Ateş - Alev

الْجَذْوَةُ | الْحَرِيقُ | السَّعِيرُ | الشُّوَاظُ | الْقَبَسُ | الْقَدْحُ | اللَّظَى | اللَّهَبُ | الْمَارِجُ | اَلنَّارُ | اَلنُّحَاسُ

Müellif: İbrahim Yıldız
Yayınlanma Tarihi: 12.11.2022            

EL-CEẔVE | الْجَذْوَةُ 

Sözlükte “meşale” anlamına gelen el-ceẕve الْجَذْوَةُ  “ateşten arda kalan köz, kor halindeki odun parçası, iyice yanarak ateş durumuna gelmiş kömür” manalarında kullanır. “Dimdik durmak, yapışmak, sabit olmak” anlamındaki جَذَا fiilinden türemiştir. Birinin ayağa kalkıp parmakları üzerinde durduğu جَذَا فُلًانٌ عَلَى أَطْرَافِ أَصَبِعِه ifadesiyle anlatılır. Kenenin deveye sıkıca yapışması için جَذَا الْقُرَادُ فِي جَنْبِ الْبَعِيرِ denilir (İbn Fāris, Mucmelu’l-Luġa, 1/181; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 90; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/129; el-Kebīsī, Mevsūʿa, 2/507; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 2/80).

Kur’an’da bir ayette (el-Ḳaṣaṣ 28/29) geçmektedir. Müfessirler, bu kelimeye “kor, köz, meşale, ucunda alevsiz ateş olan odun parçası, ucunda ateş olsun olmasın düz ve kalın odun parçası” manalarını vermişlerdir (Muḳātil, Tefsīr, 3/343; Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 18/240; Zemaḫşerī, el-Keşşāf, 4/498; ʾĀlūsī, Rūḥu’l-Meʿānī, 20/72).

EL-ḤARĪḲ | الْحَرِيقُ 

Sözlükte el-ḥarīḳ الْحَرِيقُ, “hararet ve alev ile bir şeyin görünümünde değişme meydana getiren ateş” olup “bir şeyi bir şeye sürtmek” anlamındaki حَرَقَ fiilinden türemiştir. “Bir şeyi eğelemek, dişleri birbirine sürtüp gıcırdatmak, iki şeyin birbirlerine sürtmesinden doğan ısı ve kıvılcım sonucu çıkan ateş” için kullanılır.  Bazı sözlüklerde ateşin bizzat kendisi/النَّارُ manası verilse de ḥarī aslında ateşin harlanması ve bir şeyi yakmasıdır. Bu yüzden  “kuvvetli ve harlı yanan, bir şeyi alevleri ile kuşatıp yakan ve onu yok eden ateşe” ḥarī denilir. Bu nedenle Araplar, وَقَعَ الْحَرِيقُ فِي مَوْضِعِ كَذَا “Şu yerde yangın çıktı.” derler (İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 1/519; İbn Fāris, Muʿcem, 2/43; el-Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 4/1457; ʿAskerī, el-Furūḳu’l-Luġaviyye, 311).

Kur’an’da beş yerde geçmektedir. Bu yerlerde عَذَابُ الْحَرٖيقِ terkibi içinde cehennemliklerin uğratılacağı yakıcı azabı ifade etmektedir. Bu azap, müfessirler tarafından “alev alev yanan, çok yakıcı ateş azabı” şeklinde açıklanmaktadır. Bazı müfessirlere göre ise el-ḥarî cehennem tabakalarından birinin ismidir (Ālu ʿİmrān 3/181; el-Enfāl 8/50) (Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 6/283; Māturīdī, Teʾvīlāt, 2/498; İbn ʿAṭiyye, el-Muḥarraru’l-Vecīz, 2/434).

ES-SAʿĪR | السَّعِيرُ 

Sözlükte es-saʿīr السَّعِيرُ kelimesinin kökü سَعَرَ aslen bir şeyin tutuşarak alevlenmesi, ateşin yakılarak alevinin harlanması ve yükselmesidir. Saʿīr ise “ateş ve ateşin şiddetlenmesi” anlamlarına gelmektedir. Rāzī, Arapların سَعَرَتِ النَّارُ فَهِيَ مَسْعُورَةٌ وَسَعِيرٌ  “Ateş cayır cayır yandı. O, çılgınca yanan bir ateştir.” dediklerini nakletmiştir. Bunun yanı sıra mecazen savaşın kızışması ve şiddetlenmesini de ifade etmektedir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 2/247; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 2/87; İbn Fāris, Muʿcem, 3/75; el-Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 2/684; Rāzī, Mefātīḥu’l-Ġayb, 9/209; 30/62).

