EMELE | أَمَلَ
Sözlükte emele أَمَلَ “beklemek, arzu etmek, ümit etmek, gözetlemek” anlamındadır. Nitekim bir kimse bir beldeye yolculuk etmeye karar verdiğinde henüz oraya ulaşmadığı için أَمَلْتُ الْوُصُولَ “Beldeye ulaşmayı amaçladım, arzu ettim.” diye söyler. اَلْأَمَلُ daha çok elde edilmesi uzak bir ihtimal olan beklentiyi anlatır. Bu kökün iki temel anlamı vardır: İlki تَثَبُّتٌ/sabit kalmak ve اِنْتِظَارٌ/beklemek; ikincisi ise bir hat üzerinde çizgi halinde birbirinden ayrışarak oluşan kum yığınıdır. Her iki anlam da beklemekle ilişkilidir. تَأْمِيلٌ mübalağa ve çokluğu ifade eder ve تَأَمَّلْتُ الشَّيْءَ cümlesi, bir işin sonucunu derinlemesine ve detaylarına varıncaya kadar iyice düşünmeye ve tedebbür etmeye işaret eder. أَمِيلٌ genişliği bir millik mesafede olan rüzgarın savurması ile yeniden birleşebilecek nitelikteki yüksek kum yığınlarına denir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/86; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 1084; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 15/395; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 10/358; İbn Fāris, Muʿcem, 1/140; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 4/1627).
Kur’an’da iki yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Boş ümit, kuruntu (el-Ḥicr, 15/3). 2. Gerçekleşme ihtimali olan arzu, beklenti (el-Kehf, 18/46).
EMME | أَمَّ
Sözlükte emme أَمَّ “yönelmek, önde(r) olmak” anlamındadır. Kök anlamındaki yöneliş bir açıdan isteme ve arzu etmeyle ilişkilidir. Nitekim bir şey, kendisine teveccüh gösterilen ve insanların alıp kabul ettiği bir durumda ise هَذَا أَمْرٌ مَأْمُومٌ يُؤْخَذُ بِهِ denilir. Bir devenin başı çekerek bir yöne gitmesini diğer develer takip ettiğinde başı çeken deve için مِئَمَّةٌ, insanlara yol gösterip önderlik eden kimse için ise رَجُلٌ مِئَمٌ tabirleri kullanılmaktadır. شَجَّةٌ آمَّةٌ وَمَأْمُومَةٌ başın yarılıp beynin hasar görmesini anlatır. Bu kullanım kelimenin bir birini takip etme anlamıyla ilişkilidir. Zira baş vücudun en önemli uzuvlarından biridir. Yarılması tehlike sinyali olup ölüme yöneliş ve yaklaşma işareti kabul edilir. Aslı تَأَمُّمٌ olup ibdal geçirerek تَيَمَّمَ şeklini alan fıkhi terimde de abdest için toprağa yönelme anlamı vardır. Aynı kökten gelen birçok sözcük de yine yönelmek temel anlamıyla ahenkli bir anlam ilişkisi içerisindedir. Bir şeyin, varlığına temel teşkil eden bütün hususlar için اَلأُمُّ kelimesi kullanılmaktadır. Tüm organların yönetim merkezi olan beyin أُمُّ الرَّأْسِ; şehirlerin merkezi kabul edildiği için Mekke أُمُّ الْقُرَى; Kitāb’ın özünü ve temel mesajını sunan Fātiḥa suresi ise أُمُّ الْكِتَابِ diye isimlendirilmiştir. Bir inanca ya da zamana nispetle topluluğa أُمَّةٌ; liderliğe nispetle önder kimseye إِمَامٌ; mekana nispetle ön tarafa أَمَامَ; soya nispetle boy ve nesebe أَمَةٌ kullanımları kelime kökünün anlam özelliğini yansıtır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/87; İbn Fāris, Muʿcem, 1/30; Sāhib b. Abbād, el-Muhīt, 10/461).
