Barış

اَلْأَمَنَةُ | اَلسِّلْمُ | اَلصُّلْحُ

Müellif: Zübeyir Karataş
Yayınlanma Tarihi: 03.09.2023            

EL-ʾEMENE | اَلَأَمَنَةُ

Sözlükte el-ʾemene اَلْأَمَنَةُ “güvenmek ve emin olmak” manasındaki أَمِنَ kökünden türemiş olup “güven, emniyet duygusu, güven vermek, emanete ihanet etmemek ve sözünde durmak” demektir. Nitekim أَمِنْتُ فَأنَا آمِنٌ güvenmeyi ve emin olmayı; أَمِنْتُهُ عَلَى كَذَا وَاِئْتَمَنْتُهُ birine bir hususta güvenmeyi anlatır. اَلْأَمْنُ ve اَلْأَمَانُ “güven vermek”; اَلْإِيمَانُ “tasdik edip inanmak”; ألْأَمَانَةُ “hıyanetin zıddı” anlamındadır. Nitekim güvenilir kimse رَجُلٌ أُمَّانٌ olarak isimlendirilir. Duanın kabülü için de “amin demek” اَلتَّأْمِينُ şeklinde ifade edilir. اِسْتأْمَنَ güvence istemektir ve قَوْمٌ مُسْتْأْمِنَةٌ kendilerine güvence verilmiş topluluktur. Güvenilir bir şehir olmasından dolayı Mekke için اَلْبَلدُ الأَمِينُ; bünyesi sağlam ve ayağı sürçmediği için sahibine güven veren at veya deve için فَرَسٌ أَمِينُ القُوَى نَاَقَةٌ أَمُونٌ kullanılır (Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 10/414; İbn Fāris, Mucmelu’l-Luġa, 1/102; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 5/2071; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/35-36).

Kur’an’da türevleriyle birlikte 879 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Güvenmek ve güven duygusu (el-Baḳara 2/283; Ālu ʿİmrān 3/154). 2. Emanet (en-Nisāʾ 4/58; el-Müʾminūn 23/8). 3. Tevhit, farzlar (el-Māʾide 5/5; el-ʾAḥzāb 33/72). 4. Güvenilir ve iffetli (eş-Şuʿarā 26/107; el-Ḳaṣaṣ 28/26). 5. Tasdik etmek, onaylamak (el-Baḳara 2/3; Ālu ʿİmrān 3/7). 6. Tasdik edip onaylayan kişi (el-Baḳara 2/285; el-Fetḥ 48/5). 7. Allah Teâlâ’nın ismi اَلْمُؤْمِنُ (el-Ḥaşr 59/23) (Dāmeġānī, Kāmūs, 46-47; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ,1/165-167; Mīḳātī v.dğr, el-Ḳuṭūf, 30-31). 

ES-SİLM / اَلسِّلْمُ

Sözlükte es-silm اَلسِّلْمُ ya da es-selm اَلسَّلْمُ “kurtulmak ve afetlerden emin olmak” manasındaki سَلِمَ kökünden türemiş olup “sağlıklı olmak, barış” anlamına gelmektedir. Nitekim سَلِمَ الْمُساَفِرُ ifadesi yolcunun sıkıntı ve afetlerden kurtulmasını anlatır. َأَسْلَم Müslüman olmak, اَلإِسْلَامُ da Allah’ın emir ve yasaklarına teslim olmaktır. سَلَّمَ الْوَدِيْعَةَ لِصَاحِبِهاَ emaneti sahibine teslim etmeyi; اِسْتَسْلَمَ boyun eğmeyi; أسْلَمْتُهُ ise yardım etmemeyi/yüzüstü bırakmayı ifade eder. اَلسَّلَامُ Allah’ın hastalık, noksanlık ve fenalık gibi vasıflardan münezzeh olduğu anlatan sıfatıdır. Sağlıklı olmak اَلسَّلَامَةُ; yılanın soktuğu fakat iyileşmesi umulan kimse اَلسَّلِيمُ, buğday ve hurma gibi ürünlerden peşin bedelle veresiye mal değişimini konu edinen satım işlemi ُاَلسَّلَم ve bir çeşit küçük ağaca اَلسَّلَامُ denilir (Halīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 2/269-270; İbn Düreyd, Cemheretü’l- Luġa, 2/858; İbn Fāris, Muʿcem, 3/90-91; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 5/1951-55; Muṣṭafavī,  et-Taḥḳīḳ, 5/228).  

