bir şekilde yazılması sebebiyle telaffuzunda dili âdeta titreten recez türünde şiir yazmaya رَجَّزَهُ, bu tür şiire de أُرْجُوزَةٌ denilir. Yine devenin hevdecinin iki tarafından birine asılan ve diğer tarafı dengeleyerek sarsıntıyı engellemesi amacıyla içine taş vb. ağırlıkların konulduğu torbaya da اَلرِّجَازَةُ ismi verilmiştir. Hz. Peygamber’in atı اَلمُرْتَجِزُ, sürekli esen rüzgar رَجْزَاءُ, sesi kesik kesik fakat ardı ardına gelmesi nedeniyle gök gürültüsü اِرْتَجَزَ الرَّعْدُ, çok miktarda yağmuru bünyesinde taşıması ve bundan dolayı yavaş hareket etmesi sebebiyle bulut için de تَرَجَّزَ السَّحَابُ ifadesi kullanılmıştır. er-Ricz sözcüğü hem azab hem de netice itibarıyla azaba yol açan fiillerle ilişkilendirilmektedir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 2/100-101; İbn Fāris, Mucmelu’l-Luġa, 2/430; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 2/848-849; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 187-188;  Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/338; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 4/55-60).

Kur’an’da türevleriyle 10 defa zikredilmektedir. Bu yerlerde şu anlamlardadır: 1. Azap (el-Baḳara 2/59, el-Aʿrāf 7/134, 135). 2. Vesvese (el-Enfāl 8/11). 3. Günah, put ve şirk (el-Müddessir 74/5). Kelimenin kökündeki sarsmak anlamıyla Kur’an’daki kullanımları, azap ve azaba neden olan günah ve şirk eylemlerinin insanı sarsması sebebiyle irtibatlandırılabilir (Dāmeġānī, el-Vucūh ve’n-Neẓāʾir, 1/391; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 187-188).

ES-SEVṬ |  ُاَلسَّوْط

Sözlükte es-sevṭ اَلسَّوْطُ “şiddetli olmak, sertçe vurmak ve karıştırmak” manalarına gelen سَوَطَ kökünden türetmiştir. Birisine kamçıyla vurulduğunda سَوَّطْتُهُ şeklinde söylenir. Ayrıca سَوَّطَ “iki farklı şeyi aynı kaba koyduktan sonra iyice vurarak karıştırmak” anlamında kullanılmaktadır. Bu çerçevede سَوْطٌ kamçı, pay/nasip, tür, selin ardında bıraktığı su birikintisi ve bataklık, سَوَاطٌ kamçısı olan kolluk birimidir. سُوَيْطُ hem Şam bölgesinde bir mekânın adı hem de suyu, soğan ve diğer tahıllarla iyice karışmış çorba demektir. مِسْوَاطٌ kamçı yemedikçe otunu paylaşmayan at, مِسْوَطٌ ise İblis’in çocuğu anlamlarına gelmektedir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 2/294; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 2/838; Ezherī, Tehẕību’l-Luġa, 13/23-24; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 8/351-352; İbn Fāris, Muʿcem, 3/115-116; İbn Fāris, Mucmelu’l-Luġa, 2/478; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 3/1135; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/482).

Kur’an’da bir yerde geçmektedir. Bu yerde (el-Fecr 89/13) “kamçı” anlamındadır. Burada türlü işkencelerin bir araya getirilerek en çetin bir şekilde uygulanması ifade edilmektedir.