Kur’an’da 119 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Ön taraf (el-Ḳıyāme 75/5). 2. Önder (el-Baḳara 2/124). 3. Anne, süt anne (en-Nisā 4/23; Ṭā-Hā 20/40). 4. Asıl (Ālu ʿİmrān 3/7; ez-Zuḫrūf 43/4). 5. Topluluk, ümmet (el-Baḳara 2/134, 213). 6. Yönelen, isteyen, arzu eden (el-Māʾide 5/2). Kelime bu ayette Allah’ın rızasını talep ederek Mescid-i Haram’a yönelenlerin kastedildiği bir bağlamda geçmektedir. 7. Okuma yazma bilmeyen, ehl-i kitap haricindeki Araplar (Ālu ʿİmrān 3/ 75; el-Cumuʿa 62/2). 8. Varılacak yer (el-Ḳāriʿa 101/9). (Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz, 1/119; Kubeysī, Mevsūʿa, 8/110).
TEMENNĀ | تَمَنَّى
Sözlükte temennā تَمَنَّى “bir şeyi belirlemek ve yerine getirmek, meydana gelmesini arzulamak, istemek” manasına gelen مَنَى kökünden türemiştir. Nitekim مَنَى لَهُ الْمَانِي cümlesinden hükmün karara bağlanıp uygulanması anlaşılır. Keza اَلْمَنْيُ kaderi, اَلْمَنِيَّةُ takdir edilmiş eceli ve ölümü ifade eder. İnsanın yaratılışı kendisiyle belirlendiği için spermleri taşıyan yapışkan sıvıya ad olarak verilen اَلْمَنِيُّ bu kökten gelir. Kişinin menisi arzu ve şehvetle aktığında أَمْنَى denilir. Allah’ın kitabını arzulamak yani okumak, tilavet etmek manasında أَمْنَيْتُ الْكِتَابَ şeklinde bir kullanım da vardır. Çünkü tilavet de her bir ayeti yerli yerince okumak suretiyle belirleme ve tespit etmektir. Bu suretle Kur’an okuyan kimse, rahmet ayetini okurken bağışlanmayı, azap ayetini okurken azaptan korunmayı arzuladığı için tilavetle ilişkilendirilebilir. أُمْنِيَّةٌ insanın gerçekleşme ihtimali bulunmayan beklenti ve kuruntularıdır. Kelime, kişinin arzu ederek içinden geçirip tasarladığı bazı düşüncelerin her koşulda doğru olmaması sebebiyle “yalan” anlamı da taşır. مَنَّى فُلَانًا بِأَمْرٍ ifadesi kişinin bir şeyi kendisi için allayıp pullayarak süslemesini, ümniyye haline getirmesini ve onu arzulayıp temenni etmesini belirtir. اَلْمُنْيَةُ bir kimsenin temenni ettiği şeyler için, مِنَى ise Mekke’de gidilmesi arzu edilen yer olup orada kurban kanı akıtıldığı için buraya bu isim verilmiştir. (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 4/169; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 993; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 15/529, 531; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 10/416; İbn Fāris, Muʿcem, 5/276; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 6/2497; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 475; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 2/231).
Kur’an’da türevleriyle birlikte 21 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Arzu etmek, dilemek ve istemek (Ālu ʿİmrān 3/143; en-Necm 53/24). 2. Arzu, istek (el-Ḥacc 22/52). Bu ayette kelime, okuma ve söz olarak da tefsir edilmiştir. 3. Kuruntu, boş beklenti (en-Nisā/123; el-Baḳara 2/78). 4. Boş düşüncelere sevk etmek, yoldan çıkarmak (en-Nisā 4/119, 120). 5. Meni ( el-Ḳıyāme 75/37). 6. Akıtmak, dökmek (el-Vāḳıʿa 56/58). 7. Cahiliyye Araplarının taptığı Menât putu (en-Necm 53/20). (Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 11/201; Mīḳātī v.dğr, el-Ḳuṭūf, 1000; Kubeysī, Mevsūʿa, 11/216).
