Anlamak - Hissetmek

أَحَسَّ | اِسْتَنْبَطَ | أَوْجَسَ | شَعَرَ | عَثَرَ | فَقِهَ | فَهِمَ | وَعَى

Müellif: Davut Ağbal
Yayınlanma Tarihi: 19.01.2023            

ʾEḤASSE | أَحَسَّ

Sözlükte ḥ-s-s حَسَّ “ölüm veya benzeri bir yolla birisine galip olmak; (başkası tarafından) görünecek bir şekilde öldürmek, soğuğun zarar vermesi ve sıkıntı” anlamlarındadır. بَاتَ فُلَانٌ بِحَسَّةِ سَوْءٍ cümlesi “Geceyi zor ve sıkıntılı bir durumda geçirdi.” demektir. اَلْحِسُّ ise “loğusa kadınların rahimlerindeki hastalık yahut doğum sonrasındaki acı” manasındadır. Bununla irtibatlı olarak el-ḥissin şefkat ve merhameti dahi dile getirdiği görülmektedir. Ek olarak kelime, bir hareketin fark edilmesi için kullanılır. مَا سَمِعْتُ لَهُ حِسًّا وَلَا جِرْسًا “Onun ne bir hareketini ne de sesini işittim.” cümlesi bu hususa örnek teşkil etmektedir. Ayrıca el-ḥiss hem insanın ateşlenmeye ilk başladığı hem de ateş yanığının acı verdiği anı anlatmaktadır. Nitekim vücutlarının herhangi bir yeri ateşe maruz kalıp yandığında Arapların !حَسِّ حَسِّ dedikleri nakledilmektedir ki İslâm’ın ortaya çıktığı dönemde kişileri rahatsız eden durumlara karşı refleksif bir ifade olarak !حَسِّ يَا هَذَا denilmektedir. Sözcüğün أَحَسَّ şekli ise “görmek, bilmek, bulmak, hissetmek, farkına varmak” anlamlarındadır. ʾIṣfehānī bu fiilin gerçek anlamının duyu organlarıyla algılamak olduğunu belirtir. Bu bağlamda “Falan kişide bir şeyi gördüm/buldum.” anlamında أَحْسَسْتُ مِنْ فُلَانٍ أَمْرًا  diye söylenir. İnsanın beş duyusu اَلْحَوَاسُّ; kişinin yakınından geçen fakat kendisini görmediği hareketlerin sesi için de اَلْحَسِيسُ kelimesi kullanılır.  اَلتَّحَسُّسُ ise sormak, istemek ve haber almaya çalışmaktır (Ḫalîl b. Aḥmed, Kitâbu’l-ʿAyn, 1/316-317; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luğa, 1/97, 456; Ezherî, Tehẑîbu’l-Luğa, 3/405-410; Ṣâḥib b. ʿAbbâd, el-Muḥîṭ, 2/300-302; İbn Fâris, Muʿcem, 2/9-10; Ḥākīm et-Tirmizī, Taḥṣīlu Neẓāʾiri’l-Ḳurʾān, 121-122; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 116; Zemaḫşerî, Esâsu’l-Belâğa, 1/189).

Kur’an’da türevleriyle birlikte altı yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Öldürmek (Ālu ʿİmrān 3/152). 2. Anlamak, hissetmek ve görmek (Ālu ʿİmrān 3/52, el-Enbiyā 21/12). 3. Araştırmak, sormak (Yūsuf 12/87). 4. Gizli ses (el-Enbiyā 21/102) (Ḥīrī, Vucūhu’l-Ḳurʾān, 55; Dāmeġānī, el-Vucūh ve’n-Neẓāʾir, 1/127; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 116; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 2/254-257).