EL-ʿAẔĀB | اَلْعَذابُ

Sözlükte el-ʿaẕāb اَلْعَذابُ “engel olmak ve çok sert bir şekilde vurmak” anlamlarına gelmektedir. Bu bağlamda أَعْذَبْــتُهُ عَنِ الْأَمْرِ ifadesi “Bu işi yapmasına mani oldum” demektir. Tatlı ve serin suya da عَذُبَ الْمَاءُ denilir; zira içilmesi halinde bu su, ihtiyacı giderdiği gibi susuzluğa da engel olmuş olur. Öte yandan şiddetli derecede susuz kalması nedeniyle eşek vb. hayvanlar için عَذَبَ الحِمَارُ وَغَيْرُهُ ifadesi kullanılır. Susuz bırakmak suretiyle insanı açlığa ve uykusuzluğa sevketmek anlamındaki اَلتَّعْذِيبُ aynı zamanda “cezalandırmak” demektir. Dolayısıyla عَذَّبْــتُهُ denildiğinde, insan hayatının tadının elinden alınması yani cezalandırılması kast edilir. İçerisinde çer çöp olan su اَلْعَذِبَةُ; bu suyun bulunduğu havuzun temizlenmesi de أَعْذَبَ الْحَوْضَ ifadesiyle dile getirilir. Yine اَلْعَاذِبُ “üzerinde örtüsü bulunmayan”; اَلْعَذُوبُ “bir şey yemeden geceleyen”; عَذَبَــةُ السَّوْطِ “kamçının ucu” anlamındadır. Şu halde اَلتَّعْذِيبُ “bir kimseye kamçının ucuyla sertçe vurmak” manasına gelmektedir. Buradan hareketle ve istiare yoluyla ceza da dahil olmak üzere şiddetli olan her şeye عَذَابٌ denilir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 3/119-120; Ezherī, Tehẕību’l-Luġa, 2/321-323; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 1/178; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 327; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/638-639; Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz, 3/42-43; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 8/79-82).

Kur’ân’da türevleriyle beraber 373 yerde zikredilmektedir. Bu yerlerde şu anlamlardadır: 1. Tatlı ve lezzetli (el-Furḳān 25/53, Fāṭır 35/12). 2. Şiddetli açlık (el-Muʾminūn 23/76). 3. Helak etmek, öldürmek (el-Enfāl 8/33; el-Ḥaşr 59/3). 4. Ceza ve azap (el-En‘ām 6/65; et-Tevbe 9/26; el-Furḳān 25/34, 65). 5. Yaratılışı değiştirmek suretiyle cezalandırma (el-Aʿrāf 7/165). 6. Had cezası vermek (en-Nūr 24/2, 8). 7. Nimetlerden mahrum ederek cezalandırma (el-Ḳalem 68/33). (Dāmeġānī, el-Vucūh ve’n-Neẓāʾir, 2/81-82; el-Kebīsī, Mevsūʿa, 8/209-212).

EL-ʿIḲĀB |  اَلْعِقَابُ

Sözlükte el-ʿıḳāb  اَلْعِقَابُ kelimesinin “bir şeyi geciktirmek ve ardı sıra getirmek; yükselmek, şiddetlenmek ve zorlaşmak” şeklinde iki kök anlamı vardır. Buradan hareketle insanın topuğuna ve istiâre yoluyla da çocuk ile toruna اَلْعَقِبُ, önce erkek sonra kız çocuğu dünyaya getiren hanıma اِمْرَأَةٌ مِعْقَابٌ, kişinin, adını anacak kimsesinin kalmamasına ise فُلانٌ لَمْ يُــعْقِبْ denilir. Gecenin gündüzün ardından gelmesi gibi bir şeyin başka bir şeyin ardından gelmesi الاِعْتِقَابُ veya التَّعْقِيبُ sorgulamak amacıyla birisinin ya da bir hükmün ardına düşen kimse مُــعَقِّبٌ, peş peşe avına saldırması ve güçlü olması nedeniyle kartal العُقَابُ, kuşun bir yükselip bir alçalması عُقْبَــةُ الطَّائِرِ ve insanların koruyucu melekleri مُــعَقِّبَــاتٌ sözcükleri ile karşılanmıştır. Öte yandan bu kök, bir şeyin hem sonunu hem de durumun şiddetini vurgulamak için de kullanılır. Bu bağlamda ayın sonu عَقِبُ الشَّهْرِ, patika ve dik yokuş اَلْــعَقَبَــةُ, güzel ve hayırlı sonuç اَلعُقْبَى veya اَلْعَاقِبَةُ ve azap ile ceza اَلْعُقُوبَةُ ve العِقَابُ kelimeleriyle ifade edilir. Azap ve cezanın اَلْعُقُوبَةُ ve اَلْعِقَابُ şeklinde isimlendirilmesi, cezanın ancak yapılan bir işin ardından gelmesi nedeniyledir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 3/193-196; İbn Fāris, Mucmelu’l-Luġa, 3/619-620; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 1/184-187; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 340-341Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/338; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 8/224-228).