ḤARAṢA | حَرَصَ
Sözlükte ḥaraṣa حَرَصَ fiilinin biri “yarma, bölme”, diğeri ise “açgözlülük, tamah, bir şeyi tutkuyla arzulamak” olmak üzere iki temel anlamı vardır. Nitekim حَرَصَ الْقَصَّارُ الثَّوْبَ cümlesi kumaş ağartan kişinin elbiseyi parçalayıp kullanılamaz hale getirmesini anlatır. حَرَصَ الرَّجُلُ عَلَى الشَّيْءِ حِرْصًا cümlesi ise kişinin bir şeyi tutku ve hırsla istemesini ifade eder. İstekli, menfaati için karşısındakini koruyup kollayan ve birine düşkün kimse için حَرِيصٌ; yeri yaracak kadar şiddetli yağmur meydana getiren bulut için حَارِصَةٌ ya da حَرِيصَةٌ denilir. Ayrıca حَارِصَةٌ kumaş ağartıcının elbiseyi yıkarken yıpratması gibi deriyi bir miktar yarmak suretiyle özürlü hale getiren kişidir. Yine حَارِصَةٌ vücudun herhangi bir yerinde darbeden oluşan yara, حُرْصَةٌ ise yırtık, yara, yarık anlamlarına gelir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/305; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 1/513; İbn Fāris, Muʿcem, 2/40; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 3/1032; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/182).
Kur’an’da türevleriyle birlikte beş yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Temenni ve irade ederek istemek (en-Nisā 4/129; Yūsuf 12/103). 2. Hırslı, bir şeye düşkün olan, arzulu kişi (el-Baḳara 2/96; et-Tevbe 9/128). (Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 2/226; Kubeysī, Mevsūʿa, 3/162).
RACĀ | رَجَا
Sözlükte racā رَجَا birincisi “istemek, arzu etmek” ikincisi de “bir şeyin kenarı” olmak üzere iki temel anlama sahiptir. Nitekim رَجَوْتُ الْأَمْرَ cümlesi kişinin bir şeyi istemesini ifade eder. Kelime anlam genişlemesine uğrayarak “korkuyla/endişeyle istemek” manasında da kullanılmıştır. إِذَا لَسَعَتْهُ النَّحْلُ لَمْ يَرْجُ لَسْعَهَا cümlesinde arı tarafından sokulan kişinin artık arı sokmasından korkmayacağı anlatılır. Yine hayrı gözetleme ve meydana gelmesini beklemenin yanı sıra arzu edilen şeyin elde edilememesine yönelik bir korkuyu da içinde barındırmaktır. Kelime “dikkate almak” anlamını da taşır. مَا أَرْجُو “Onu dikkate almadım, önemsemedim.” demektir. Bu kullanım korkmak/endişelenmek anlamıyla yakından ilişkilidir. أَرْجَيْتُ الشَّيْءَ ise ertelemeye, geciktirmeye işaret eder. İsim olarak رَجَا ise özelde kuyunun kenarı, genelde de bütün nesnelerin kenarı, yanı manasına gelir. رَجَاءٌ mutluluğa vesile olacak bir durumun meydana gelmesini ummaktır. Devenin yavrulama vaktinin gelmesini anlatan أَرْجَتِ النَّاقَةُ cümlesi devenin sahibinin yavrunun doğacağı zamana dair umut beslemesine işaret eder (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 2/105; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 2/1039; İbn Fāris, Muʿcem, 2/494; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 6/2352; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 190).
Kur’an’da türevleriyle birlikte 28 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu mânalardadır: 1. Bir şeyin meydana gelmesini ümit etmek, beklenti içinde olmak (el-Baḳara 2/218; en-Nisā 4/104). 2. Korku ve endişe duymak, endişe içinde ümit beslemek (el-Kehf 18/110; en-Nebeʾ 78/27). 3. Yan, taraf (el-Ḥāḳḳa 69/17). 6. Geri bırakmak (el-ʾAḥzāb 33/51). 7. Geriye bırakılan (et-Tevbe 9/106) 7. Alıkoymak (el-ʾAʿrāf 7/11; ; eş-Şuʿarā 26/36). (Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 4/83; Mīḳātī v.dğr, el-Ḳuṭūf, 369; Kubeysī, Mevsūʿa, 5/93).
