Bağırmak - Seslenmek

جَهَرَ | صَرَخَ | نَادَى | نَعَقَ

Müellif: Davut Ağbal
Yayınlanma Tarihi: 07.07.2022            

CEHERA | جَهَرَ 

Sözlükte “ortaya çıkmak, sesli bir şekilde konuşmak, sesini yükseltmek ve ilan etmek” anlamlarına gelmektedir. اِجتَهَرَ الْقَوْمُ فُلَانًا ifadesi bir topluluğun bir kişiyi açıktan görmesi manasındadır. كَلَامٌ/صَوْتٌ جَهِيرٌ ise yüksek ses demektir. جَهَرْتُ الْبِئْرَ su kuyusundaki çamuru çekip saf suyun kalmasını ve suyun açığa çıkmasını sağlamaktır. رَجُلٌ جَهِيرٌ veya امْرِأَةٌ جَهِيرَةٌ güzel görünüşlü erkek ve kadın anlamındadır. جَهَرَتْهُ الشَّمْسُ Güneş’in gözü kamaştırması; أجْهَرُ/جَهْرَاءُ ise Güneş’in ışığından gözü kamaşıp görmeyen keçi ve koyun için kullanılmaktadır. جَهَرْتُ/أَجْهَرْتَ/اِجْتَهَرْتُ الجَيْشَ şeklindeki ifadeler ordunun, konuşan kişiye çok göründüğünü anlatır. (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/269; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 1/467-468; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 6/48-49; el-Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 2/618-619; el-Kebīsī, Mevsūʿa, 2/749)

Kur’an’da türevleriyle birlikte 15 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu anlamlardadır: 1. Ortaya çıkmak, göze görünmek, bir işi açıktan yapmak (el-Baḳara 2/55; en-Naḥl 16/75). 2. Sesi yükseltmek, açıktan söylemek (Nūḥ 71/8; er-Raʿd 13/10). (ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 101; Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 2/404; Mīḳātī v.dğr, el-Ḳuṭūf, 157-158)

ṢARAḪA | صَرَخَ

Sözlükte ṣ-r-ḫ “bir korku ve musibet anında yardım istemek için şiddetli bir şekilde bağırmak” anlamındadır. Iṣṭaraḫa اِصْطَرَخَ “bağırmak veya karşılıklı bağrışmak”tır. أَصْرَخَ yardım etmek, اِسْتَصْرَخَ yardım istemektir. مُصْرِخٌ yardım eden; مُسْتَصْرِخٌ yardım talep eden demekken صَرِيخٌ ve صَارِخٌ kelimelerinin her ikisi de hem korkup yardım isteyen hem de yardım eden anlamında kullanılmaktadır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 2/389; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 4/245-246; el-Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 1/426; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/543).

Kur’an’da türevleriyle birlikte dört yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu anlamlardadır: 1. Feryat ederek yardım istemek (el-Ḳaṣaṣ 28/18; Yā-Sīn 36/43). 2. Bağrışmak (Fāṭır 35/37). 3. Kurtarmak, yardım etmek (İbrāhīm 14/22) (Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz, 2/330; el-Kebīsī, Mevsūʿa, 7/102; Mīḳātī v.dğr, el-Ḳuṭūf, 565-566; Yesūʿī, Ferāʾidu'l-Luġa, 169)

NĀDĀ | نَادَى 

Sözlükte nādā نَادَى “toplanmak, bir araya gelmek” anlamındaki n-d-v kökünden gelmektedir. النَّادِي toplantı yeri; النَّدْوَةُ Ay’ın etrafındaki hâle; نَدْوَةُ الْإِبِل ise develerin su içtikleri mekanı ifade etmektedir. Hâşimoğullarının bir sorunla karşılaştıklarında bir araya gelerek oturup konuştukları ve Mekke’de bulunduğu rivayet edilen eve de دَارُ النَّدْوَة adı verilmiştir. Bir musibet sebebiyle insanların birbirini çağırması anlamıyla irtibatlı olarak نَوَادِي الدَّهْر ifadesi “felaket” anlamında kullanılmaktadır. Nādā ise “yüksek sesle davet etmek, toplantı yerine çağırmak, övünmek, birlikte oturmak” demektir. نَدَى الصَّوتِ sesin gittiği mesafenin uzunluğunu anlatır. هُوَ أَنْدَى صَوْتًا مِنْهُ cümlesi bir kimsenin sesinin diğerinden daha uzağa gittiğini dile getirme amacıyla yapılan bir karşılaştırmadır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 4/208; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 9/363-364; İbn Fāris, Muʿcem, 5/411-412; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 2/260; Yesūʿī, Ferāʾidu'l-Luġa, 351).