Kur’ân’da 16 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu anlamlara gelmektedir: 1. Cehennem ateşini alevlendirmek, tutuşturmak, harlatmak (et-Tekvīr 81/12). 2. Cehennemin bir adı veya tutuşturulmuş, alevli ateş (Ālu ʿİmrān 3/181; el-Burūc 85/10). Müfessirler, “alevli cehennem ateşi, mahiyeti belirsiz bir ateş, şiddetinin ne kadar büyük olduğunu Allah’tan başka hiç kimsenin bilemediği bir ateş” manalarını vermişlerdir (Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 6/456; Zemaḫşerī, el-Keşşāf, 2/32).

EŞ-ŞUVĀẒ | الشُّوَاظُ 

Sözlükte  eş-şuvāẓ الشُّوَاظُ kelimesinin temel manası ateşten veya güneşten kaynaklanan şiddetli sıcaklık ve alevdir. Dumanı olmayan alev, kuvvetli bir ateşin üstünde uzayan şûleye şuvāẓ denilmektedir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 2/366; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 2/869; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 11/399; İbn Fāris, Muʿcem, 3/228). 

Kur’an’da bir yerde (er-Raḥmān 55/35) geçmektedir. Müfessirler bu kelimeye “yalaz, dumansız saf alev, yanan odundan çıkan duman ile karışık ateş” şeklinde mana vermişlerdir (Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 22/222-223; Zemaḫşerī, el-Keşşāf, 6/14; İbn ʿAṭiyye, el-Muḥarraru’l-Vecīz, 8/173; Rāzī, Mefātīḥu’l-Ġayb, 29/115).

EL-ḲABES | الْقَبَسُ 

Sözlükte el-ḳabes اَلْقَبَسُ “alev ve meşale” demek olup “ateşten bir parça almak” anlamındaki قَبَسَ kelimesinden türemiştir. Birinden bir kor parçası istemeyi anlatan اِقْتَبَسَ fiili sonradan istiare yoluyla “ilim talep etmek, istifade etmek, faydalanmak” manasında da kullanılmıştır. Ḳabes, başka bir yerde ateş yakmak isteyen kişinin yanan bir ateşten aldığı alevsiz yanmış odun parçasıdır. اِقْبِسْ لِي نَارًا “Bana ateşten bir kor parçası ver.” demektir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 3/352; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 1/338-339; İbn Fāris, Muʿcem, 5/48; el-Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 3/960).

Kur’an’da türevleriyle üç yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu anlamlara gelmektedir: 1. Kor haline gelmiş odun parçası, ateşten bir köz (Ṭā-Hā 20/10; en-Neml 27/7) 2. Bir şeyden almak, faydalanmak (el-Ḥadīd 57/13). Māturīdī, bir ateşe ḳabes denilebilmesi için onun bir yerden başka bir yere götürülmüş/götürülebilir olması gerektiğine vurgu yapmıştır (Māturīdī, Teʾvīlāt, 10/358; Zemaḫşerī, el-Keşşāf, 4/432; Ḳurṭubī, el-Cāmiʿ, 16/102).

EL-ḲADḤ | الْقَدْحُ 

Sözlükte el-ḳadḥ  اَلْقَدْحُ “çıngı çıkarmak, kıvılcım saçmak, kıvılcım çıkarmak için bir şeyi taşa sürtmek, çakmağı çakmak yani demiri veya taşı çakmak taşına vurup ateş yakmak” manalarına gelmektedir. Kendisinden türediği قَدَحَ fiilinin “bir kişiyi hicvetme” ve “bir şeyi avuçlama” şeklinde iki temel anlamı vardır. مِقْدَحَةٌ “çakmak, çakmak taşı veya çakmak demiri”; قَدَحٌ “su içilen kap, bardak, kadeh” için kullanılır. Nitekim قَدَحَ الزَّنْدَ وَقَدَحَ المِقْدَحَةَ “Çakmağı çaktı.” diye söylenir  قَدْحٌ وقَدَّاحٌ  ise “birbirine sürtmek suretiyle ateş yakılan taş, çakmak taşı” demektir (İbn Fāris, Mucmelu’l-Luġa, 5/67; el-Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 1/394; İbn Sīde, el-Muḥkem, 2/569; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 2/55).

Kur’an’da bir yerde (el-ʿĀdiyāt 100/2) geçmektedir. Bu yerde deve veya atların kayalık araziden hızlıca koşarken nallarından çıkardıkları kıvılcımı ifade eder (Rāzī, Mefātīḥu’l-Ġayb, 32/65).

EL-LEẒA | اللَّظَى 

Sözlükte el-leẓa اللَّظَى “şiddetli alev, saf alev” demektir. Buradan hareketle Cehennem’e de isim olmuştur. لَظَى fiili “somut ve soyut anlamda alevlenmek” manasındadır.  Somut olarak ateşin alevlenmesini; soyut olarak da insanın öfkelenerek şiddetli bir biçimde kızmasını anlatır. Nitekim قَدْ لَظِيَتِ النَّارُ “Ateşin alevi kızıştı.” denilir. تَلَظَّى ateşin çokça alevlenmesini anlatır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 4/87; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 2/935; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 14/395; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 10/41).

