Atmak

أَلْقَى | رَمَى | طَرَحَ | قَذَفَ | نَبَذَ

Müellif: Ali Karataş
Yayınlanma Tarihi: 09.04.2023            

ELḲĀ | أَلْقَى 

Sözlükte elḳā أَلْقَى kelimesinin kökü olan لَقِيَ “eğri olma; iki şeyin bir araya gelmesi, buluşması; atma” şeklinde üç temel manaya gelmektedir. Eğriliğe neden olan yüz felci için اَللَّقْوَةُ; yüz felci geçirmiş birisine رَجُلٌ مَلْقُوٌّ; gagasının eğriliğinden dolayı da akbabaya الِلَّقْوَةُ denir. Bazı dilciler bu anlamı لَقَوَ köküyle ilişkilendirmiştir. لَقِيتُهُ لَقْوَةً ibaresi “karşılaşma ve bir araya gelme” manasını ifade eder. لِقَاءٌ hem “bir şeyi karşılama” hem de “birisiyle karşılaşma” demektir. لَقِيَ فُلاَنٌ خَيْراً وشَرًّا “Falan adam iyilik ve kötülükle karşılaştı.” cümlesinde olduğu karşılaşma mecazî manada da kullanılır. أَلْقَيْتُهُ “Onu attım.” ve اَلْقِهِ مِنْ يَدِكَ ise “Onu elinden at.” anlamındadır. Ayrıca “Ona sevgimi verdim.” manasındaki َاَلْقَيْتُ اِلَيْهِ الْمَوَدَّة  cümlesinde  elḳā  mecaz bildirir. Araplar Kâbe’yi tavaf etmek için geldiklerinde üzerlerinde bulunan kıyafeti çıkarıp atarlar ve Allah’a isyan ettikleri bu elbiseyle tavaf yapmazlardı. Bu elbise اَلْمُلْقََى diye isimlendirilmiştir (İbn Fāris, Muʿcem, 5/260-261; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 6/2484; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 453; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 10/253). 

Kur’an’da türevleriyle 146 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Sihir yapmak (el-Aʿrāf 7/115). İbn ʿĀşūr’a göre o dönemde sihir çoğunlukla eldekinin yere atılmasıyla icra ediliyordu. 2. Şeytanın vesvese vermesi (el-Ḥacc 22/52). 3. Yerleştirmek (en-Naḥl 16/15). Bu ayette dağların yeryüzüne dikilmesinden bahsedilmektedir. 4. İndirme (el-Müʾmin 40/15). 5. Cehenneme atma/girdirme (Fuṣṣilet 41/40). 6. Oturtma (Ṣād 38/34). 7. Bildirme (en-Nisā 4/171). 8. Koyma, bırakma (Yūsuf 12/93). 9. Kura Çekme (Ālu ʿİmrān 3/44). 10. Sevgisini verme (Ṭā-Hā 20/39). 11. Öldükten sonra dirilme (Yūnus 10/7). 12. Karşılama, karşılaşma (el-Baḳara 2/14; el-Enfāl 8/45; el-Cumuʿa 62/8). 13. Vermek (Fuṣṣilet 41/35). 14. Ulaşmak (el-Ḳaṣaṣ 28/61). 15. Selam vermek (en-Nisā 4/94). 16. Karşı taraf, yön, -e doğru (el-ʾAʿrāf 7/47; el-Ḳaṣaṣ 28/22) (Dāmeġānī, Ḳāmūs, 418-419; İbn ʿĀşūr, et-Taḥrīr, 11/254; Berīdī - Ḍāliʿ, Mevsūʿatu’l-Vucūh ve’n-Neẓāʾir,  1180-1184).