ʾİSTENBAṬA | اِسْتَنْبَطَ

Sözlükte n-b-ṭ نَبَطَ “kuyunun dibinden suyun çıkması” anlamındadır. اَلنَّبَطُ kuyudan yahut kayalardan süzülüp çıkan sudur. أَنْبَطَ/اِسْتَنْبَطَ الْمَاءَ suyu çıkarmak manasına gelmektedir. Daha genel anlamıyla أَنْبَطَ ve  اِسْتَنْبَطَ gizli bir şeyi açığa çıkarma eylemine işaret eder. Buradan hareketle istinbâṭ fakîh ile kullanıldığında içtihadı ve anlayışıyla gizli olan hükmü çıkarması demektir. اَلنَّبْطُ ve اَلنُّبْطَةُ atın koltuk altında bulunan ve kimi zaman karnına ve göğsüne doğru uzayan beyazlık demektir. عِلْكُ الْأَنْبَاطِ yaranın üzerine konulan yakı benzeri şeyleri anlatır. اَلنَّبْطُ / اَلنَّبِيطُ ise Irak bölgesinde yaşayan halklara verilen isimdir. Nitekim تَنَبَّطَ فُلَانٌ cümlesi bir şahsın kendisini Nabat halkına mensup kabul etmesini ifade eder. فُلَانٌ لَا يُنَالُ نَبَطُهُ tabiri ise mecaz anlamda olup şan ve şerefine ulaşılamayan kişiyi anlatır  (Ḫalîl b. Aḥmed, Kitâbu’l-ʿAyn, 4/184; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luğa, 1/362; Ezherî, Tehẑîbu’l-Luğa,3/370-372; Ṣâḥib b. ʿAbbâd, el-Muḥîṭ, 9/192-193; İbn Fâris, Muʿcem, 5/381; Zemaḫşerî, Esâsu’l-Belâğa, 2/243).

Kur’an’da bir yerde geçmektedir. Bu yerde (en-Nisā 4/83) hüküm çıkarmak anlamındadır. Ayette İslam toplumu içerisinde yayılan asılsız haberleri araştırmak ve olayın iç yüzünü bilenlere sormak gerektiğinden bahsedilmiştir (ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 481; Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz, 4/138; el-Kebīsī, Mevsūʿa, 11/284-286).

ʾEVCESE | أَوْجَسَ

Sözlükte el-vecs اَلْوَجْسُ “kalpteki korku ve gizli ses” demektir. أَوْجَسَ الْقَلْبُ gönle korkunun düşmesi; تَوَجَّسَتِ الْأُذُنُ kulağın korkulacak sesler duymasıdır. لَا أَفْعَلُهُ سَجِيسَ الْأَوْجَسِ “Onu asla yapmayacağım.” ifadesinde “zaman”; مَا ذُقْتُ عِنْدَهُ أَوْجَسَ “Onun yanında yemekten tatmadım.” cümlesinde ise أَوْجَسُ “yemek” anlamındadır. تَوَجَّسْتُ الطَّعَامَ وَالشَّرَابَ kullanımında kelime yiyecek ve içeceği azar azar tatmaya denk gelmektedir. أَوْجَسَ الشَّيْءَ cümlesi bir şeyi duyumsamayı yahut duymaya çalışmayı anlatmaktadır (Ḫalîl b. Aḥmed, Kitâbu’l-ʿAyn, 4/349; Ezherî, Tehẑîbu’l-Luğa,11/139-140; Ṣâḥib b. ʿAbbâd, el-Muḥîṭ, 7/146; İbn Fâris, Muʿcem, 6/87; Zemaḫşerî, Esâsu’l-Belâğa, 2/321).

Kur’an’da üç yerde geçmektedir. Bu yerlerde hissetmek anlamındadır. Kelime geçtiği yerlerin hepsinde korkuyla ilişkili olarak kullanılmıştır (Hūd 11/70; Ṭā-Hā 20/67) (el-Kebīsī, Mevsūʿa, 12/201-202).