Kur’an’da iki yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu iki manaya gelmektedir: 1. Alevli bir ateş; kızışan, alevlenen bir ateş (el-Meʿāric 70/15) 2. Ateşin alev alev yanması (el-Leyl 92/14) (Vāḥidī, et-Tefsīru’l-Basīṭ, 24/86; Zemaḫşerī, el-Keşşāf, 6/207; Ḳurṭubī, el-Cāmiʿ, 22/329).

EL-LEHEB | اللَّهَبُ 

Sözlükte el-leheb اَللَّهَبُ “dumansız alev, ateşin yükselerek alev alev yanması, ateşin üstünde hareket eden kısım, duman, toz” manalarına gelmektedir. لَهَبَ fiilinin temel manası, ateşin şûlesinin yükselmesidir. اِلْتَهَبَ النَّارُ cümlesinde bu mana vardır. Herhangi bir şeyin ışığının yükselmesi ve etrafına kuvvetli bir aydınlık vermesi bu kelime ile ifade edilir. Susamış kişiye susuzluktan içi yandığı için mecaz yoluyla اللَّهْبَانُ denilmiştir. Hızlı koşan at için de فَرَسٌ مُلْهِبٌ ifadesi söylenir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 4/104; İbn Fāris, Muʿcem, 5/214; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 454). 

Kur’an’da üç yerde (el-Mürselāt 77/31; et-Tebbet 111/1, 3) geçmektedir. Bu üç yerde “alev” anlamında olup müfessirler “dumansız alev; alevi yükseğe çıkan ateş, büyük ateş, harlı ateşin üzerindeki kırmızı, sarı veya yeşil renkli alev” manalarını vermişlerdir (Muḳātil, Tefsīr, 4/904; Beġavī, Meʿālimu’t-Tenzīl, 8/582; Ḳurṭubī, el-Cāmiʿ, 21/508; Ebu’s-Suʿūd, İrşād, 5/588).

EL-MĀRİC |  الْمَارِجُ 

Sözlükte “parlak ve yükselen alev; dumansız kuvvetli alev” manasına gelen el-māric الْمَارِجُ kelimesinin türediği مَرَجَ fiilinin temel anlamı iç içe geçmek ve karışık olmaktır. Nitekim مَرَجَ أَمْرُهُمْ cümlesinde bu anlam vardır. Ateşin üzerinde birbirine karışan ve dağılan alevlerin oluşturduğu ışık için de el-māric kullanılır. Hayvanların karışık bir şekilde otladığı meraya اَلْمَرْجُ; yüzüğün parmaktan çıkarılmasına مَرَجَ الْخَاتَمُ فِي الإِصْبَعِ; karışıklık ve dağınıklık ifade eden durumlara أَمْرٌ مَرِيجٌ; iç içe geçmiş dallara غُصْنٌ مَرِيجٌ denir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 4/130; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 11/71; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 7/103; İbn Fāris, Muʿcem, 5/315).

Kur’an’da altı yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu anlamlara gelmektedir: 1. Karıştırmak  (el-Furḳān 25/53; er-Raḥmān 55/19). 2. Yalın bir alev (er-Raḥmān 55/15). 3. Karmaşık iş, ihtilaf (Ḳāf 50/5). 4. Mercan (er-Raḥmān 55/58) (Muḳātil, Tefsīr, 4/197; Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 22/194-197; Māturīdī, Teʾvīlāt, 14/263; Ḳurṭubī, el-Cāmiʿ, 20/126).

EN-NĀR | اَلنَّارُ

Sözlükte en-nār اَلنَّارُ “alev, ateş ve ışık” anlamında olup نَارَ fiilinden türemiştir. Bu fiil “aydınlatma, titreme ve süreksizlik” şeklinde üç temel manaya delalet etmektedir. İbn Fāris, buradan yola çıkarak اَلنُّورُ ve اَلنَّارُ kelimelerinin bu kökten gelmesini, her ikisinin de aydınlatma ve titreyip hızlı hareket etme özelliğiyle ilişkilendirmektedir. أَنَارَ الْمَكَانَ cümlesi “Mekânı aydınlattı, mekânın karanlığını giderdi.” anlamındadır. Nār, kendisinde hem somut hem de soyut olarak şiddetli bir ısı ve sıcaklığın bulunduğu şeydir. “Ağacın çiçeği” anlamındaki نَوْرُ الشَّجَرِ ifadesinde çiçek nūra benzetilmiştir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 4/276; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 15/230; İbn Fāris, Muʿcem, 5/368; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 508).

