Boğazlamak - Öldürmek

أَحَسَّ| أَهَلَّ | بَخَعَ | ذَبَحَ | ذَكَّى | صَرَعَ | صَلَبَ | عَقَرَ | قَتَلَ | نَحَرَ | وَأَدَ

Müellif: Muhammed Yetim
Yayınlanma Tarihi: 08.07.2024            

EḤASSE | أَحَسَّ *

Sözlükte ḥasse حَسَّ “ölüm veya benzeri bir yolla birisine galip olmak; (başkası tarafından) görünecek bir şekilde öldürmek, soğuğun zarar vermesi ve sıkıntı” anlamlarındadır. بَاتَ فُلَانٌ بِحَسَّةِ سَوْءٍ cümlesi “Geceyi zor ve sıkıntılı bir durumda geçirdi.” demektir. اَلْحِسُّ ise “loğusa kadınların rahimlerindeki hastalık yahut doğum sonrasındaki acı” manasındadır. Bununla irtibatlı olarak el-ḥissin şefkat ve merhameti dahi dile getirdiği görülmektedir. Ek olarak kelime, bir hareketin fark edilmesi için kullanılır. مَا سَمِعْتُ لَهُ حِسًّا وَلَا جِرْسًا “Onun ne bir hareketini ne de sesini işittim.” cümlesi bu hususa örnek teşkil etmektedir. Ayrıca el-ḥiss hem insanın ateşlenmeye ilk başladığı hem de ateş yanığının acı verdiği anı anlatmaktadır. Nitekim vücutlarının herhangi bir yeri ateşe maruz kalıp yandığında Arapların !حَسِّ حَسِّ dedikleri nakledilmektedir ki İslam’ın ortaya çıktığı dönemde kişileri rahatsız eden durumlara karşı refleksif bir ifade olarak !حَسِّ يَا هَذَا denilmektedir. Sözcüğün أَحَسَّ şekli ise “görmek, bilmek, bulmak, hissetmek, farkına varmak” anlamlarındadır. ʾIṣfehānī bu fiilin gerçek anlamının duyu organlarıyla algılamak olduğunu belirtir. Bu bağlamda “Falan kişide bir şeyi gördüm/buldum.” anlamında أَحْسَسْتُ مِنْ فُلَانٍ أَمْرًا  diye söylenir. İnsanın beş duyusu اَلْحَوَاسُّ; kişinin yakınından geçen fakat kendisini görmediği hareketlerin sesi için de اَلْحَسِيسُ kelimesi kullanılır. اَلتَّحَسُّسُ ise sormak, istemek ve haber almaya çalışmaktır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 1/316-317; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luğa, 1/97, 456; Ezherī, Tehẕību’l-Luġa, 3/405-410; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 2/300-302; İbn Fāris, Muʿcem, 2/9-10; Ḥākīm et-Tirmizī, Taḥṣīlu Neẓāʾiri’l-Ḳurʾān, 121-122; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 116; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/189).

Kur’an’da türevleriyle birlikte altı yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Öldürmek (Ālu ʿİmrān 3/152). 2. Anlamak, hissetmek ve görmek (Ālu ʿİmrān 3/52, el-Enbiyā 21/12). 3. Araştırmak, sormak (Yūsuf 12/87). 4. Gizli ses (el-Enbiyā 21/102) (Ḥīrī, Vucūhu’l-Ḳurʾān, 55; Dāmeġānī, el-Vucūh ve’n-Neẓāʾir, 1/127; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 116; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 2/254-257).

EHELLE | أَهَلَّ

Sözlükte ehelle أَهَلَّ “(yağmur) yağmak; bağırmak; (takvimde) ay başlamak” anlamlarına gelen helle هَلَّ kökünden türemiştir. Nitekim اِنْهَلَّ الْمَطَرُ “Yağmur şiddetle yağdı.”, اِسْتَهَلَّ الصَّبِيُّ “Bebek (doğum sonrasında şiddetle) ağladı.” manasındadır. Bir varlığın, hilalin yay şeklinde olmasına benzetilmesi üzerinden bazı kullanımları mevcuttur. Meselâ هَلَّلَ الْبَعِيرُ “Deve cılızlıktan hilal gibi oldu.”, هَلَّلَ الرّايَ والزَّايَ “Râ ve zâ harflerini yazdı.” demektir. Kelimenin kökünde sesi yükseltme anlamı belirgindir. Hacıların yüksek sesle telbiye getirmesi bu sebepten اَلْإِهْلَالُ ve اَلتَّهْلِيلُ şeklinde adlandırılır. Bu anlamla bağlantılı olarak أَهَلَّ, (kurbanı, adına kesildiği ilâhın ismini yüksek sesle anarak) boğazlamayı anlatır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 4/319-320; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 5/365; el-Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 5/1851-1852; Iṣfehānī, el-Mufredāt, 544; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 2/379).