ŞEʿARA | شَعَرَ

Sözlükte ş-ʿa-r شَعَرَ “bilmek ve bir şeyi öğrenmek” demektir. Bu kökten türeyen شَعْرٌ  “kıl, saç, işaret ve ilim” anlamlarına gelir. رَجُلٌ أَشْعَرُ “saçları ve vücut kılları uzun adam” için kullanılır. اَلشَّعَارُ ağaç; أَرْضٌ كَثِيرَةُ الشَّعَارِ  ağacı çok olan bölge ve رَوْضَةٌ شَعْرَاءُ ise bitkisi çok olan bahçedir. اَلشَّعْرَاءُ bir tür şeftali olup ona bu isim, üzerindeki tüyler sebebiyle verilmiştir. اَلشِّعَارُ bedene temas eden elbisedir. مَشَاعِرُ الْحَجِّ hac esnasında ibadet yapılan yerler; اَلشَّعِيرَةُ ise kurbanlık hayvandır. اَلْمَشَاعِرُ duyuları ifade etmektedir. Yine bu kökten gelen اَلشِّعْرَى Şîrâ Yıldızı olarak bilinen gök cisminin adıdır. Ek olarak اَلشِّعَارُ savaş esnasında ordudaki askerlerin birbirini tanıması için seslendiği parola/şiâr demektir. Bu kök anlamlarından biri olan bilmek ile ilişkili bir kullanımdır. Nitekim لَيْتَ شِعْرِي “Keşke bilseydim!” yani لَيْتَنِي عَلِمْتُ ifadesiyle karşılanmaktadır. Şaire bu ismin verilmesinde, onun başkasının akletmediği/düşünmediği ince bir manayı düşünmesinin etkili olduğu görülmektedir. شَعَرْتُ بِالشَّيْءِ “Bir şeyi hissettim/öğrendim”; أَشْعَرْتُ فُلَانًا شَرًّا “Falan kişiye şerri öğrettim.” demektir (Ḫalîl b. Aḥmed, Kitâbu’l-ʿAyn, 2/336-337; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luğa, 3/1263; İbn Fâris, Muʿcem, 3/193-194; Zemaḫşerî, Esâsu’l-Belâğa, 1/510).

Kur’an’da türevleriyle birlikte 40 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Hissetmek, farkına varmak (el-Baḳara 2/9, ez-Zuḫrūf 43/66). 2. Bildirmek, sezdirmek (el-Aʿrāf 6/109, el-Kehf 18/19). 3. Kıl (en-Naḥl 16/80). 4. Şiir ve şâir (Yā-Sīn 36/69, el-Enbiyā 21/5). 5. Düstur (el-Baḳara 2/158, el-Ḥacc 22/32). 6. Şîrâ Yıldızı (en-Necm 53/49). (Ḥīrī, Vucūhu’l-Ḳurʾān, 183; Dāmeġānī, el-Vucūh ve’n-Neẓāʾir, 1/130-131; ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 262).

ʿAŜERA | عَثَرَ

Sözlükte ʿa-ŝ-r عَثَرَ “ayağın bir nesneye takılarak sürçmesi” demektir. عَثَرَ الفَرَسُ “Atın ayağı sürçtü.” denilir. دَابَّةٌ عَثُورٌ ayağı sıkça takılıp sendeleyen veya düşen hayvan için kullanılır. عَثَرَ الرَّجُلُ ifadesi “Adamın ayağı sürçtü.” anlamında olabileceği gibi “Adam başkasının farkına varamadığı bir şeyi fark etti/sezdi/anladı.” şeklinde soyut bir manaya da gelebilir.  اَلْعِثْيَرُ “toz”; اَلْعَثِيرُ “gizli etki” demektir. مَا رَأَيْتُ لَهُ أَثَرًا وَلَا عَثِيرًا “Onun ne açık ne de gizli etkisini/izini görmedim.” cümlesindeki kullanımı bu son anlama örnek teşkil etmektedir. اَلْعَثَرِيُّ “yağmur” yahut “yağmur ve sel ile sulanan ekin” anlamındadır. Ekine bu ismin verilmesinin sebebi, bu şekilde suya maruz kalan tarlaya suyu çekmesi için bir çukur (اَلْعَاثُورُ) açılmasıdır. اَلْعَاثُورُ aynı zamanda kişinin hiç hesap etmediği zor bir duruma düşmesi için de kullanılır. Nitekim burada gece vakti yürüyen bir kişinin tarladaki suyu çekmesi için açılan kuyuyu fark etmeyip oraya düşmesinden istiare yapılmaktadır. Nitekim bu noktayla irtibatlı olarak اَلْعَاثُورُ kelimesinin hayvanlar için hazırlanan tuzak manası da bulunmaktadır. أَعْثَرَ عَلَى ise yol göstermektir (Ḫalîl b. Aḥmed, Kitâbu’l-ʿAyn, 3/96-97; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luğa, 1/421; Ezherî, Tehẑîbu’l-Luğa, 2/324-326; Ṣâḥib b. ʿAbbâd, el-Muḥîṭ, 2/5-6; İbn Fâris, Muʿcem, 4/228; Zemaḫşerî, Esâsu’l-Belâğa, 1/634).

Kur’an’da iki yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Anlamak, bilmek (el-Māʾide 5/107). 2. Bildirmek, haber vermek (el-Kehf 18/21) (ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 322; el-Kebīsī, Mevsūʿa, 8/136-138).