Kur’an’da türevleriyle birlikte 50 ayette geçmektedir. Bu yerlerde şu anlamlardadır: 1. Seslenmek, bağırmak (el-Baḳara 2/171; el-Aʿrāf 7/43, 44, 48, 50). 2. Dua etmek (Meryem, 19/3; Ṣād 38/41). 3. Toplantı mahalli, meclis (Meryem 19/73). 4. Yardım talep eden bağrışmalar sebebiyle kıyamet günü (يَوْمُ التَّنَادِ) (el-Müʾmin 40/32). 5. Taraftar, yandaş (el-ʿAlaḳ 96/17). Ancak Dāmeġānī bu kelimenin türevleri için “ezan, dua etmek, konuşmak, emretmek, sûra üflemek, kıyamette hesaba çekmek ve yardım talep etmek” şeklinde yedi anlamdan söz etmiştir. (Dāmeġānī, Ḳāmūs, 450-451; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 486-487; Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 5/32-34; Mīḳātī v.dğr, el-Ḳuṭūf, 1023).

NAʿAḲA | نَعَقَ

Sözlükte naʿaḳa نَعَقَ “Çobanın koyunları engellemek için bağırması” manasındadır. Bunun yanı sıra karganın çıkardığı ses için de kullanılmaktadır. Zemaḫşerī’ye göre “müezzinin seslenmesi” demektir. النَّاعِقَانِ ise adını ikizler burcunun sol ayak ve sağ omzunda bulunan en parlak iki yıldızından almaktadır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 4/243; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 1/185; İbn Fāris, Muʿcem, 5/445; el-Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 4/1559-1560; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 2/286; Yesūʿī, Ferāʾidu'l-Luġa, 419)

Kur’an’da sadece bir ayette geçmekte olup “çobanın sürüsüne seslenmesi” anlamındadır. Bu ayette çoban gerçeğe çağıran bir peygambere, koyunlar da bu peygamberin çağrısını anlamayan ve ona karşılık vermeyen kafirlere benzetilmiştir (el-Baḳara 2/171) (ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 499; Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 5/86; Mīḳātī v.dğr, el-Ḳuṭūf, 1052-1053).

KARŞILAŞTIRMA

Cehera, ṣaraḫa, nâdâ, naʿaka “seslenmek, bağırmak” manasını ifade etme bakımından yakın anlamlı olsalar da bu kelimelerin arasında bazı farklar vardır. Cehera genel bir kullanıma sahip olup açıktan söyleme ve bağırma anlamını içerir. Ses ve ses haricindeki olgularla kullanılabilir. Ancak diğer sözcükler sadece sesle ilgili kelimelerdir ve daha hususi durumlara atıfta bulunur. Nitekim nādā sözcüğünde muhatabı toplantıya, bir arada oturmaya çağırma söz konusu iken ṣaraḫa bir sıkıntı ve zorlukla karşılaşan kişinin yüksek sesli yardım çağrısı ve imdat talebidir. Naʿaka ise koyunların dağılıp gitmesini engellemek için çıkarılan sestir. Diğerlerinden farklı olarak nādā çağrının sürekliliğine ve mesafesinin uzaklığına işaret etmektedir. Nādā çağrı anlamı içerecek bütün lafızlarla yapılabilen bir seslenmedir. Ne var ki bazı kaynaklarda bunun nida harfleriyle yapılan seslenmelere özgü olduğu belirtilmiştir. Bu son özelliğiyle nādā diğer kelimelerden ayrışır. Naʿaka özellikle hayvanlara seslenmek olup onların arazide başıboş bir şekilde gitmemeleri amacıyla çoban tarafından çıkarılan seslerdir. Bu seslerin anlamlı bir tümceden oluşması gerekli görülmez. Halbuki nâdâ ve ṣaraḫa insanlara yönelik bir seslenme olup anlamlı bir mesaj içermesi gerekir. (Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 2/151-152; 6/270-271; 12/77-78; 12/192; el-Kebīsī, Mevsūʿa, 2/748-749; Ṣaʿīdī, el-İfṣāḥ,107)