ṬAMİʿA | طَمِعَ
Sözlükte ṭamiʿa طَمِعَ “arzulamak, hırsla istemek, meyletmek, düşkün olmak, gönül vermek, ümit etmek” anlamındadır. Nitekim طَمِعَ فيِ الشَّيْءِ طَمَعاً denilmesi kalpte bir şeye karşı güçlü bir ümide; طَمُعَ الرَّجُلُ ve ماَ أَطْمَعَ فُلَانًا bir kişinin şaşılacak derecede hırslı ve arzulu oluşuna delalet eder. طَمَعٌ hem güzel ve hakkı olan bir şeye karşı hem de çirkin ve hakkı olmayan bir şeye karşı duyulan arzu ve istektir. رَجُلٌ طَمِعٌ/رَجُلٌ طَمَعٌ “hırslı kişi” demektir. Aşırı arzulu olmak ve isteklilik halini ifade etmek üzere مَطْمَعٌ ve kendine çok düşkün kadın için de اِمْرَأَة مِطْمَاعٌ kullanılır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 3/60; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 916; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 2/192; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 1/412; İbn Fāris, Muʿcem, 3/425; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 307; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/613).
Kur’an’da türevleriyle 12 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Arzulamak, hırsla istemek, ümit etmek (el-Baḳara 2/75; el-Māʾide 5/84). 2. Ümit (er-Rūm 30/24). (Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 7/141; Mīḳātī v.dğr, el-Ḳuṭūf, 631; Kubeysī, Mevsūʿa, 7/580).
ʿABEʾE / َعَبَأ
Sözlükte ʿabeʾe عَبَأَ “önem vermek, dikkate almak; hazırlamak” anlamına gelir. Nitekim bir şeye aldırış edilmediğinde مَا عَبَأَ بِهِ شَيْئًا denilmesi, sanki o şeyin/kişinin bir ağırlığı bulunmadığı için ona değer verilmemesine benzetilmiştir. Kokuyu hazırlamak عَبَأَتُ الطِّيبَ ve orduyu tertip ve teçhiz ederek sefere hazır hale getirmek عَبَّأَ الْجَيْشَ olarak dile getirilir. Maddî ve manevî her çeşit yük için عِبْءٌ kullanılır. Aba veya abiye gibi giyildiğinde bedene hem ağırlık hem de korunaklık veren giysiye عَبَاءَةٌ, gözü kamaştırıp göze ağırlık vererek görmeyi zorlaştırmasından dolayı gün ışığına عَبْءُ الشَّمْسِ, ağırlığından dolayı sorumluluk ve mesuliyete عَبْءٌ denilmesi yine bu anlamla ilişkili kullanımlardır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 3/82; İbn Fāris, Muʿcem, 4/215-216; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 1/61; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 320; Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 4/16).
Kur’an’da bir yerde geçmektedir. Bu yerde kulun imanı ve ibadeti bulunmasa Allah katında bir değerinin olmayacağı anlatılmaktadır (el-Furḳān 25/77). (Yezīdī, Mā İttefeḳa Lafzuhu, 223; Mīḳātī v.dğr, el-Ḳuṭūf, 652; Kubeysī, Mevsūʿa, 8/110).
VEDDE | وَدَّ
Sözlükte vedde وَدَّ “sevmek” anlamına gelir. Bir şey ya da kimse sevilip istenildiği ve arzu edildiği zaman وَدِدْتُهُ denilir. وُدٌّ muhabbete delalet eder ve sevgi anlamındaki مَوَدّةٌ kökünün sarih mastarıdır. “Temenni edip arzulamak” anlamında daha çok وَدَادَةٌ mastarı kullanılır. وَدِيدُ فُلَانٍ kişinin sevdiği ve arzuladığı kimsedir. وَدٌّ Cahiliyye’de bir putun adıdır. وِدٌّ ya da وَدِيدٌ ise âşık anlamına gelir. Vāv’ın her üç harekesi ile وُدٌّ - وَدٌّ - وِدٌّ şeklindeki kullanımlar arzu etmek ve sevmekle ilişkilidir. اَلْوَدُودُ ismi mübalağa olarak salih kullarını çok seven ve onlar tarafından da çok sevilen anlamında Allah’ın esma-i hüsnasındandır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 4/357; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 1/115; Ezherī, Tehẕību’l-Luġa, 14/234; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 9/396; İbn Fāris, Muʿcem, 6/75).