FEḲIHE | فَقِهَ

Sözlükte f-ḳ-h فَقِهَ “bir şeyi bilmek, idrak etmek, anlamak ve keskin zekalı olmak” demektir. أَفْقَهَ açıklamak, öğretmek; تَفَقَّهَ bir meseleyi zorlanarak veya aşama aşama bilmeye işaret etmektedir. اَلْفِقْهُ Bir şeyin yardımı ile başka bir şeyin bilgisine ulaşmaktır. Kelime daha sonra dini bilgiye hasredilmiştir. Bu kökten türetilen اَلْفَقِيهُ ile de sadece fıkıh ilmini bilen âlimler kastedilir olmuştur (Ḫalîl b. Aḥmed, Kitâbu’l-ʿAyn, 3/334; Ezherî, Tehẑîbu’l-Luğa, 5/404-405; Ṣâḥib b. ʿAbbâd, el-Muḥîṭ, 3/347; İbn Fâris, Muʿcem, 4/442; el-Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 6/2243; Zemaḫşerî, Esâsu’l-Belâğa, 2/32).

Kur’an’da 20 yerde geçmektedir. Bu yerlerde iyice anlamak ve akletmek anlamlarında kullanılmaktadır (en-Nisā 4/78, et-Tevbe 9/122) (ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 384; el-Kebīsī, Mevsūʿa, 9/487-489).

FEHİME | فَهِمَ

Sözlükte f-h-m فَهِمَ “bir şeyi bilmek, anlamak ve akletmek” anlamlarındadır. أَفْهَمَ ve فَهَّمَ öğretmek; اِسْتَفْهَمَ öğrenmeyi istemek; رَجُلٌ فَهِمٌ çabuk kavrayan, anlayan kişi için; سَيِّءُ الْفَهْمِ tabiri de işittiği sözü anlamada geciken kişiler için kullanılmaktadır. تَفَهَّمْتُ الْمَعْنَى cümlesi bir manayı zorlanarak veya aşama aşama anlamaya işaret etmektedir (Ḫalîl b. Aḥmed, Kitâbu’l-ʿAyn, 3/344; Ezherî, Tehẑîbu’l-Luğa, 6/335; Ṣâḥib b. ʿAbbâd, el-Muḥîṭ, 4/10; İbn Fâris, Muʿcem, 4/457; el-Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 5/2005; Zemaḫşerî, Esâsu’l-Belâğa, 2/42).

Kur’an’da bir yerde geçmektedir. Bu yerde (el-Enbiyā 21/79) “muhatabın anlamasını, bilmesini sağlamak” manasındadır. Ayette Hz. Süleyman’a hükmün kavratılması veya kavrayabilecek anlama gücünün verildiği ifade edilmektedir  (ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 386; el-Kebīsī, Mevsūʿa, 9/525-526).

VEʿĀ | وَعَى

Sözlükte v-ʿā وَعَى “kırılan kemiğin tedavi edilirken yanlış kaynaması, bir sözü ezberlemek ve bilmek” anlamında kullanılmaktadır. Kırılan kemiğin düzgün bir şekilde kaynamamasından kaynaklanmış olsa gerek “Yara irin topladı/yaradan irin aktı.” وَعَتِ الْمِدَّةُ فِي الْجُرْحِ  şeklinde söylenmiştir. Yine kemiğin yanlış kaynamasından geriye dönüşün mümkün olmayışından istiareyle لَا وَعْيَ لِي عَنْ كَذَا  “Benim için şu durumdan geri dönüş yok.” cümlesinde “dönmek” anlamındadır. اَلْوَعْيُ kalbin/zihnin bir şeyi ezberlemesidir. لِفُلَانٍ عَيْنٌ رَاعِيهِ وَأُذُنٌ وَاعِيهِ “Falan kişinin gözeten gözü dinleyen kulağı var.” kullanımında “dinlemek ve idrak etmek” demektir. أَوْعَى شَيْئًا فِي الْوِعَاءِ ibaresi bir şeyi kabın içine koymayı anlatmaktadır. Kelimenin fiil hâline rastlanmayan bir diğer formu ise اَلْوَاعِيَةُ olup ölünün ardından yapılan bağrışma manasındadır. Yine اَلْوَعَى ve اَلْوَعْوَعَةُ köpeklerin ve çakalların bağrışmalarını ve seslerinin birbirine karışmasını ifade etmektedir. نِعْمَ/بِئْسَ وَاعِي الْيَتِيمِ “Ne güzel/ne kötü bir yetim velisi!” sözünde ise yetimi korumakla görevli olan kişi anlamındadır (Ḫalîl b. Aḥmed, Kitâbu’l-ʿAyn, 4/385; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luğa, 1/243, 2/957, 1080; Ezherî, Tehẑîbu’l-Luğa, 3/259-262; Ṣâḥib b. ʿAbbâd, el-Muḥîṭ, 2/185; İbn Fâris, Muʿcem, 6/124; Zemaḫşerî, Esâsu’l-Belâğa, 2/345).