Kur’an’da türevleriyle beş yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Ay (el-Baḳara 2/189). Bu yerde Hz. Peygamber’e ayın hallerine dair soru sorulmasından bahsedilmektedir. 2. Boğazlamak (el-Baḳara 2/173; el-Māʾide, 5/3; el-el-ʾEnʿām 6/145; en-Naḥl, 16/115). Bu ayetlerde Allah’tan başka ilahların adı anılarak kurbanlık hayvanın boğazlanması anlatılmaktadır (Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 11/300-301).

BEḪAʿA | بَخَعَ

Sözlükte beaʿa بَخَعَ “üzüntüden kendini kahretmek; şiddetli bir şekilde öldürmek” anlamlarına gelir. Nitekim  بَخَعَ الرَّجُلُ نَفْسَهُ “Kişi kendini şiddetli gam ve kederden öldürdü.”; بَخَعَ الذَّبِيحَةَ “Kurbanın boyun kemiğini kesti.”; بَخَعَ بِالْحَقِّ “Doğruyu itiraf etti.”; بَخَعَ بِالطَّاعَةِ “İtaatle boyun eğdi.”; بَخَعَ الْأَرْضَ بِالزِّرَاعَةِ “Tarlayı her sene ekti.”; بَخَعَ لَهُ نَفْسَهُ وَنُصْحَهُ “Ona bütün benliğiyle nasihat etti.” demektir. بِخَاعٌ hayvanın boynunda bulunan ve kurban edilirken kesilen damar ve أَرْضٌ مَبْخُوعَةٌ her yıl ekilen ve nadasa bırakılmayan tarladır (Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 1/168-169; İbn Fāris, Muʿcem, 1/206; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 3/1183; Zemaḫşerī, Esāsu’l-Belāġa, 1/48; Mustafavī, et-Tahkīk, 1/243).

Kur’an’da iki yerde geçmektedir. Bu yerlerde insanların iman etmemesi üzerine Hz. Peygamber’in yaşadığı derin teessür بَاخِعٌ نَفْسَكَ “kendini adeta helâk eden” şeklinde anlatılmaktadır (el-Kehf 18/6; eş-Şuʿarā 26/3). (Iṣfehānī, el-Mufredāt, 38).

EBEA | ذَبَحَ

Sözlükte zebeḥa ذَبَحَ “yarmak, bölmek, parçalamak; boğazlamak, kafasını kesmek” anlamlarına gelir. Nitekim ذَبَحْتُ الشَّاةَ ذَبْحًا “Koyunu boğazladım.” ذَبَّحَ الرَّجُلُ فِي الصَّلَاةِ “Kişi rükûda başını (sırt hizasından) aşağı eğdi.”; ذَبَحَتْهُ الْعَبْرَةُ “Gözyaşı nefesini kesti (Ağlamaktan nefesi kesildi).” manasındadır. الذُّبَّاحُ “ayak parmaklarının arasındaki yarık”, اَلْمَذَابِحُ “yerde yarıklar oluşturan küçük su akıntısı”, اَلْمِذْبَحُ “bıçak”, اَلمَذْبَحُ “boğaz” demektir. الذِّبْحُ ise “kurbanlık” demektir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 2/66; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 1/273; Mustafavī, et-Tahkīk, 3/321-323).

Kur’an’da dokuz yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Kafasını kesmek, boğazlamak (el-Baḳara 2/67; eṣ-Ṣāffāt 37/102). 2. Katliam yapmak (el-Baḳara 2/49; İbrāhīm 14/6; el-Ḳaṣaṣ 28/4). 3. Kurbanlık (eṣ-Ṣāffāt 37/107). (Muḥammed Vāʿiẓ Zāde v.dğr., el-Muʿcem fī Fıḳhi Luġati’l-Ḳurʾān, 20/553-563).