RAMĀ | رَمَى

Sözlükte ramā رَمَى “elde bulunan nesneyi atmak” demektir. رَمَيْتُ الشَّيْءَ مِنْ يَدَىَّ “Elimdekini attım.” ve رَمَى السَّهْمَ عَنِ الْقَوْسِ ise “O, yayla oku attı.” cümlelerinde bu anlam vardır. Elde olup da atılan her şey için رَمِيٌّ ve ok için de اَلمِرْمَاةُ sözcüğü kullanılır. Bir şeyi başka bir şey üzerine atıp eklemek istiare yoluyla رَمَى عَلَى الْخَمْسِينَ şeklinde söylenir. Nitekim اَلرَّمَاءُ lafzı “artma/riba” manasındadır. Bu bağlamda Hz. Ömer لَا تَشْتَرُوا الذَّهَبَ بِالْفِضَّةِ إِلَّا يَدًا بِيَدٍ هَاءََ وَهَاءََ إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمُ الرَّمَاءَ “Elden ele ve peşin olarak verme dışında gümüş karşılığında altın almayın. Bunun, sizin için riba olmasından endişeleniyorum.” demiştir. Kinaye yoluyla “sövmek ve iftira atmak” anlamında kullanılır. رَمَى اللهُ لَهُ “Allah ona yardım etsin!” cümlesinde “dua” ve رَمَى اللهُ فِي يَدِهِ وَأَنْفِهِ وَغَيْرِ ذَلِكَ “Allah onun ya eline ya burnuna ya da başka bir yerine illet versin!” cümlesinde de “beddua” ifade etmektedir. Muṣṭafavī; atmanın kendini koruma, bir yere ulaştırma ve bir şeyi kötü bir şeye nispet etme maksatlı olabileceğini söyler (İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 2/805; İbn Fāris, Muʿcem, 2/435-436; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 6/2362; İbn Sīde, el-Muḥkem, 10/312; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 203-204; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/388; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 4/251).

Kur’an’da türevleriyle dokuz yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Birisine suç atmak (en-Nisā 4/112). 2. Ok atmak (el-ʾEnfāl 8/17).  3. Zina iftirasında bulunmak (en-Nūr 24/4). 4. Kıvılcım saçmak (el-Mürselāt 77/32).

ṬARAḤA|   طَرَحَ

Sözlükte ṭaraḥa   طَرَحَ “bir şeyi atıp kendinden uzaklaştırmak” demektir. طَرَحَ الشَّيْءَ cümlesi bu mananın yanı sıra binanın yüksekseltilmesini, طَرَّحَهُ تَطْريحاً ise çok fazla uzağa atmayı anlatmaktadır. اَلطَِرْحُ “atılmış ve kendisine ihtiyaç kalmamış değersiz şey”;  اَلطَّرَحُ “uzaklık”; الطُّرُوحُ “uzak mekân”; اَلطَّرُوحُ “oku şiddetli atan yay” anlamındadır (İbn Fāris, Mucmelu’l-Luġa, 1/596; İbn Fāris, Muʿcem, 3/455; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 1/386-387; İbn Sīde, el-Muḥkem, 3/236-237; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 9/240).

Kur’an’da bir yerde geçmektedir. Bu yerde “uzağa götürüp atmak” anlamındadır (Yūsuf 12/9). Hz. Yusuf’u kıskandıkları için kardeşleri onu uzak bir yere götürüp atmayı planlamışlardı. Böylece atıldığı bu yerde kimse onu bulamayacaktı. Ṭaraḥadan sonra onun atılacağı yeri ifade etme bağlamında أَرْضاً kelimesinin nekra olarak gelmesi, bu yerin Hz. Yusuf’un babası için meçhul bir yer olmasını anlatmaktadır (İbn ʿĀşūr, et-Taḥrīr, 12/223).

ḲAZEFE  | قَذَفَ 

Sözlükte ḳazefe قَذَفَ “hızlıca atmak” demektir. Nitekim قَذَفَ بِالْحِجَارَةِ قَذْفًا, bir kişinin elindeki taşı atmasını ve قَذَفَ فُلاَنٌ ise birisinin kusmasını anlatır. Atılan nesne اَلْقَذِيفَةُ, uzak olduğu için gidilemeyen şehir اَلْقَذُوفُ ve dağ tepelerinde olan yüksek kule de  اَلْقُذْفَةُ şeklinde isimlendirilir. “Namuslu bir kadına iftira etti/sövdü.” anlamındaki قَذَفَ الْمُحْصَنَةَ ifadesinde ḳazefe mecazî olarak “kötülemek ve dil uzatmak” manasında kullanılmıştır. Bu bağlamda اَلْقَذْفُ “sövmek”,  اَلتَّقَاذُفُ de “iki kişinin atışması” anlamındadır (İbn Fāris, Muʿcem, 5/68-69;  Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 4/1414; İbn Sīde, el-Muḥkem, 6/350).