Kur’an’da türevleriyle birlikte 80 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu anlamlardadır: 1. Ceza ve azap (er-Raʿd 13/22, 24). 2. Dik yokuş (el-Müzemmil 90/11). 3. Verilen hükmü sorgulamak (er-Raʿd 13/41). 4. Ganimet alma sırasının gelmesi (el-Mumteḥine 60/11). 5. Karşılık vermek (el-Ḥacc 22/60). 6. Son (el-Ḥaşr 59/17). 7. Cennet ve cehennem  (er-Raʿd 13/35). 8. Arkasına bakmak (en-Neml 27/10). 9. Bir şeyi çıkarıp başka bir şeyi yerleştirmek (et-Tevbe 9/77) (Dāmeġānī, el-Vucūh ve’n-Neẓāʾir, 2/77). 

EL-MİḲMAʿ | اَلْمِقْمَعُ 

Sözlükte el-miḳmaʿ اَلْمِقْمَعُ “gürz, topuz” gibi anlamlara gelmektedir. “Topuz ve kamçı ile birinin kafasına vurmak, küçük düşürmek, yok etmek;  sıvıyı bir kaptan dökmek” manalarına gelen قَمَعَ kökünden türemiştir. Nitekim قَمَعَ خَصْمَهُ “Rakibini perişan etti.”; اِنْقَمَعَ فِي بَيْتِهِ “Bir şeyden kaçarak ve gizlenerek evine sığındı.”; قَمَعْتُهُ بالْمِقْمَعِ “Başına topuzla vurdum.”; قَمَعَ فُلَانٌ كُتَبِي “İyi olanı alıp kötü olanı bıraktı.”; فُلانٌ قَمِعُ الاَخْبَارِ “insanların sözünü dinleyip daha sonra onların dedikodusu yapan kişi” şeklindeki kullanımlarında bu anlamlar bulunmaktadır. Özellikle sözün, bir kulağından girip diğerinden çıktığı kimseleri tenkit için de وَيْلٌ لِأقْمَاعِ الْقَوْلِ denilmiştir. اَلْمِقْمَعَةُ iki tarafında uzun çivilerin olduğu topuz, tokmak, kamçı, çubuk, kırbaç ya da değnek; إِقْمَاعٌ hırpalamak; قَمْعٌ veya قِمْعٌ huni; اَلْقَمْعُ kirpik köklerindeki sivilce; قَمْعَةٌ devenin hörgücü; قَمَعَةٌ özellikle sıcak havalarda ceylan, geyik ya da develerin başına üşüşen mavi renkte büyük bir sinek demektir (Halīl b. Ahmed, Kitābu՚l-‘Ayn, 3/429; İbn Fāris, Mucmelu’l-Luġa, 3/733-734; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 413; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 2/102; Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz, 3/339-340; Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 4/297; Yesūʿī, Ferāʾidu'l-Luġa, 294; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 9/355-357).  

Kur’an’da bir yerde geçmektedir. Bu yerde (el-Ḥacc 22/21) cehennemden kaçmak isteyen inkarcıya onu engellemek amacıyla demirden bir topuz ile vurulması anlatılmaktadır.