Kur’an’da türevleriyle birlikte 140 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Allah’ın ismi (el-Ḥaşr 59/23) 2. İslâm dini (Ālu ʿİmrān 3/19; el-Māʾide 5/3). 3. Barış (el-Baḳara 2/208; en-Nisāʾ 4/90, 91) el-Baḳara 2/208 ayetindeki kullanım bir görüşe göre de İslam dini olarak anlaşılmıştır. 2. Kötülükten emin olmak, esenlik (Hūd 11/48, 69; Meryem 19/47; eṣ-Ṣāffāt 37/79). Kelimenin سَلَامٌ عَلَى/ سَلَامًا şeklindeki kullanımında bir dua cümlesi olarak “Esenlik/hayır onların üzerine olsun!” temennisi vardır. 3. Birisine bağlı olmak ve boyun eğmek (ez-Zümer 39/29; el-Baḳara 2/131). 4. Selam verme, selamlaşma (er-Raʿd 13/24; en-Nūr 24/61). (Dāmeġānī, el-Vucūh ve’n-Neẓāʾir, 1/421-422; Dāmeġānī, Kāmūs, 244-245; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 29-241; Zemahşerī, el-Keşşāf 1/417; 1/228; Kubeysī, Mevsūʿa, 6/218).

EṢ-ṢULḤ /  اَلصُّلْحُ

Sözlükte eṣ-ṣulḥ اَلصُّلْحُ “düzelmek, barışmak, uygun/yerinde olmak” anlamlarındaki صَلَحَ ve صَلُحَ kökünden türemiş olup “barış, fesadın zıddı ve uygun” manasına gelmektedir. Nitekim bir işin düzgün ve yerli yerince olması صَلُحَ الْأَمْرُ ve bir şeyin birisine uygun olması هَذَا الشَّيْءُ يَصْلُحُ لَكَ ifadeleriyle anlatılır. أَصْلَحَ ve صَالَحَ iki veya daha fazla kişinin arasını düzeltmektir. Allah’ın emirlerini yerine getiren ve insanlara haklarını tam manasıyla teslim eden kişi صاَلِحٌ şeklinde ifade edilir. Hayırlı ve doğru iş yapmak için أَتَى بِالصَّلَاحِ, bir işte hayrın olması için فِي الْأَمْرِ مَصْلَحَةٌ, göreve layık olmak أَصْلَحُ لِلْوِلَايَةِ ve hayvana iyi davranmayı anlatmak için أَصْلَحْتُ إِلَى الدَّابَةِ kullanılır (Halīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 2/406; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 1/383; İbn Sīde, el-Muḥkem,  3/152;  Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 6/321-322).

Kur’an’da türevleriyle birlikte 180 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. İman etmek (er-Raʿd 13/23; el-Müʾmin 40/8). 2. Bozgunculuk yapmayan, salih ve Allah indinde makamı yüce insan (el-Baḳara 2/130; Yūsuf 12/9). 3. Islah etmek/düzletmek, iyilik yapmak (en-Nisāʾ 4/114; Hūd 11/88). 3. Sağlıklı, organlarında herhangi bir eksiklik bulunmayan, düzgün (el-ʾAʿrāf 7/189). 4. Barış, sulh (en-Nisāʾ 4/128). 5.Anne babaya iyilikte bulunmak (el-ʾİsrāʾ 17/25). (Hārūn b. Mūsā, el-Vucūh ve’n-Neẓāʾir, 286-287; Ḥīrī, Vucūhu’l-Ḳurʾān, 196-198; Dāmeġānī, Kāmūs 282-284).

KARŞILAŞTIRMA

el-ʾEmene, es-silm ve eṣ-ṣulḥ “güven ve barış” bakımından yakın anlamlı olsa da bu kelimelerin arasında bazı farklar vardır. el-ʾEmenede korku, sıkıntı ve  endişe verici durumları gidererek sükûnete ermek anlamı vardır. es-Silm sulh yoluyla savaşın istenmeyen şartlarından kurtulmayı ifade eder. Nitekim es-silm düşmanlığın zıddı olarak taraflar arasında hem görünürde hem de özü itibariyle güçlü bir fikir birliğinin ortaya çıkmasıdır. Bunun bir gereği olarak boyun eğme, anlaşma ve karşılıklı rıza söz konusu olur. eṣ-Ṣulḥ ise bozgunculuktan/fesattan kurtulmaktır. Kelime insan eylemlerinin tamamı için kullanılsa da çoğunlukla amelî boyutla ilişkilidir. Bu kelimelerin mefhumu dikkate alındığında şöyle bir sebep sonuç ilişkisi kurulabilir: eṣ-Ṣulḥ taraflar arasının düzeltilerek barışın tesis edilmesidir. es-Silm mevcut anlaşmazlıkları gidererek fikir birlikteliğine ulaşmaktır. el-ʾEmene de netice itibariyle insanlarda görülen huzur ve sükunet halidir (Iṣfehānī, el-Mufredāt, 239; Aḥmed Muḫtār, el-Muʿcemu’l-Mevsuʿī, 243, 278; İbn ʿĀşūr, et-Taḥrīr, 2/275; 12/187; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 1/164; 5/228-229; 6/322; Kubeysī, Mevsūʿa, 1/415).