Kur’an’da dokuz yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Zan ve tahmin ile konuşmak (Sebeʾ 34/53). Burada gayb hakkında konuşmak bir şeyi uzaktan atmaya benzetilerek bu konuşmanın delilsiz olduğuna dikkat çekilmektedir. 2. Koymak ve atmak (Ṭā-Hā 20/39, 87). Ṭā-Hā 20/39 ayetinde elinden gizli ve hızlıca bir şeyin atılması gibi Hz. Musa’nın bebekken annesi tarafından hızlıca tabuta konularak göle bırakılması belirtilmiştir. 3. Emretmek ve açıklamak (Sebeʾ 34/48).  Maverdî, bu ayetteki ḳazefe fiilinin “söylemek/konuşmak, vahyetmek ve atmak” şeklinde üç manasından bahsetmiştir. 4. Taşlamak (eṣ-Ṣāffāt 37/8). (Māverdī, en-Nuket, 4/457; Dāmeġānī, el-Vucūh ve’n-Neẓāʾir, 374; İbn ʿĀşūr, et-Taḥrīr, 16/216, 22/244).

NEBEZE | نَبَذَ

Sözlükte nebeze نَبَذَ “elde bulunan bir nesneyi öne ya da arkaya atmak” anlamındadır. Nitekim  نَبَذْتُ الشَّيْءَ cümlesinde bu mana vardır. Bir kadının evlilik dışı ilişkiden doğurduğu ve yola bırakıp terk ettiği bebeğe اَلْمَنْبُوذُ, değeri olmadığı için atılan her türlü nesneye ve az yağmura da اَلنَّبْذُ denir. نَبَذْتُهُ نَبْذَ النَّعْلِ الخَلِق  ifadesi kişinin, bir kimseyi yırtık ayakkabı gibi bir kenara atmasını anlatır. “Dediğimi yapmadı.” anlamındaki نَبَذَ أَمْرِي وَرَاءَ ظَهْرِهِ cümlesinde nebeze mecazî bir kullanımdır. اِنْتَبَذَ الرَّجُلُ cümlesi başkalarından ayrı ve yalnız yaşayan adamı belirtir (İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 1/306; İbn Fāris, Muʿcem, 5/380;  Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 2/571; İbn Sīde, el-Muḥkem, 10/83; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 480-481; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 2/241).

Kur’an’da 12 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Atmak (Ṭā-Hā 20/96; ez-Zāriyāt 51/40). 2. Anlaşmayı bozmak (el-Baḳara 2/100). 3. Dikkate almamak ve gereğini yapmamak (Ālu ʿİmrān 3/187; el-Baḳara 2/101). 3. Ayrılıp uzaklaşmak (Meryem 19/16, 22).

KARŞILAŞTIRMA

Elḳā, ramā, ṭaraḥa, ḳazefe ve nebeze “atmak” manası bakımından yakın anlamlı olsa da bu kelimelerin arasında bazı farklar vardır. Elḳā, bir şeyin üzerine başka bir şeyi atarak her ikisini bir araya getirmektir. Buradaki atma kişinin içinde bulunduğu bir mekânda elindeki şeyin yine aynı mekâna/yere atılmasıdır. Ramā, mutlak manada herhangi bir şeyi yüksekten atmaktır. Çoğunlukla gerçeğe aykırı iddiada bulunmak ve iftira etmek gibi çirkin şeyleri ortaya atmak için kullanılır. Ḳazefe, uzaktan kuvvetlice ve hızlıca atmak; ṭaraḥa, bir şeyi uzağa fırlatmaktır. Nebeze ise kendisine ihtiyaç kalmayan ve değeri kaybolan bir şeyi önüne ya da arkasına atmak manasında olduğu gibi genel manada atmak olup hoşa gitmeyen şeylerin atılmasını anlatmaktadır. Kur’an’da daha çok bir şeye önem vermeyip onu yapmama, terk etme ve sözünden dönme şeklinde bir bağlamda geçmektedir (İbn ʿĀşūr, et-Taḥrīr, 5/196, 11/254, 29/105, 30/540; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 4/253; Kubeysī, Mevsūʿa, 5/319). 

İlişkili Maddeler