EN-NEKĀL | اَلنَّكَالُ

Sözlükte en-nekāl اَلنَّكَالُ kelimesinin kökü olan نَكَلَ  “engellemek, sakınmak ve geri durmak, meyletmek, aciz kalmak” anlamlarına gelmektedir. Nitekim نَكَلَ الرَّجُلُ عَنْ صَاحِبِهِ “Adam arkadaşından korkarak geri durdu.” ve شَخْصٌ نَاكِلٌ عَنِ الأُمُورِ “korkak ve zayıf insan” demektir. نَكَلَ عَنِ الْيَمِينِ ise “Sağ tarafa meyletti/yöneldi.” ve نَكَل بِتَعَهُّدِه “Sözünden geri döndü.” manasındadır. نَكَّلَ başkasına ibret olması için ceza vermektir. Bu doğrultuda ٌنَكَال “azap”, “işkence ve ceza”; نِكْلٌ “demir halka, bukağı”; اَلْمَنْكَلُ “insanları ölümle korkutmasından dolayı kayalık bir mekanın adı”; اَلنِّكْلُ “serkeş atın dizginlenmesi ve zor işlere sürülmesi için kullanılan dizgin”; رَجُلٌ نِكْلٌ “düşmanlarına ceza veren ve galip gelen cengaver” demektir. “Böylesi kimseyi Allah sever.” anlamında إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ النَّكَلَ عَلَى النَّكَلِ hadisi zikredilmektedir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 4/265-266; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 5/1835-1836; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 506; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 2/304; Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz, 4/223-224; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 12/274-277).

Kur’an’da türevleriyle beraber beş yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu anlamlardadır: 1. Pranga ve bukağı (el-Müzzemmil 73/12). 2. Azap (en-Nāziʿāt 79/25, en-Nisā 4/84, ). 3. İbret verici ceza (el-Baḳara 2/66; el-Māʾide 5/38). 

KARŞILAŞTIRMA

el-İntiḳām, el-beʾs, el-baṭş, er-ricz, es-sevṭ, el-ʿaẕāb, el-ʿıḳāb, el-meḳāmiʿ ve en-nekāl “azap - ceza” manası bakımından yakın anlamlı olsa da bu kelimelerin arasında bazı farklar vardır. el-İntiḳām bir suça ve günaha karşılık olarak birisini sözlü veya fiili bir şekilde ayıplamayı ve cezalandırmayı; el-beʾs dünyada refah içinde yaşayan inkarcının ahirette şiddetli bir azapla zorluğa düşürüleceğini anlatır. el-Baṭş kişinin çaresiz ve güçsüz bırakacak bir hamleyle sert bir şekilde yakalanıp cezalandırılacağını, er-ricz cezanın dehşetinin insanı titretip sarsacak düzeyde olmasını, es-sevṭ işkencenin her türlüsünün en üst düzeyde gerçekleştirileceğini ve kırbaçla sertçe vurularak acı verici bir şekilde cezalandırmayı ifade eder. el-ʿAẕāb işlenen suçlara denk ve devamlılık arz eden ceza; el-ʿıḳāb işlenen suçların ve günahların peşi sıra gelen sürekli ve artan ceza; el-meḳāmiʿ yakıcı ve zelil edici bir şekilde insanın başına demir topuz ile vurularak verilen cezadır. en-Nekāl ise başkalarına ibret verici düzeye ulaşan cezadır. Öte yandan el-ʿaẕāb genel bir kullanıma sahipken diğer kelimeler azabın ve cezanın türü ve niteliğine işaret etmektedir. el-ʿIḳāb işlenen bir suça bedel olarak verilen ceza iken; el-ʿaẕāb, hak etse de etmese de kişinin başına gelen musibet için de kullanılrı. Son olarak Kur’an’da el-intiḳām, el-beʾs, el-baṭş, er-ricz ve el-ʿaẕāb hem ilahî hem beşerî durumlarla ilgili olarak kullanılırken; es-sevṭ, el-ʿıḳāb, el-meḳāmiʿ ve en-nekāl sadece ilahî bir cezayı dile getirmektedir (ʿAskerī, el-Furūḳu’l-Luġaviyye, 239-240; Muḥammed Dāvūd, Muʿcem, 341-343, 426; el-Kebīsī, Mevsūʿa, 1/690-693, 5/57; 6/329; 8/209, 448; 11/601, 638; Yesūʿī, Ferāʾidu’l-Luġa, 11, 25, 200, 210-211). 

İlişkili Maddeler