Kur’an’da türevleriyle 29 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Sevgi, muhabbet (en-Nisā 4/73; Meryem 19/96). 2. İstemek, arzu etmek (el-Baḳara 2/96, 105, 109; Ālu ʿİmrān 3/69). 3. Allah’ın ismi (Hūd 11/90; el-Burūc 85/14). 4. Cahiliyyedeki putun adı (Nūḥ 71/23). (Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 13/68; Kubeysī, Mevsūʿa, 12/235).
KARŞILAŞTIRMA
Emele, emme, temennā, ḥaraṣa, racā, ṭamiaʿ, ʿabeʾe ve vedde kelimeleri “arzu etmek” manası bakımından yakın anlamlı olsa da bu kelimelerin arasında bazı farklar vardır. Emele, gerçekleşmesi zor ve uzak görülen şeyleri istemektir. Bu özelliğiyle ṭamiaʿdan farklıdır. Çünkü ṭamiaʿ yakın zamanda gerçekleşecek bir durumu istemektir. Örneğin bir kimse bir yere yolculuk etmeye karar verdiğinde أَمَلْتُ الْوُصُولَ “Beldeye ulaşmayı amaçladım.” der. Ancak bu yolculuğun iyice yaklaşması hariç طَمِعْتُ fiiliyle cümleyi kurmaz. Emme kelimesi istenen ve arzu edilen bir şeye yönelme anlamı taşır. Temennā kişinin yapamayacağı bir şeyi istemesidir. Yine bu kökten gelen ümniye ise insanın gerçekleşme ihtimali bulunmayan beklenti ve kuruntularını anlatır. Ḥaraṣa, ṭamiaʿdan daha kuvvetli bir şekilde istek ve arzu duymaktır. Nitekim Hz. Peygamber’in insanların hidayetini daha fazla istemesi nedeniyle kendisine hitaben ḥaraṣa (en-Naḥl 16/37), müminlere hitap edilirken de ṭamiaʿ (el-Baḳara 2/75) kökünün kullanılması buna delalet eder. Racā hayrı istemek anlamının yanı sıra içinde korku manasını da barındırır. Kaybetmekten korku duyulan bir şeyi istemektir. Zira bir şeyi uman kimse umduğu o şeyi elde edememekten korku duyar. Dolayısıyla racā fiilinde süreklilik bulunmaz. Bir şeyden beklenti içinde olmak anlamındaki racā; emele ile ṭamiaʿ arasında bir manayı ifade eder ve bu üç kelime arasında diğerlerine göre daha fazla anlam yakınlığı söz konusudur. Dikkate değer bulmak anlamıyla ʿabeʾe istemek ve arzu etmekle de ilişkilendirilebilir. Çünkü bir kulun Allah katında değer görmesi, O’nun nezdinde arzu edilmesi anlamı taşır. Vedde bir şeye yönelik uzun müddet beklenti içinde olmaktan dolayı o şeye sevgi ve arzu duyarak onu istemektir. Burada arzu edilip istenen şey aynı zamanda bizatihi sevilen bir şeydir. Buradan hareketle vedde herhangi bir karşılık ve beklenti içermeyen bir arzulama hali olmasıyla da diğerlerinden ayrılır (Yezīdī, Mā İttefeḳa Lafzuhu, 223; Rāzī, Mefātīḥu’l-Ġayb, 3/143; Ebū Ḥayyān, el-Baḥru’l-Muḥīṭ, 5/344; Curcānī, Taʿrīfāt, 90; Fīrūzābādī, Beṣāʾir, 4/16; Munāvī, et-Tevḳīf, 62-63-109-336; Yesūʿī, Ferāʾidu'l-Luġa, 20; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 11/201; Kubeysī, Mevsūʿa, 1/394, 3/162, 12/235).
أَمَلَ | أَمَّ | تَمَنَّى | حَرَصَ | رَجَا | طَمِعَ | عَبَأَ | وَدَّ