ZEKKĀ | ذَكَّى

Sözlükte zekkā “öldürmek” anlamında olup “tutuşmak, alevlenmek, zeki olmak” manasındaki ذَكَا fiilinden türemiştir. Nitekim ذَكَتِ النَّارُ تَذْكُو “Ateş tutuştu ve parıldadı.”; ذَكَّيْتُهَا تَذْكِيَةً “Ateşi tutuşturdum.” demektir. اَلذَّكَى tutuşmuş kor parçası, اَلذَّكَاءُ hızlı kavrama ve anlama yetisi ve yaş için kullanılır. ذَكَّيْتُ الشَّاةَ cümlesi koyunu boğazlamayı ifade eder. اَلتَّذْكِيَةَ ise “hayvan canını vermeden yetişip kesmek” anlamına gelir. Kelimenin aslında “tutuşturulan alevin şiddetli olması” anlamı mevcuttur. Bundan dolayı keskin anlayış da ذَكَا kelimesiyle ifade edilmiştir. Ateşin ısı ve ışı vermesi gibi parladığı için Güneş اَلذُّكَاءُ; art arda yağmur yağdıran bulut سَحَابَةٌ مُذَكِّيَةٌ olarak isimlendirilmiştir. أَذْكَيْتُ الْحَرْبَ cümlesi ise mecaz olarak savaşı kızıştırmayı anlatır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 2/74; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 10/337-339; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 6/311-312).

Kur’an’da bir yerde geçmektedir. Bu yerde “boğazlamak” anlamındadır (el-Māʾide 5/3). Ayette yenmesi haram olan hayvanlar “boğulmuş, darbe sonucu ölmüş, yüksekten düşerek ölmüş, boynuzlanarak ölmüş ve yırtıcı hayvan tarafından parçalanmış hayvanlar” şeklinde sayıldıktan sonra bunlardan ölmeden yetişip kesilen hayvanlar istisna edilmiştir (Zemaḫşerī, el-Keşşāf, 2/194).

ARAʿA | صَرَعَ

Sözlükte ṣaraʿa صَرَعَ “yere atmak, yere çalmak” demektir. Nitekim صَرَعْتُ الرَّجُلَ صَرْعًا، وَصَارَعْتُهُ مُصَارَعَةً “Adamı yere çaldım.” manasındadır. اَلصَّرْعُ “sara hastalığı; benzer, denk; çeşit, tür” gibi anlamlara gelir. اَلصَّرِيعُ ağaçtan yere değecek şekilde sarkmış dal ve kurumuş ağacı ifade eder. اَلصِّرَاعُ güreş; مِصْرَاعٌ mısra ve kapı kanadı; صُرَعَةٌ akranlarıyla sık sık güreşe tutuşan kimse; ذُو صَرْعَيْنِ iki renkli; اَلصَّرْعَانِ hem sabah ve akşam hem de gündüzün iki yarısı (öğleden önce ve öğleden sonra) için kullanılır. Öfke anında yumuşak huyluluğunu koruyan kişi اَلصُّرَعَةُ olarak isimlendirilir. Çünkü o adeta öfkesini hilmiyle yere sermiştir. Bununla ilişkili olarak  تَصَرَّعَ لَهُ “tevazu gösterdi” anlamındadır (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 2/391; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 1/330-331; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 3/1242-1243; İbn Sīde, el-Muḥkem, 1/434-436).

Kur’an’da bir yerde geçmektedir. Bu yerde “ölerek yere serilmiş” anlamındadır (el-Ḥāḳḳa 69/7). Ayette Âd Kavmi’nin helakı anlatılmış ve devamında onların yere serilmiş görüntüsü yere atılmış içi boş hurma kütüklerine benzetilmiştir (Muḳātil, Tefsīr, 4/422; Rāzī, Mefātīḥu’l-Ġayb, 30/105).