Kur’an’da türevleriyle birlikte yedi yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Anladı, duyumsadı (el-Ḥāḳḳa 69/12). 2. (Depoya, sandığa v.s.) koymak (el-Meʿāric 70/18, el-İnşiḳāḳ 84/23). 3. Kap (Yūsuf 12/76) (ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 527-528; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 13/167).

KARŞILAŞTIRMA

ʾEhasse, şeʿara, ʿaŝera, feḳihe, fehime, ʾistenbeṭa, ʾevcese ve veʿā “anlamak, hissetmek, sezmek” manası bakımından yakın anlamlı olsa da bu kelimelerin arasında bazı farklar vardır. ʾEhasse ortaya çıkan beliren bir şeyi algılamak ve görmektir. O aynı zamanda bir şeyin bilgisini duyu organları yoluyla elde etmektir. ʾEvcese bir duygu ve düşüncenin insanın kalbine gizli ve içten içe tesirini ifade eder. Bundan dolayı genellikle “korku” ile kullanılmakta olup ḥissin başlangıç aşamasını temsil eder. Şeʿara bir nesneyi çevreleyen ince ve hassas şeyler için kullanılır. Nitekim derinin üzerini kaplayan kıl; araziyi çepeçevre saran ince ağaçlıklar vb. kullanımlar buna örnektir. Buradan hareketle bilinç düzeyinde de hassas bir idrake işaret etmektedir. Bu idrak daha çok kişinin kendi bilincine yöneliktir. ʾEhasse’de ise başkasındaki bir durumu anlamak ve algılamak söz konusudur. Aynı şekilde şeʿara insandaki gayr-i ihtiyarî hissedişi de ifade eder. ʾEhasse’de ise iradeli ve amaçlı bir algılamadan söz edilir. Feḳıhe, ʿalime’den farklı olup şahitten yola çıkarak gaibe dair bilgi edinmektir. Fıḳh bir sözün gerekleri ve sonuçları üzerinde düşünüp bilmek, anlamaktır. Bundan dolayı Allah’ın bilgisinden söz edilirken bu kelimeyi kullanarak إِنَّ اللَّهَ يَفْقَهُ “Allah bildi.” denilmez. Buna karşın ʿaŝera kelime kökündeki anlam özelliğiyle irtibatlı olarak bilmeyi sağlayan bir öncülü olmaksızın doğrudan ve ani bir anlayışa işaret etmektedir. Fehm ile feḳıhe arasındaki ilişki ise şöyledir: Fehm insanın hissedilen manaları kendisi vasıtasıyla anladığı bir durum olup bir sözü dinleme anında gerçekleşen anlama eylemi için kullanılır. Aynı zamanda fıḳh, fehmin kesin bir hal alan şeklini temsil eder. Hem fehm hem de fıḳh kelimesinin Allah için kullanılması caiz görülmemiştir. Veʿa bir şeyi başka bir şeyin içerisine koyarak muhafaza etmektir. İlim için söz konusu olduğunda ilmin kalbe girmesi ve orada istikrar bulması kastedilir. Bundan farklı olarak istenbaṭa kelimesinde gizli bir nesnenin ortaya çıkarılması söz konusudur. İlim ve anlayış manasında ise kaynağında yer alan gizli malumatı, hükmü çıkarmaktır. (ʾIṣfehānī, el-Mufredāt, 116, 384, 386; Semīn el-Ḥalebī, ʿUmdetu’l-Ḥuffāz, 1/407-408; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 2/255, 6/89-90, 8/36, 9/135, 12/28-29; 13/38, 166;  el-Kebīsī, Mevsūʿa, 3/277, 280; 6/563, 8/135, 9/524, 12/200).