Kur’an’da 145 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu anlamlara gelmektedir: 1. Cehennem ateşi (el-Bakara 2/24; el-Hac 22/72) Kelime bu anlamda 118 yerde  geçmektedir. Ṭaberī’ye göre nār, alevli veya alevsiz her tür ateşi ifade eden bir cins isimdir. Zemaḫşerī’ye göre ise ışık saçan, yanıcı ve yakıcı latif bir cevherdir. 2. Duyu organları ile algılanan doğal ateş (Ālu ʿİmrān 3/183; el-Vâkıa 56/71). 3. Mecazî olarak savaş ateşi yakmak (el-Mâide 5/64) (Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 6/283; Zemaḫşerī, el-Keşşāf, 1/192; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 508; Rāzī, Mefātīḥu’l-Ġayb, 2/82).

EN-NUḤĀS | اَلنُّحَاسُ

Sözlükte en-nuḥās اَلنُّحَاسُ “dumansız alev” demektir. “Uğursuz olmak, mutsuz olmak” anlamındaki نَحَسَ fiilinden türemiştir. Ayrıca bu kelimeye zarar verici, tozlu, çok sıcak ve dumanlı esen rüzgâr; altın, gümüş ve bakır gibi cevherler; köz ve ateş; bir şeyin temeli ve tabiatı gibi manalar verilmiştir. Ufuk çizgisinin kızarması ve uğursuzluk, mutsuzluk için النَّحْسُ kullanılır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 4/199; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 1/536; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 4/320; İbn Fāris, Muʿcem, 5/401; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 485).

Kur’an’da üç yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu anlamlara gelmektedir: 1.  Duman,  (er-Raḥmān 55/35) Müfessirler bu kelimeye “bakır, bakır eriyiği, ateşte eriyen madenî alaşım” manalarını da vermişlerdir. 2. Uğursuz (Fuṣṣilet 41/16; el-Ḳamer 54/19) (Muḳātil, Tefsīr, 4/200; Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 22/224-226; Māturīdī, Teʾvīlāt, 14/273-274; Zemaḫşerī, el-Keşşāf, 6/14; Rāzī, Mefātīḥu’l-Ġayb, 29/115).

KARŞILAŞTIRMA

el-Ceẕve, el-ḥarīḳ, es-saʿīr, eş-şuvāẓ, el-ḳabes, el-ḳadḥ, el-leẓa, el-leheb, el-māric, en-nār, en-nuḥās ateş manası bakımından yakın anlamlı olsa da kelimelerin arasında bazı farklar vardır. Nār genel olarak ateşi ifade eden bir cins isimdir. Bu ateşin, bir şeyi yakması hâli ise ḥarīḳ diye isimlendirilir. Ḥarī, bir şeyi alevleriyle kuşatan ve onu yok eden ateş  ve yangındır. Dolayısıyla ḥarī, nārın yakıcılık özelliğiyle ilişkilidir. Saʿīr ise tutuşmuş alevli/yakıcı ateştir. Bu nedenle فِي الْعُودِ نَارٌ “Odunda ateş var.” denilir fakat فِي الْعُودِ سَعِيرٌ denilmez. Aynı şekilde وَقَعَ الْحَرِيقُ فِي مَوْضِعٍ كَذَا “Şu yerde yangın çıktı.” söylenir fakat bu ifadede ḥarīḳ yerine saʿīr getirilmez. Çünkü sa‘īr kelimesi, ḥarīḳ ile anlatılmak istenen durumu ifade etmez. Ayrıca فِلَانٌ مُسْعِرُ حَرْبٍ “Filan kişi savaşı körüklemektedir.” cümlesinde müsʿīr yerine muḥrīḳ “yakan” kullanılmaz. Ḳabes ile ceẕve “kor parçası” demektir. Fakat ceẕve, bunun bir müddet geçtikten sonra ısısı  azalan köz haline; ḳabes ise alınarak başka bir yere götürülen kor parçasına denilir. Leheb ateşin üzerinde uzayan alev; şuvāẓ dumansız alev;  leẓa şiddetli ve halis alev; māric ise dumansız ve kuvvetli bir ateşten yükselerek birbirine karışan alev demektir. Nuḥās alevsiz olarak içten içe yanan bir maddeden çıkan dumana verilen bir ad iken,  ḳadḥ ise ateş yakmak için bir şeyi taşa, demire veya başka bir sert cisme vurarak elde edilen kıvılcım” manasına gelmektedir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 2/366; Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 6/283; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 2/869; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 11/399; ʿAskerī, el-Furūḳu’l-Luġaviyye, 311; İbn Sīde, el-Muḥkem, 7/538, 8/115; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 454; Ḳurṭubī, el-Cāmiʿ, 5/444).

İlişkili Maddeler