ṢALEBE | صَلَبَ 

Sözlükte ṣalebe صَلَبَ “sert ve şiddetli olmak; asmak” manasındadır. Nitekim صَلَبَتْ عَلَيْهِ الْحُمَّى “Şiddetli ateşe yakalandı.”; صَلَبَتْهُ الشَّمْسُ “Güneş onu kavurdu.”; تَصَلَّبَ لَكَ فُلَانٌ “Falanca kişi sana sert davrandı.”;  demektir. اَلصُّلْبُ “sırt kemiği, kemik iliği, sert, şiddetli ve bileği taşı” gibi anlamlara gelmektedir. Sağlam ve sert yapılı adam رَجُلٌ صُلْبٌ, sert toprak أَرْضٌ صُلْبٌ ifadeleriyle anlatılır. اَلصَّلِيبُ boynundan asılmış, haç, cesetten çıkan iç yağı ve sağlam ahşap için kullanılır. Zira اِصْطَلَبَ الرَّجُلُ içindeki yağı çıkarmak için kemikleri kaynatmayı ifade eder. Asılarak öldürülmüş kişi, adeta iç yağı yüzünden sızdığı için bu ismi almıştır. Bu hususla ilgili bir başka ihtimal de darağacı ve çarmıhın sağlam ahşaptan yapılmış olmasıdır. Sonrasında darağacına asılarak öldürülmüş kişiler için de bu sözcük kullanılmıştır. Bu kökten gelen kelimeler “iç yağı” ve “şiddet ve sertlik” şeklinde iki temel anlam taşımaktadır. Bu anlamlar arasındaki bağa dair kaynaklarda bilgi bulunmasa da iç yağının dış ortamda donması ve sertleşmesiyle ilgili bir irtibatın bulunması muhtemeldir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 2/405-406; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 1/349-350; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 12/195-198; İbn Fāris, Muʿcem, 3/301-302; Kubeysī, Mevsūʿa, 4/303).

Kur’an’da türevleriyle sekiz yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Asmak (en-Nisā 4/157; el-Māʾide 5/33). 2. Öz oğul (en-Nisā 4/23). 3. Bel kemiği (eṭ-Ṭārıḳ 86/7) (Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, 6/560-561).

ʿAḲARA | عَقَرَ

Sözlükte ʿaḳara عَقَرَ “hayvanı kesmek, (deveyi) ayaklarını keserek yere düşürmek; (kadın) kısır olmak; (köpek) ısırmak” anlamlarına gelmektedir. Nitekim عَقَرْتُ الفَرَسَ/النَّاقَةَ “Atın/devenin bacaklarına kılıç vurdum.”; عَقَرْتُ ظَهْرَ الدّابَةِ “Eğerle hayvanın sırtını yaraladım.” demektir.  Devenin bacaklarının kesilmesinin sebebi, boğazlarken kolaylık sağlaması içindir. تُعْقَرُ النَّخْلَةُ “Hurma ağacının tepesi kesildiğinden kurudu.” demektir. عَقِرَ الرَّجُلُ “Kişi korku ve dehşetten donakaldı” anlamındadır. Çok ısıran köpek için كَلْبٌ عَقُورٌ kullanılır. عَاقِرٌ çorak kumlu toprağı ve cinsiyet fark etmeksizin kısır kimseyi anlatır. اَلْعُقَرَةُ ise hamileliği önleyici her tür ilacın ismidir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 3/197-199; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 1/215-216; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 1/158; İbn Sīde, el-Muḥkem, 1/183). 

Kur’an’da türevleriyle sekiz yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Kesmek, boğazlamak (el-Aʿrāf 7/77; Hūd 11/65). Bu anlamın geçtiği ayetlerde Hz. Sâlih’in kavminin Allah’ın emrine asi gelerek mucize olarak gönderilen deveyi kestikleri anlatılmaktadır. 2. Kısır (Ālu ʿİmrān 3/40; Meryem 19/5).

ḲATELE | قَتَلَ

Sözlükte ḳatele قَتَلَ “öldürmek, boyun eğdirmek; (bir sıvıyı başka sıvıyla) seyreltmek” demektir. Bir kişiyi darp, zehirleme, yaralama vb. yollar suretiyle öldürmeyi anlatır. Nitekim قَتَلَهُ قَتْلًا “Onu öldürdü.”; أَقْتَلْتُ فُلَانًا “Filanı ölüm tehlikesiyle karşı karşıya bıraktım.” manasındadır. Kelimenin قَاتَلَهُ اللهُ “Allah ona lânet etti.”; تَقَتَّلَتِ الْجَارِيَةُ “Cariye süslendi/alımlı şekilde yürüdü.”; يَتَقَتَّلُ الرَّجُلُ لِلْمَرْأَةِ “Adam kadına yalvardı.”, اُقْتُتِلَ الرَّجُلُ “Kişi (aşk veya cünun sebebiyle) aklını kaybetti.”; قَتَلْتُ الشَّيْءَ خُبْرًا وَعِلْمًا “O şeyi çok iyi bildim.”; قُتِلَتِ الْخَمْرُ بالْمَاءِ “Şarap suyla seyreltildi.” şeklindeki kullanımları mecazîdir. مَقَاتِلُ الْإِنْسَانِ insanın öldürüldüğü yer; اَلْقِتْلَةُ insanın öldürüldüğü hâl/durum; قَوْمٌ أَقْتَالٌ düşman topluluk; اَلْقِتْوَلُّ âciz, kendini salmış kişi; اًلْمُقَتَّلُ zora koşularak eğitilmiş ve iş yapmaya alıştırılmış hayvan ve kişidir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 3/358-359; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 1/407; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 9/54-57; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 5/363-364; İbn Fāris, Muʿcem, 5/56; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 5/1797; Berīdī - Ḍāliʿ, Mevsūʿa, 1041-1042).

Kur’an’da türevleriyle 170 yerde geçmektedir. Bu yerlerde şu manalardadır: 1. Öldürmek (el-Baḳara 2/54; Ālu ʿİmrān 3/156; el-İsrā 17/31). 2. Savaşmak (el-Baḳara 2/190, 216; Ālu ʿİmrān 3/195). 3. Savaş (el-Baḳara 2/16; Ālu ʿİmrān 3/121). 4. Lânetlemek (el-Müddessir 74/19; ʿAbese 80/17). 5. Kısas (el-İsrā 17/33). 6. Maktûl, öldürülen kimse (el-Baḳara 2/54). (Muḳātil, Tefsīr, 1/597, 2/529, 4/495, 591; Zemaḫşerī, el-Keşşāf, 3/515-516).

NEḤARA | نَحَرَ

Sözlükte neḥara نَحَرَ “boğazlamak, kurban kesmek, öldürmek; göğsünü kabartmak” anlamlarına gelir. Bu fiile “elini göğsünün üst kısmına koymak”, “(namazdayken) sağ elini sol eli üzerine koymak” manaları da verilmiştir. Nitekim نَحَرْتُ الْبَعِيرَ نَحْرًا “Deveyi boğazladım.”; اِنْتَحَرَ الرَّجُلُ “Adam intihar etti.”;  نَحَرَ الرَّجُلُ فِي الصَّلَاةِ “Adam namazda kıyama kalkıp göğsünü kabarttı”; هذِهِ الدَّارُ تَنْحَرُ تِلْكَ الدَّارَ “Bu ev, şu evin karşısındadır.”; اِنْتَحَرَتِ السَّحَابَةُ “Yağmur buluttan boşandı.” demektir. اَلنَّحْرُ göğüs ile boynun arasını belirtir. Develer genelde boynun alt kısmından kesildiği için bu kelime kullanılmıştır. نَحْرُ النَّهَارِ “Günün başlangıcı”, اَللَّيْلَةُ تَنْحَرُ الشَّهْرَ ise “Ayın başladığı gece” terkiplerinde kelime “başlangıç” anlamını ifade eder. اَلنَّحِيرَةُ bir sonraki ayın başlangıcına yakınlığı sebebiyle ayın son gününe bazen de ilk gününe işaret eder. Bu kullanımlarda kelime “boynun başlangıcı” anlamından “başlangıç” anlamına taşınmıştır. Bir topluluğun bireylerinin bir şeyi birbirinden kıskanıp herkesin onu elde etmek istemesi اِنْتَحَرُوا عَلَيْهِ tabiriyle anlatılır. Güya bu kişiler, kıskandıkları şeyi elde etmek için diğerlerini göğüslerinden itmektedir veya o şeyi kendi göğüslerine bastırarak diğerlerinden sakınmaktadır. Bununla bağlantılı olarak اِنْتَحَرَ hasetten kendini helâk etmeye de delalet eder.  اَلنِّحْرُ/اَلنِّحْرٍيرُ bir işte çok yetenekli ve bilgili olan kişidir. Bu, Arapların bir şeyi çok iyi yapmayı onu öldürmeye benzetmeleriyle ilgilidir (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 4/197-198; İbn Dureyd, Cemheratu’l-Luġa, 1/525; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 5/10-11; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 3/81-82; İbn Fāris, Muʿcem, 5/400; Cevherī, eṣ-Ṣıḥāḥ, 2/824; İbn Sīde, el-Muḥkem, 3/304-305).

Kur’an’da bir yerde geçmektedir. el-Kevser 108/2. ayetindeki kelime muhtemel anlamları sebebiyle kurban kesmek, ellerini boğazına kadar kaldırıp tekbir almak ve kıyamda sağ eli sol elin üstüne koymak şeklinde tefsir edilmiştir (Zemaḫşerī, el-Keşşāf, 6/446-447; Rāzī, Mefātīḥu’l-Ġayb, 32/129-130).

VEʾEDE | وَأَدَ

Sözlükte veʾede وَأَدَ “bir şeyi bir şeye yük yapmak; gömmek” anlamlarına gelir. Deve, yüklü şekilde yürüdüğünde bunu ifade için لَهَا وَإِيدٌ denir. اَلْوَئِيدُ “ağır yük” ve “şiddetli ses, uzaklardan gelen uğultu” manasına işaret eder. وَأْدُ الْبَعِيرِ “Deve böğürmesi”; اَلتُّؤَدَةُ “teenni, ağırbaşlılık” demektir. Diri diri toprağa gömülmüş kız çocuk اَلْمَوْؤُودَةُ  diye isimlendirilir. Bu anlamla “ağır yük” arasında “toprağın gömülen bedene ezici ağır bir yük uygulaması” sebebiyle bir ilişki kurulmuştur (Ḫalīl b. Aḥmed, Kitābu’l-ʿAyn, 4/340; Ezherī, Tehzību’l-Luġa, 14/243; Ṣāḥib b. ʿAbbād, el-Muḥīṭ, 9/395; İbn Fāris, Muʿcem, 6/78; İbn Sīde, el-Muḥkem, 9/452-453).

Kur’ân’da bir yerde geçmektedir. Bu yerde diri diri toprağa gömülmüş kız çocuğunu anlatmaktadır (et-Tekvīr 81/8).

KARŞILAŞTIRMA

Ehelle, beaʿa, zebeḥa, zekkā, ṣaraʿa, ṣalebe, ʿaḳara, ḳatele, neḥara, ve’ede “öldürmek” bakımından yakın anlamlı olsa da bu kelimelerin arasında bazı farklar vardır. Bunlardan ehelle, zebeḥa, zekkā, ʿaḳara, neḥara daha özel olarak “hayvanı boğazlayarak öldürmek” anlamında ortaktırlar. Ancak bu mana, ehellede kurban kesilirken kurbanın adandığı ilâhın adının yüksek sesle anılmasından hareketle mecazen mevcuttur. Zekkā hayvan can vermek üzereyken yetişip bıçakla boğazını kesmektir. Diğerlerinde “son anda yetişme” anlamı mevcut değildir. ebeḥa keskin bir bıçakla kurbanı çenesinin altından kesmektir. Neḥara ise özellikle develer için kullanılır. Deveyi boynuyla göğsü arasındaki gerdanın üst kısmından boğazlamaktır. Deve uzun boyunlu bir hayvan olduğu için bu şekilde ayaktayken kesilmesi yaygın bir uygulamadır. ʿAḳara deveyi daha kolay ve zahmetsiz boğazlamak için bacaklarını kesip yere düşürerek boğazlamaktır. Cahiliye döneminde develerin, sahiplerinin mezarı başında sadece bacakları kesilerek boğazlanmaksızın ölüme terk edilmesi adeti “لَا عَقْرَ فِي الإِسْلَامِ” hadis-i şerifinin de delâlet ettiği üzere İslam’da yasaklanmıştır. Beaʿada ise “şiddetli şekilde öldürmek” anlamı vardır ancak Kur’an’da mecazen kendini helâk edercesine üzülmeyi anlatmaktadır. Ḳatele, eḥasse, ṣaraʿa, ṣalebe ve ve’ede fiilleri “öldürmek” anlamında ortak olup daha özel anlamda boğazlamayı ifade etmemektedir. Ancak ḳatele, diğerlerinden daha umumî bir manada öldürmektir. Eḥasse boynunu vurup hızlıca öldürmektir. Duyu organlarını da ifade eden bu kelimenin ölümle ilişkisi, ölümün duyu organlarını etkisiz hale getirmesindendir. Duyu organları baş bölgesinde bulunduğu için boğazlamaktan kinaye olarak kullanılır. Ṣalebe, “asarak öldürmek”; ṣaraʿa “yere çarparak öldürmek” demektir. Ve’ede ise diri diri toprağa gömmektir (Ebū Dāvud, Cenâiz, 70; Beġavī, Meʿālimu’t-Tenzīl, 2/118-119; Kubeysī, Mevsūʿa, 1/532, 7/121, 10/39; Muṣṭafavī, et-Taḥḳīḳ, 1/243).

__________

* Bu kelime Davut Ağbal, “Anlamak - Hissetmek” maddesinden aynen alınmıştır.